Thomas Jefferson’ın 1765’te satın aldığı Kur’an’ın öyküsü
Murat BARDAKÇI / GAZETE HABERTÜRK
Barack Obama’nın 2009’da Amerikan Başkanı seçilmesinden sonra, bir tartışma başladı: Başkan’ın Müslüman olup olmadığı... Tartışmanın temelinde Obama’nın baba tarafından Kenya ile bağlantısının olması ve ailesinde çok sayıda Müslüman bulunması vardı. Beyaz Saray’dan yapılan açıklamalarda Başkan’ın “Müslüman olmadığı” duyuruldu ama tartışmalar ile merak hâlâ devam ediyor...
İstanbul’da geçtiğimiz günlerde yayınlanan bir kitap, Amerikan tarihinde sadece Barack Obama’nın değil, bir başka Başkan’ın, Thomas Jefferson’ın da Müslüman olup olmadığının tartışıldığını gösteriyor... Kitap, Cumhurbaşkanlığı’nın genel sekreter yardımcısı ve sözcüsü olmasının yanısıra “büyükelçi” unvanını taşıyan tarihçi Dr. İbrahim Kalın’ın eseri...

Dr. Kalın, “Ben, Öteki ve Ötesi” isimli 568 sayfalık kitabında Batı ve İslam Medeniyeti’nin köklerini ele alıyor, İslâmiyet’in Hristiyan ve Bizans dünyası ile münasebetleriyle karşılıklı meydan okumaları anlatıyor, Haçlı Seferleri’ni, Endülüs Medeniyeti’ni, Avrupa’nın Türk imajını, Rönesans ile reform dönemlerini, Oryantalizm kavramlarını yazıyor ve İslam’ın Batı ile bugün varolan ilişkilerini değerlendiriyor.
16 ŞİLİNE SATIN ALDI
Konular kitapta tarih, düşünce ve sosyal boyutlar bakımından ele alınırken bizde az bilinen bazı tarihî olaylara da yer veriliyor. 1743 ile 1826 arasında yaşayan, Bağımsızlık Bildirisi’ni yazan, Amerika’nın kurucu babalarından kabul edilen ve ülkenin üçüncü başkanı olarak 1801’den 1809’a kadar iki dönem görev yapan Thomas Jefferson’ın 1765’te 16 şiline satın aldığı Kur’an’ının öyküsü de bunlardan biri...
Jefferson’a ait olan İngilizce Kur’an, 2007 Ocak’ında Amerika’da gündemi uzun müddet işgal etmişti. George Sail’in İngilizce’ye tercüme ettiği ve 1764’te yayınlanan iki cildlik Kur’an, uzun seneler Başkan Jefferson’ın Virginia’da bulunan “Monticello” isimli malikânesinde muhafaza edilmiş, daha sonra Kongre Kütüphanesi’nin Nadir Eserler Bölümü’ne götürülmüştü.
Başkan Jefferson’ın Kongre Kütüphanesi’ndemuhafaza edilen Kur’an’ının ilk sayfası.
TARTIŞMA YAŞANDI
Kur’an, 2006 Kasım’ında yapılan seçimlerde Katolik iken İslamiyet’i kabul eden Keith Ellison’un Minnesota’dan Temsilciler Meclisi’ne seçilmesi üzerine gündeme geldi. Ellison artık Müslüman olduğunu ifade ederek göreve başlamadan önce İncil’e el basarak yemin edemeyeceğini söyledi ve yemin töreni için “özel bir Kur’an getirilmesi” talebinde bulundu.
Ellison’un talebi üzerine Başkan Jefferson’a ait olan Kur’an Temsilciler Meclisi’ne getirildi, Keith Ellison yeminini elini Kur’an’ın üzerine koyarak etti ama bu uygulamanın Amerikan geleneklerinin ihlâli olduğu ileri sürüldü ve uzun süren bir tartışma başladı. Bu kadar yoğun devlet meşgalesinin arasında 568 sayfalık bir eser vermiş olan Dr. İbrahim Kalın’ı tebrik ettikten sonra, bu sayfadaki kutuda Jefferson Kur’anı’nın öyküsünü yine Dr. Kalın’ın eserinden aynen naklediyorum.
CUMHURBAŞKANLIĞI SÖZCÜSÜ, BAŞKAN JEFFERSON'IN KUR'AN'INI ANLATIYOR
DR. İbrahim Kalın, “Ben, Öteki ve Ötesi” isimli kitabında, Başkan Thomas Jefferson ile ona ait olan ve hâlâ tartışılan Kur’an’ının öyküsünü şöyle yazıyor: “...
Amerikan Devleti ile İslâm dünyası arasındaki ilk resmî temas, Amerikan Başkanı Thomas Jefferson ile Tunus Beyi Hammuda arasında 1801 tarihli yazışmayla başlar. Amerikalılar’ın ele geçirdiği bir Tunus gemisinin iadesini talep eden Tunus Beyi, ihtilâfı diplomatik kanallardan çözmek için 1805 yılında Washington’a bir elçi gönderir.
Sidi Süleyman Mellimelli adını taşıyan Tunuslu elçi, 6 Aralık 1805 tarihinde Beyaz Saray’da yemeğe davet edilir. Ramazan ayı olması münasebetiyle akşam yemeğini ancak gün batımından sonra yiyebileceğini söyleyen Mellimelli, böylece Beyaz Saray’daki ilk iftar yemeğinin konuğu olur. İftarda hazır bulunan John Quincy Adams, Tunuslu elçinin edeb ve erkâna riayet ettiğini ve ‘davranışlarının saygılı’ olduğunu söyler. Bu ziyaretin ardından Jefferson, Tunus Beyi’ne bir mektup yazar ve gemi meselesi karşılıklı bir anlaşmayla çözülür.
Bu hadiseden sonra Jefferson’ın, İslâm ve Müslüman dünyasıyla olan ilişkisi yeni bir boyut kazanır. Jefferson’ın İslâm’a olan dinî ve siyasî ilgisi, birtakım söylentilerin yayılmasına da neden olur. Amerika’nın temsil ettiği ‘Yeni Dünya’nın çoğulculuk, cumhuriyetçilik ve eşit haklar üzerine kurulu olduğuna inanan Jefferson’ın, Müslüman bir elçiyi Beyaz Saray’da ağırlaması, bir Kur’an tercümesi edinerek üzerinde tetkikler yapması ve bağnaz bir İslâm karşıtı tutum içerisine girmekten kaçınması, onun bir ‘gizli Müslüman’ olduğu suçlamasına zemin hazırlamıştır. Jefferson, Amerikan siyasî tarihinde Müslüman olduğu iddiasıyla suçlanan ilk Amerikan başkanıdır.
Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi,Minnesota’dan seçilen Keith Ellison’a4 Ocak 2007’de Jefferson’ın Kur’an’ınınüzerine elini koydurarak yemin ettiriyor.
Yaklaşık iki buçuk asır sonra Amerikan Başkanı Barack Hussain Obama’nın aynı suçlamayla karşılaşması dikkat çekicidir. Bu sorunlu bakış açısı, Amerikan çoğulculuğunun sınırlarını ortaya koyarken, aynı zamanda Amerika’nın Müslüman vatandaşlarının bugün karşı karşıya olduğu meydan okumaların boyutları hakkında da bir fikir vermektedir.
Jefferson’ın, Sale’in Kur’an tercümesini incelemesinin nedenleri hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Yaygın bir kanaate göre, iyi bir hukuk talebesi ve kitap muhibbi olan Jefferson’ın amacı, Virginia’daki -ve daha sonra Amerika’daki- hukukî düzenlemeleri eleştirel ve kozmopolitan bir bakış açısıyla ele almaktı.
⚠️Bu yaklaşım, Jefferson’ı İslâm dahil diğer hukuk geleneklerini yakından incelemeye sevketmiştir. Dahası, Jefferson’ın yanı sıra Amerika’nın ‘kurucu babaları’ olarak kabul edilen John Adams, Benjamin Franklin, Alexander Hamilton, John Jay, James Madison ve George Washington gibi isimler, İslâm tarihi, hukuk geleneği ve Osmanlı devlet yönetimi hakkında yer yer eksik ve yanlış da olsa muayyen bir bilgiye sahiptiler.‼️
Amerika’nın yeni hukuk sistemi ve yönetim modeli hakkında yaptıkları detaylı tartışmalar, bu hususu açıkça ortaya koymaktadır. Jefferson’ın geniş külliyatı içerisinde İslâm tarihi, hukuku ve ilahiyatı hakkındaki değerlendirmeleri önemli bir yer tutar. Bu yazı ve notlardaki ana tema, dinî tolerans ve hukuk önünde herkesin eşit olduğu fikridir.
Kilise öğretilerinin ağır teolojik tartışmaları karşısında kendini deist olarak konumlandıran Jefferson, Müslümanlar’ın ve Museviler’in dinî inançlarından dolayı temel haklarından mahrum edilmelerinin yanlış olduğunu savunur.
Fakat, Voltaire’in İslâm ve Hazreti Peygamber hakkındaki nefret dolu ve yanıltıcı yorumlarından kendini tamamen de kurtaramaz. Bazı değerlendirmelerinde, Sale’in Kur’an yorumları, Voltaire’in din düşmanlığı ve Locke’un dinî müsamaha ve çoğulculuk fikirleri arasında gelgitler yaşar. Önerdiği yasa tekliflerinin evrensel nitelikte olduğuna ve herkesi kucakladığına inanır. Fakat çağdaşları gibi o da Afrika’dan zorla getirilen Müslüman kölelerin hür bireyler değil, alınıp-satılan bir meta olduğuna inanır.
⚠️Nitekim, kendisinin 1774 yılında 187 kölesinin olduğu tahmin edilmektedir. Amerika’da köleleştirilen Afrikalılar’ın en az üçte birinin Müslüman olduğu düşünülecek olursa, bu köleler arasında Müslümanların da bulunduğunu not etmek gerekir. Neticede, Jefferson bir hukukçu ve devlet adamı olarak kendi döneminin şartları içerisinde Müslümanlar’ın, Musevîler’in ve Hristiyan olmayan diğer milletlerin temel haklarının tanınması gerektiğini, zira bunun evrensel hukuk anlayışının bir parçası olduğunu savunur.‼️
Fakat aynı Jefferson, Voltaire ve benzeri yazarların son derece menfî ve dışlayıcı İslâm anlayışını büyük oranda muhafaza eder. Hukukî ve siyasî müsamaha düşüncesi, İslâm ve Müslümanlar hakkında yaygın olan yanlış ve hasmane kanaatleri ortadan kaldırmak için yeterli değildir.
. ‘Jefferson Kur’an’ı’ olarak bilinen Kur’an tercümesi, Amerika’nın kuruluş tarihinde önemli bir rol oynamıştır. Tarihin muğlak sayfaları arasında kaybolup giden ve sadece bir avuç uzmanın haberdar olduğu bu Kur’an, 2007 yılında Amerikan Kongresi’nin ilk Müslüman üyesi olan Keith Ellison’ın bir taleebi üzerine tekrar gündeme gelir.
Minnesota eyaletinden seçilen temsilci Ellison, yemin töreninde bir Müslüman olarak Kur’an’a el basmak istediğini söyler ve Kongre Kütüphanesi’nde muhafaza edilen Jefferson’a ait Kur’an’ın getirilmesini talep eder. Böylece, Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’ni kaleme alan ve Amerika’nın üçüncü başkanı olan Thomas Jefferson’ın, Ekim 1765’te 16 şiline edindiği Kur’an-ı Kerim tercümesi, yaklaşık iki buçuk asır sonra yeniden tarihî bir vazife üstlenir”.
🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀
Herakleios Tarihi:Sebeos
VII. Yüzyıl Ermeni yazarları arasında Arapların Ermenistan’daki ilk istilalarından söz eden tek kişi Piskopos Sebeos’tur. Çağdaşı olduğu Sasanilerin çöküşünü anlatır ve bunu bize sunduğu olayların çoğunda hazır bulunmuş bir yazarın yetkinliğiyle yapar. Gerçi o olayları bir eleştiri süzgecinden geçirmeksizin vermiştir ama bunu yaparken zamanının olağan davranışına, gerek Bizanslı gerek Arap tarihçilerin yaptıklarına ters düşmüş de olmuyordu.
Çoğuna tanık olduğu ya da görgü tanıklarından dinlediği olayları anlatırken herhangi bir yazılı kaynak belirtmez. Yine de Sebeos’un kitabı kendinden sonra gelenlere kaynak olmuştur. Ne var ki, biçeme, anlatı yollarına bakılınca Sebeos’un Bizanslı yazarlardan esinlendiği, onlardan yararlandığı düşünülebilir. Onların izlediği yolu, olaylardan yorumsuz söz etme, bir konudan ötekine belirli bir ara koymaksızın geçme yolunu almıştır; olayları belleğine geldiği gibi anlatır.
Sebeos'un tarihi, 6. ve 7. yüzyıllardaki Ermeni tarihi için ana kaynaktır.
Yazar , Roma perspektifinden ziyade Pers perspektifinden yazmaktadır, ancak Bizans ve Sasani imparatorlukları arasındaki savaşlarda sempati duyduğu şey Hıristiyan Bizans'tır. Metnin ilk iki bölümü (1-6. bölümler) genellikle tarihin geri kalanından farklı bir yazarın eseri olarak kabul edilir. İlk bölüm, Hayktarafından Ermenistan'ın kuruluşunun geleneksel hikayesini (genellikle Birincil Tarih olarak bilinir ) ve Part İmparatorluğu'nun kuruluşunun bir hesabını anlatır. İkinci bölüm, Ermeni, Pers ve Yunan krallarının bir listesini ve Mamikonian ailesininkökenlerinin bir hesabını içerir. Sebeos'a atfedilen ana tarih üç bölüme ayrılabilir. İlk bölüm IV. Hürmüzd'in ( h . 579-590 ) saltanatıyla başlar ve 591'de Bizans yardımıyla II. Hüsrev'in tahta geri dönmesinden sonra Bizans ve Sasani imparatorlukları arasındaki işbirliği dönemini anlatır. İkinci bölüm , tarihin merkezi konusu olan son büyük Bizans-Sasani savaşıyla ilgilidir. Üçüncü bölüm İslam'ın yükselişini ve Müslüman fetihlerini ele alıyor. İlk Müslüman iç savaşının (Muaviye'nin tahta çıkışı) sonuçlarıyla son buluyor ve Ermeniler üzerindeki etkilerini anlatıyor.
~Piskopos Sebeos'un Herakleios Tarihi başlığı altında 1672 el yazması ve o zamandan beri kaybolmuş olan 1568 el yazmasına dayanarak yayınlandı.1879, 1913 ve 1939'da daha fazla Ermenice baskı yayınlandı. 1862'de Kerovbe Patkanian ve 1913'te Stepan Malkhasiants tarafından Rusçaya çevrildi . Heinrich Hübschmann, 1875'te bazı bölümlerini Almancaya çevirdi. Fransızcaya çevirisi (ilk iki bölüm hariç, 1-6. bölümler) 1904'te Frédéric Macler tarafından yayınlandı.
🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀
Doğu-Batı Divanı, Johann Wolfgang von Goethe'nin en kapsamlı şiir koleksiyonudur.


Eserde Goethe, Acem şairi Hâfız-ı Şirâzî'nin eserlerinden esinlenmiştir. 2001 yılında Weimar Klasik Koleksiyonu’nun Goethe-Schiller Arşivi'nin dahil edilmesiyle Goethe'nin eserin orijinal kopyası UNESCO Dünya Belge Mirası'nın bir parçasıdır.
1814'te Goethe, 1812'de oryantalist Joseph von Hammer-Purgstall tarafından Almancaya çevrilen Dīwān des Hafis'i okudu. Bu kitap, Farsça dilinin en büyük şairlerinden kabul edilen Hafız-ı Şirazi'nin eseridir. Bu eserden esinlenerek
Şair Rudyard Kipling'in aksine ("Doğu Doğu, Batı Batı'dır, asla bir araya gelmeyecekler"), Goethe'nin lirik benliği bu Fars şiirine teslimiyetle yaklaşır ve Doğu ile Batıya eşdeğer bir nazarla yaklaşır:
Her kim kendisini ve başkasını tanır
Buralarda da özüyle tanınan olur:
(Böylelikle) Doğu ve Batı
Daha fazla ayrılmazlar.
Batı-Doğu Divanı'nın lirik benliği (şiirde okuyucuya seslenen) bir Müslümandır ve eserde Müslüman öğretiler açıkça yer almaktadır. Örneğin:
İsa dupduru bir şekilde düşündü ve muhakeme etti ki;
Sükunette var olan yalnızca tek olan Allah'tır.
Her kim ki kendisine onu (İsa'yı) tanrı edindi,
Onun (İsa'nın) kutsal olan azim ve uğraşını incitti
Hakikat bu şekilde yansımak zorunda
Muhammed'in de başardığı
Yalnızca tevhid kavramı vesilesiyle
Tüm alemleri aşmasıydı.
“Batı-Doğu Divanı”, Goethe’nin, hazırlıklarına 1814’de İranlı şair Hâfız’ın “Divanı”nı Hammer çevirisinden okumasıyla başlamış sayılmaktadır. Bu çeviriyle önünde açılan Müslüman Şark dünyasını Batı’nın orientalistik (Şarkiyat) araştırmalarıyla temellendirmiştir. Öte yandan Alman edebiyat dünyası da başta Herder olmak üzere kendisini dünya insanlık tarihine açılmak gibi bir ufuk genişletmesine hazırlamıştı.
Hâfız divanının Goethe’de uyandırdığı Şark’a açılma hevesi, o sıralarda kendisi için bıktırıcı, sıkıcı bir ruh atmosferi yaratan Fransız-Alman çekişmesinden kaynaklanmıştır. Söz konusu eser bir anlamda bir “kaçış”tır. Sebep olan savaş havası da Goethe’nin denge ve huzur arayan tabiatına terstir çünkü. Eser, Goethe’nin Hâfız divanından kaynaklı Şark ve İslam algılayışını dile getirmesinin yanı sıra Avrupa kültürünün temelleri olarak bilinen Antik Roma-Yunan mitolojisinden yansımalar da kendini arada bir hissettirir. Eserin başlığında ve Doğu kelimesinin önünde Batı’nın yer alması bence her şeye rağmen önemsenecek bir özelliktir.
🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀
Roma İmparatorluğu’nun Gerileyiş ve Çöküş Tarihi (Cilt I) Edward Gibbon
Gibbon 1764’te bir Avrupa turundaydı ve o yılın 15 Ekim’inde Roma’da şunları kaydetti: “Capitolinus’un yıkıntıları arasında oturup derin derin düşünürken... Aklıma ilk olarak şehrin gerileyişini ve çöküşünü yazmak geldi.” Konuyla ilgili önemli çalışmalara 1770’te başladı ve 1776 Şubat’ında çalışmasının ilk cildi yayımlandı ve anında takdir ile karşılandı. Altıncı ve son cildin son sayfasının son satırlarını 27 Haziran 1787 gecesi “on bir ile on iki saatleri” arasında yazdı.
Gibbon, Roma İmparatorluğu'nun çöküşü için kapsamlı yazılı kaynak eksikliği nedeniyle yapılması zor olan bir açıklama sunar ancak bunu deneyen tek tarihçi o değildir. Gibbon'a göre, Roma İmparatorluğu'nun barbar istilalarına yenik düşmesinin en büyük nedeni, vatandaşları arasında medeni erdemlerin giderek kaybolmasıdır.
Hristiyanlığın rolü hakkında süregelen bir tartışma başlatan Gibbon, iç gerilemenin diğer nedenlerine ve imparatorluk dışından gelen saldırılara büyük ağırlık vermiştir.
"Yıkılış öyküsü basit ve açıktır; Roma İmparatorluğu'nun neden yıkıldığını sorgulamak yerine, bu kadar uzun süre ayakta kalmasına şaşırmalıyız. Uzak savaşlarda yabancıların ve paralı askerlerin ahlaksızlıklarını edinen muzaffer lejyonlar önce cumhuriyetin özgürlüğünü ezdiler, daha sonra morun ihtişamını çiğnediler. Kişisel güvenlikleri ve toplumsal huzur için endişelenen imparatorlar, onları hem hükümdarları hem de düşman için aynı derecede zorlu kılan disiplinlerini bozmak gibi alçakça bir yola başvurdular; askerî yönetimin gücü zayıfladı ve sonunda Constantinus'un kurumları tarafından feshedildi ve Roma dünyası bir barbar tufanında boğuldu."
Diğer Aydınlanma düşünürleri ve kurumsal Katolik karşıtlığıyla yoğrulmuş çağın İngiliz vatandaşları gibi Gibbon da Ortaçağ'ı rahiplerle dolu, batıl inançlara dayalı bir karanlık çağ olarak hor görüyordu. İnsanlık tarihinin, rasyonel düşünceye vurgu yapan kendi dönemi olan "Akıl Çağı"na kadar ilerlemesini sürdüremeyeceğine inanıyordu.
Asım Baltacıgil çevirisinin Burcu Okay tarafından gözden geçirilip eksikliklerin giderilmesiyle hazırlanan bu edisyonda tam metin dört cilt olarak yayınlanmıştır. Bu ciltte ilk yirmi bölüm yer almaktadır.




Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hallo 🙋🏼♀️