8 Eylül 2024 Pazar

“Meraz;(Maraz)”= Hastalik

"Maraz", Arapça kökenli bir kelime olup "hastalık", " illet" veya "sorun" gibi anlamlara gelirKelimenin kullanıldığı bağlama göre "şek, şüphe" gibi anlamlar da taşıyabilir. Ayrıca, Hande Altaylı'nın bir romanının adıdır ve bazı eski Türkçe maraz, "hastalık" anlamına gelirken, Fıkıhta "maraz-ı mevt" gibi dini terimlerde de kullanılır. 

Hastalık, sağlık ve sıhhatin az veya çok, geçici veya kalıcı olarak bozulması, kaybolması demektir. 

Arapça’da hastalık karşılığı olarak “meraz” kelimesi kullanılır. “Meraz”, bedensel hastalıklar için kullanıldığı gibi, Kur’an’da çoğunlukla mecaz olarak mânevî hastalık için kullanılır. Haktan, doğruluktan ve güzel ahlâktan ayrılma, nifak (ikiyüzlülük), hased (kıskançlık), şehvet (aşırı şehvânî/hayvanî duygular ve meyiller), fücur (günah ve zinâ arzusu şeklinde ahlâksızlığa) niyetlenme gibi nefsî hastalıklar için kullanılır. 

Bizim için atık olan maddeler bakteriler için bir gıdadır. 

Sağlık; Büyük Nimet: Sağlık, en büyük nimetlerden biridir. Onun değerini bilmek, korumak ve sağlıklı hayat için Allah’a hamd ve şükretmek gerekir. Hastalığın da, çoğunlukla bizim ihmal ve hatalarımızdan kaynaklandığını, ama her durumda bunun imtihan olduğunu değerlendirerek, sabretmeli ve tedâviye başvurup çaresini aramalıdır. “(O Allah) Hastalandığım zaman bana şifâ verendir.” (26/Şuarâ, 80). Doğal ve daha güzel olan sağlıktır, âfiyettir. İnsanın psikolojik ve bedensel sağlığı yerinde olmayınca, çoğunlukla dinî görevlerini de aksatır, en azından sağlıklı gibi tüm şartlarını ikmâl edip yeterli bir huşû ile yapamaz. Vücudumuz ve gönlümüz, Allah’ın bize çoğunlukla sağlam olarak verdiği emânetidir. Sağlığımızı koruyup korumadığımızdan, onu hangi yolda kullandığımızdan, sıhhat ve vücut emânetine ihânet edip etmediğimizden sorguya çekileceğiz. “Allah, sıhhatte ve âfiyette olmanı sever.” (Tirmizî, Zühd 59). “Allah’a göre, kuvvetli mü’min, zayıf mü’minden daha hayırlı ve daha sevimlidir.” (Müslim, Kader 34; İbn Mâce, Zühd 14). “Her kim âilesi emniyette ve vücudu sıhhatli olarak sabahlarsa, yanında günlük yiyeceği de bulunursa, sanki bütün dünya ona verilmiştir.” (Tirmizî, Zühd 34; İbn Mâce, Zühd 9)

İnsanlardan çoğunun aldandığı (kıymetini bilemediği) iki nimet vardır: Vücut sıhhati, boş vakit.” (Buhârî, Rikak 1; Tirmizî, Zühd 1; Ahmed bin Hanbel, I/258).“Yedi şey gelmeden önce iyi ameller işlemekte acele edin: ...(Bedenî güçleri bozan) hastalık,...” (Tirmizî, Zühd 3)

Peygamberimiz’in sağlığı koruma (koruyucu hekimlik) ve tedâvi konusunda, bugün için de önemini hiç kaybetmeyen çok değerli tavsiyeleri vardır. Bu tavsiyelere “tıbb-ı nebevî” denilir. Sağlığın korunması için emredilen bu kurallara uyma yanında, hastalık durumunda bir yandan mümkün olan tedâvi yöntemlerine başvururken, bir yandan da güvenle Allah’a yönelmek ve gönülden gelen duâlarla O’ndan şifâ dilemek gerekir. Peygamberimiz, şifâ için hem maddî sebeplere yapışılarak tedâvi olmayı, hem de mânevî sebeplere yapışılıp Allah’a yönelip duâ edilmesini emretmiş ve her ikisini de uygulamıştır.

Kendi hatamız veya imtihan vesilesiyle hastalanınca, hem sabretmeli, hem duâ etmeli, hem de esas olarak tedâvi olmalıyız: “Her derdin bir devâsı vardır. Onun için, derdin devâsı bulunduğu zaman o dert iyi olur.” (Buhârî, Tıb 1; Müslim, Selâm 69, Fedâil 92; Ebû Dâvud, Tıb 1). “Ey Allah’ın kulları! Tedâvi olun, çünkü Allah, yarattığı her hastalık için mutlaka bir şifâ veya devâ yaratmıştır. Ancak bir dert müstesnâ; o da ihtiyarlıktır.” (Tirmizî, Tıb 2; Ebû Dâvud, Tıb 1; İbn Mâce, Tıb 1; Ahmed bin Hanbel, III/156) 

Rasûlullah, Mescidinin yanında bir çadır hastane yaptırmıştı. İslâm tarihinde ilk hastane sayılan bu çadırda, Rufeyde isimli bir hanım sahâbî, hastabakıcılık görevi yapar, yardıma muhtaç olanların yardımına koşardı. Rufeyde, ilk müslüman hemşire ve doktor kadın sayılır (Sîretu İbn Hişâm, II/5-6). Hendek Savaşında kol damarı kesilmiş bulunan Sa’d ibn Muâz da bu hanım sahâbînin çadırında tedâvi görmekte iken, Kurayza olayında hakem olarak atanınca buradan alınıp Kurayza yurduna götürülmüştür. 

"Sonra o gün, naîmden (bütün nimetlerden) sorulacaksınız." (102/Tekâsür, 8). Naîm: Lezzet alınan, zevk veren her türlü nimeti kapsar. Hayat, sağlık, âfiyet, hatta içilen bir yudum tatlı su dahi naîmdir. Zübeyr ibn el-Avvâm'ın şöyle dediği rivâyet olunur: "O gün, naîmden sorulacaksınız" âyeti indiği zaman dedim ki: "Ey Allah'ın Rasûlü, biz hangi nimetten sorulacağız? Elimizde olan şu iki siyah; hurma ile sudur (başka nimetimiz yoktur)." Buyurdu ki: "İşte o olacaktır (onlardan sorulacaktır)." (Tirmizî, Tefsir b. 89, sûre 102). Hadisin başka varyantına göre, bu âyet indiği zaman halk: "Yâ Rasûlallah, demişler, biz hangi nimetten sorulacağız? Bizdeki nimet, sadece iki siyah (hurma ile su)dur. Düşman karşımızda, silâhlarımız da omuzlarımızda (beklemekteyiz)." Allah'ın elçisi: "İşte o olacaktır (onlardan sorulacaktır)" buyurmuştur(Tirmizî, Tefsir b. 89, sûre 102, hadis no: 3357). 

"Kıyâmet gününde, kula sorulacak ilk nimet sorusu şöyledir: 'Biz senin bedenine sağlık vermedik mi, sana su içirmedik mi?" (Tirmizî, Tefsir b. 89, sûre 102). "Kıyâmet günü şu dört şeyden sorulmadıkça kul bırakılmaz: Ömrünü ne işte geçirdiği, malını nereden kazanıp nereye harcadığı ve ne amel/iş yaptığı sorulur." (Tirmizî, Kıyâmet 1)

Bu hadis rivâyetlerinin temel esprisi, insanın, kendisine verilen nimetlerden sorgulanacağını belirtmektedir. Âyetlerin açık anlamı geneldir. Hadisler de kendisine verilen nimetlerden, sağlık ve âfiyetten sorgulanacağını bildirmektedir. Zaten hayatın amacı da sınavdır: "Allah, hanginizin daha güzel amel/iş yapacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı." (67/Mülk, 2). Kanuni Sultan Süleyman'ın:

"Halk içinde mûteber bir nesne yok devlet gibi, 

Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi!" 

beytinde güzel ifâdesini bulduğu üzere, sağlıklı yaşam, nimetlerin en büyüğüdür. Allah insanı yaşadığı hayatta sınamaktadır. Bu ömür sonunda sağlığını, ömrünü nasıl geçirdiğini kendisine soracaktır. Allah'ım, Seni daima anmak ve Sana şükür halinde bulunmak için bize yardım eyle! 

      Kur'ân-ı Kerim'de Hastalık ve Şifâ Kavramı 

Kur’ân-ı Kerim’de “meraz/merzâ (hasta ve hastalık) kelimesi ve türevleri 24 yerde geçer. “Şifâ” kelimesi ve türevleri ise, 8 yerde kullanılır.

Meraz/hastalık kelimesi, Kur’an’da fiziksel hastalıklar için de kullanılmakla birlikte, çoğunlukla mecaz olarak mânevî hastalık için kullanılır. Haktan, doğruluktan ve güzel ahlâktan ayrılma, nifak (ikiyüzlülük) (2/Bakara, 10; 5/Mâide, 52; 8/Enfâl, 49; 9/Tevbe, 125; 22/Hacc, 53; 24/Nûr, 50; 33/Ahzâb, 12-32), hased (kıskançlık), şehvet (aşırı şehvânî/hayvanî duygular ve meyiller), fücûra (günah ve zinâ arzusu şeklinde ahlâksızlığa) niyetlenme (33/Ahzâb, 32-60; 47Muhammed, 20-29; 74/Müddessir, 31) gibi nefsî hastalıklar için kullanılır

Şâfî olan, şifâ veren sadece Allah’tır. O, hastalanan kimseye şifâ verendir (26/Şuarâ, 80). Kur’an sûreleri ve âyetleri de, mü’minler için şifâ ve rahmettir (17/İsrâ, 82). Kur’an, doğru yolu gösteren bir kılavuz ve şifâdır (41/Fussılet, 44). O, Rabbimizden bir öğüt, gönüllerde olan (dertlere) bir şifâdır, mü’minler için bir hidâyet ve rahmettir (10/Yûnus, 57).

Kur’an, mü’minlerin imanlarını kuvvetlendirip (9/Tevbe, 124), onlara devâ olurken, münâfıkların da kalplerindeki hastalıklarını arttırmaktadır (2/Bakara, 10; 9/Tevbe, 125).Kur’an, zâlimler için şifâ olmak bir tarafa, onların yalnızca ziyanını arttırır (17/İsrâ, 82). İman etmeyenler için Kur’an bir körlüktür (41/Fussılet, 44).

Kur’an’a göre esas önemli olan hastalık, kalplerde olan mânevî hastalıktır, inanç hastalığıdır. Münâfıkların kalplerinde hastalık (nifak ve haset hastalığı) vardır. Allah da onların bu hastalığını çoğaltmıştır (2/Bakara, 10). Kur’an açısından hastalığın en önemlisi, mânevî olduğu gibi; şifâ da, esas olarak mânevî alan için sözkonusudur. Onun dışındaki hastalıklar, nice hikmetlerle ilgili olarak peygamberlere de verilmiştir. Bu hastalıkların imtihan, günahlara keffâret, derecelerin arttırılması, sabır ve direnme gücü vererek insanı olgunlaştırması... gibi olumlu yönleri de vardır. Halbuki kalbî hastalıkların hiçbir olumlu yönü yoktur. 

Kâfir ve münâfıklarla savaş, onların mü’minler eliyle rezil edilip Allah’ın azâbına uğramaları için gerekli olduğu gibi, Allah’ın mü’minleri gâlip kılması ve mü’min toplumun kalplerine şifâ vermesi için de bir sebeptir (9/Tevbe, 14). Bu sünnetullahtan yola çıkarak, bugünkü toplumun stres gibi çeşitli bunalımlar ve problemler içinde yüzmesinin bir sebebi de Allah yolunda cihadı terketmeleridir diyebiliriz.

Bazı yiyeceklerde şifâ olduğu ve bu şifâ kaynağında Rahmânî vahiy ve ilhâmın, İlâhî rahmetin olduğu da Kur’an’dan anlaşılmaktadır. Vahiy/ilham gereği meyvelerin her birinden yiyip onların içindeki özlerden bal çıkaran arının bu ürününde insanlar için bir şifâ vardır (16/Nahl, 68-69).

Allah her şahsa, ancak gücü yettiği kadar sorumluluk yükler (2/Bakara, 286). Allah insanlara kolaylık ister, zorluk dilemez (2/Bakara, 185). Kim Ramazan ayında hasta veya yolcu olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde oruç tutar (2/Bakara, 185). İhtiyarlık veya şifa umudu kalmamış hastalık gibi devamlı mâzereti olup da oruç tutmağa güçleri yetmeyenlerden Ramazan orucu istenmez; onun yerine böyle bir hasta veya yaşlı, bir fakir doyumluluğu kadar fidye verir (2/Bakara, 185). 

Yine, mü’minler için önemli farzlardan/görevlerden olan Allah yolunda savaşa katılmamalarından ötürü zayıflara ve hastalara bir günah yoktur; ancak, onların boş durmamaları, dille cihad olan tebliğ ve insanlara öğüt vermeleri gerekmektedir (9/Tevbe, 91).

Yine, görme özürlüye, topala ve hastaya güçlük yoktur (Bunlara yapamayacakları görevler yüklenmez; yapamadıklarından dolayı günahkâr olmazlar) (24/Nûr, 61).  

“Oruç size sayılı günler olarak yazıldı (farz kılındı). Sizden her kim hasta yahut yolcuolursa, tutamadığı günler kadar diğer günlerde oruç tutar. İhtiyarlık veya şifa umudu kalmamış hastalık gibi devamlı mâzereti olup da oruç tutmağa güçleri yetmeyenlere fidye gerekir. Fidye, bir fakir doyumu miktarıdır. Bunun dışında kim gönüllü bir hayır yaparsa, bu, kendisi için daha hayırlıdır/iyidir. Eğer gerçekleri anlıyorsanız, her güçlüğe rağmen oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır. Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve hidâyeti/doğruyu eğriden ayırmanın (furkanın) açık delilleri olarak kendisinde Kur’an indirilen aydır. Sizden her kim hilâli (Ramazan ayının ilk hilâlini) görürse oruç tutsun (oruca başlasın). Kim o anda hasta veya yolcu olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun. Allah size kolaylık ister, zorluk dilemez. O, sayıyı tamamlamanızı, size doğru yolu gösterdiği için Allah’ı ta’zim etmenizi ister. Umulur ki, şükredersiniz. " (2/Bakara, 184-185)

“Haccı ve umreyi Allah için tamamlayın. Eğer (elde olmayan bir sebeple) bunlardan alıkonursanız, kolayınıza gelen kurbanı gönderin. Kurban, yerine varıncaya kadar, başlarınızı tıraş etmeyin. Sizden her kim hasta olursa yahut başından gelen bir rahatsızlığı varsa, oruç veya sadaka ya da kurban olmak üzere fidye vermesi gerekir...” (2/Bakara, 196)

“Ey iman edenler! Siz sarhoş iken -ne söylediğinizi bilinceye kadar-, cünüp iken de -yolcu olan müstesnâ- gusül edinceye kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta olur veya bir yolculuk üzerinde bulunursanız, yahut sizden biriniz ayak yolundan gelirse veya kadınlara dokunup da bir su bulamamışsanız o zaman temiz bir toprakla teyemmüm edin; yüzlerinize ve ellerinize sürün. Şüphesiz Allah çok affedici ve bağışlayıcıdır.” (4/Nisâ, 43)

“Ey iman edenler! Namaz kılmaya kalktığınız zaman yüzlerinizi, dirseklerinize kadar ellerinizi ve başlarınızı meshedip, topuklara kadar ayaklarınızı yıkayın. Eğer cünüp oldunuz ise, boy abdesti alın. Hasta, yahut yolculuk halinde bulunursanız, veya biriniz tuvaletten gelirse, ya da kadınlara dokunmuşsanız (cinsî birleşme yapmışsanız) ve bu hallerde su bulamamışsanız temiz toprakla teyemmüm edin de yüzünüzü (ve dirseklere kadar) ellerinizi onunla meshedin. Allah size herhangi bir güçlük çıkarmak istemiyor; fakat sizi tertemiz kılmak ve size (ihsan ettiği) nimetini tamamlamak istiyor; umulur ki şükredersiniz.” (5/Mâide, 6) 

“Kalplerinde hastalık bulunanların: ‘Başımıza bir felâketin gelmesinden korkuyoruz’ diyerek onların (yahûdi ve hıristiyanların) arasına koşuştuklarını görürsün. Umulur ki Allah bir fetih, yahut katından bir emir getirecek de onlar, içlerinde gizledikleri şeyden dolayı pişman olacaklardır.” (5/Mâide, 52 

“Onlarla savaşın ki Allah, sizin ellerinizle onlara azap etsin, onları rezîl etsin, sizi onlara gâlip kılsın ve mü’min toplumun kalplerine şifâ versin.” (9/Tevbe, 14)

“Allah ve Rasûü için (insanlara) öğüt verdikleri takdirde, zayıflara, hastalara ve (savaşta) harcayacak bir şey bulamayanlara (savaşa katılmamalarından ötürü) bir günah yoktur. Zira iyilik edenlerin aleyhine (kınanmasına) bir yol yoktur. Çünkü Allah çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.” (9/Tevbe, 91)

“Kalplerinde hastalık (kâfirlik ve münâfıklık) olanlara gelince, (bu sûre) onların murdarlığına murdarlık katar. Onlar artık kâfirler olarak ölürler.” (9/Tevbe, 125)

“Ey insanlar! Size Rabbinizden bir öğüt, gönüllerde olan (dertlere) bir şifâ, mü’minler için bir hidâyet ve rahmet (olarak Kur’an) gelmiştir.” (10/Yûnus, 57)

"Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa onu yine O'ndan başka giderecek yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse O'nun keremini geri çevirecek (hiçbir güç) yoktur. O hayrını kullarından dilediğine eriştirir. Çünkü O bağışlayan ve pek esirgeyendir." (10/Yûnus, 107)

“Rabbin bal arısına vahyetti: ‘Dağlardan, ağaçlardan ve insanların yaptıkları çardaklardan kendine evler (kovanlar) edin. Sonra meyvelerin her birinden ye ve Rabbinin sana kolaylaştırdığı yaylım yollarına git. Onların karınlarından renkleri çeşitli bir şerbet (bal) çıkar.’ Onda insanlar için bir şifâ vardır. Elbette bunda düşünen bir kavim için büyük bir ibret vardır.” (16/Nahl, 68-69)

“Biz Kur’an’dan öyle bir şey indiriyoruz ki o, mü’minler için şifâ ve rahmettir; zâlimlerin ise yalnızca ziyanını arttırır.” (17/İsrâ, 82)

“A’mâya güçlük yoktur, topala güçlük yoktur, hastaya da güçlük yoktur (Bunlara yapamayacakları görevler yüklenmez; yapamadıklarından dolayı günahkâr olmazlar)...” (24/Nûr, 61) 

“(O Allah) Hastalandığım zaman bana şifâ verendir.” (26/Şuarâ, 80)

“Eğer Biz onu, yabancı bir (dilde) okunan bir kitap kılsaydık, diyeceklerdi ki, ‘Âyetleri tafsîlâtlı şekilde açıklanmalı değil miydi? Muhâtapları Arap olduğu halde Arapça olmayan bir kitap mı geldi?’ De ki: ‘O, iman edenler için hidâyeti/doğru yolu gösteren bir kılavuz ve şifâdır. İman etmeyenlere gelince onların kulaklarında bir ağırlık vardır ve Kur’an onlara göre bir körlüktür. Sanki onlar uzak bir yerden çağrılıyorlar.” (41/Fussılet, 44)

İman etmiş olanlar ‘Keşke cihad hakkında bir sûre indirilmiş olsaydı!’ derler. Ama hükmü açık bir sûre indirilip de onda savaştan söz edilince, kalplerinde hastalık olanların, ölüm baygınlığı geçiren kimsenin bakışı gibi sana baktıklarını görürsün. Korktukları başlarına gelsin!” (47/Muhammed, 20) 

“Köre vebâl yoktur, topala da vebâl yoktur, hastaya da vebâl yoktur (Bunlar savaşa katılmak zorunda değildir). Kim Allah’a ve Peygamberine itaat ederse, Allah onu altından ırmaklar akan cennetlere sokar. Kim de geri kalırsa, onu acı bir azâba uğratır.” (48/Fetih, 17) 

“(Rasûlüm!) Senin, gecenin üçte ikisine yakın kısmını, (bazen) yarısını, (bazen de) üçte birini yatmadan (ibâdetle) geçirdiğini ve beraberinde bulunanlardan bir topluluğun da (böyle yaptığını) Rabbin elbette biliyor. Gece ve gündüz (içinde olup bitenleri iyiden iyiye) ölçüp biçen ancak Allah’tır. O sizin, bunu sayamayacağınızı bildiği için, sizi bağışladı. Artık, Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun. Allah bilmektedir ki, içinizden hasta(lanan)lar olacak, diğer bir kısmınız Allah’ın lutfundan (rızık) aramak üzere yeryüzünde yol tepecekler, başka bir kısmınız da Allah yolunda çarpışacaklardır. O halde Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun. Namazı kılın, zekâtı verin, Allah’a gönül hoşluğuyla ödünç verin. Kendiniz için önden (dünyada iken) ne iyilik hazırlarsanız Allah katında onu bulursunuz; hem de daha üstün ve mükâfatça daha büyük olmak üzere. Allah’tan mağfiret dileyin, şüphesiz Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.”  (73/Müzzemmil, 20) 

♻️   


  • İlk İşlenen Günah

Gurur ve kibrin tarihi, İblis’ten başlayarak NemrudlarFiravunlarKârunlar ve Ebû Cehiller gibi nice ahmakların âleme ibret olan âkıbetlerinin bir sergisi mâhiyetindedir. Kur’ân-ı Kerîm’de, kibrin ilk temsilcisi olarak İblis gösterilmektedir. O, “Âdem’e secde et!” emr-i ilâhîsi karşısında büyüklük taslamış, neticede bu kibri onu küfre sürüklemiştir.    

Cenâb-ı Hakk’ın rızâsına tâlip olan mü’min bir kulun, titizlikle sakınması gereken bâtınî haramların bir kısmı şöyledir:

1. Gurur-Kibir

2. Haset

3. Öfke

4. Riyâ

5. Cimrilik

6. İsraf

7. Tecessüs

8. Yalan

9. Gıybet.       

 Şu imtihan dünyasında her şey, iki zıt cihette dâimâ akış hâlinde:

“Îman ve küfür”, “hak ve bâtıl”, “hayır ve şer”, “güzel ve çirkin”, “helâl ve haram”...

İnsan, irâdesiyle bunlardan birini tercih ediyor. Böylece;

“Mü’min yahut kâfir”, “sâlih yahut fâsık”, “âdil yahut zâlim”, “merhametli yahut gaddar”, “cömert yahut cimri” olmak sûretiyle, bu iki akıştan birinde safını belirlemiş oluyor.

Bütün bu akışlar; ölümün dar boğazından geçip, kıyâmet nehrinden çağlayıp, Mahşer meydanına döküldüğünde, yine iki ayrı cihete doğru seyelân edecek.

Yahya bin Muâz (r.a.) buyurur:

“Şaşılır o kişiye ki hastalık korkusuyla yiyecekten perhiz eder de Cehennem korkusuyla günahtan perhiz eylemez.”

  • Velhâsıl, günahlarımızdan korkmalıyız:
  • Dilimizden çıkan yanlış kelâmlardan korkmalıyız.
  • Merhamet ve şefkat fukarâsı olmaktan korkmalıyız.
  • İslâm şahsiyet ve karakterini tevzî edememekten korkmalıyız.
  • İslâmʼın güler yüzünü sergileyememekten korkmalıyız.
  • Bu hatâ ve noksanlıklarımız sebebiyle âhirette karşılaşabileceğimiz dehşetli manzaralardan korkmalıyız.


                                #############################


50 Yunus KAPLAN/Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi Cilt/Sayı: XLVI

Başka bir beyitte ise şair, sevgilinin ayva tüylerinin derdiyle ölmesi hâlinde mezarının üstüne çimenlerinin yeşil bir örtü örtmesini isterken ayva tüylerinin rengiyle çimen rengi arasında bir benzerlik ilgisi kurar:

Gam-ı hatuñla gubâr olsam ey gül-i ra’nâ Mezâruma çemenüm örte bir yeşil hârâ (G. 30/1)

Velî, tanınmış kimselerin türbelerinde, mezarlarında mum yakmak âdeti inkılâba kadar devam etmiştir. Bir işinin olmasını isteyen kimse türbelere, mezarlara mum adar, ölülerden yardım beklerdi.26

Aşağıdaki beyitte şair “Felek kabrimde laciverdî şişeden bir kandil, yeni ay bu kandilin alevi, samanyolu ise fitilidir.” diyerek bu âdeti dile getirir:

Aşağıdaki beyitte sevgilinin gamından baş ağrısına tutulan âşığın yardımına, onun bu hâlini görerek pamukla yüzüne gül suyu akıtan gözleri yetişir:

Lâciverdî şîşeden kandîldür kabrümde çarh Mâh-ı nevdür şu’lesi vü kehkeşânıdur fitîl

(Kt. 287/2)

Aşağıdaki beyitte ise âşık, sevgilinin yanakları için ağlamaktan göz kapağının iltihaplanmasıyla oluşan remed hastalığına tutulmuştur. Onun bu hastalığının tedavisi için jalenin her seher vakti gül suyu akıtmasına şaşılmaması gerektiğini söyler:

Ruhuñçün aglamakdan kıldı tahsîl-i remed lâle

Gül-âb akıtsa tañ mıdur gözine her seher jâle (G. 470/1)

Deri üzerindeki kanı çekmek ya da deriyi çizip kan çıkartmaya “hacâmet”, bu işi yapana da “haccâm” denir. “Şişe çekmek” veya “şişe vurmak” diye de bilinen bu usulle, oturan veya yüzüstü yatan hastanın derisi üzerine, içerisinde tutuşturulmuş alkollü pamuk parçası bulunan şişeler yapıştırılır. Şişenin etkisiyle şişen yer, zemberekle yarılarak buradan pis kan alınır.

Aşağıdaki beyitte şair “Âhının yeli değdiği için su kabarcıklarının durmadan akan suya şişe çektiğini” söyleyerek hem yel değmesi hastalığına hem de bu hastalığın tedavisinde şişe çekmenin kullanılmasına atıfta bulunmuştur:

IV. Çeşitli Hastalıkların Tedavisinde Kullanılan İlaçlar ve Yöntemler

Günlük hayatın hemen hemen her alanıyla ilgili uygulama ve tecrübelerini şiirlerine başarıyla yansıtmayı başarmış olan klâsik şairler, insanların sosyal hayatlarında sürekli karşılaştıkları sağlık sorunları ve bunlara tedavi amaçlı kullandıkları birtakım ilaçlar ile çeşitli tedavi yöntemlerine şiirlerinde sıkça yer vermişlerdir.

Birçok klâsik şair gibi Emrî de yaşadığı döneme ait bazı hastalıklar ve bunların tedavisinde kullanılan ilaçlar ve tedavi yöntemlerini şiirlerinde sıkça kullanmıştır.

Gül-âb ya da cüllâb kelimeleriyle ifade edilen gülsuyu, gül yapraklarının çeşitli işlemlerden geçirilmesi neticesinde elde edilen bir çeşit şerbet veya süs eşyasıdır. Şairler tarafından rengi, kokusu, elde edilişi, şişede saklanışı, misafirlere sunuluşu, bir süsleme eşyası olarak kullanılışı gibi yönleriyle ele alınır. Ayrıca gülsuyunun kırmızı gülden elde edilmesi, güzel kokması, tatlı olması ve tedavi maksatlı kullanılması ile çoğu zaman şairler tarafından sevgilinin kırmızı yanakları ve dudakları, yanaklar üzerindeki terle birlikte düşünülmüştür.27

Bütün bunların yanında gülsuyunun şiirlerde tedavi amaçlı kullanıldığı da görülmektedir. Özellikle baş ağrısı çekenlerin bu ağrılarının tedavisinde gülsuyu önemli bir rol oynar.

26 Ahmet Talat Onay, a.g.e., s. 325.

27 Ömer Özkan, Divan Şiirinin Penceresinden Osmanlı Toplum Hayatı (14-15. Yüzyıl), Kitabevi Yayınları,

Bâd-ı âhumdan sirâyet itmese yil zahmeti Dem-be-dem âb-ı revâna şîşe çekmezdi habâb

(G. 36/3)

Gördi gamında derd-i serüm dîde-i sefîd Penbeyle rûyum üzre gül-âb akıdur dilâ

(G. 4/3)

Yine başka bir beyitte şair “Âhının yeli dokunduğu için feleğin baş aşağı düştüğünü” söyleyerek yel değmesi hastalığını dile getirmiştir:

Çarha didüm ki nigûn-ser nite düşdüñ didi kim Emri-i ‘âşıkuñ âhı yili tokındı baña (G. 20/5)

Kâfur, Bilâd-ı Hind’de Serendip tarafında yetişen bir ağacın zamkıdır.28 Koklanması baş ağrısını giderir, yenirse şehveti keser ve akan kanı durdururmuş.

Sevgilinin yan bakışının oklarının hayaliyle bedeni yaralanan âşığın bu yaralarına gözleri, tedavi amaçlı kâfur merhemi kullanır:

Hayâl-i tîr-i gamzeñ zahm-nâk itmiş-durur cismüm

Beyâz-ı dîde zahmına urupdur merhem-i kâfûr (G. 155/3)

Yine aşağıdaki beyitte şair “Gökyüzünde görünenlerin saman yolu olmadığını, âhının kılıcının gökyüzünde açtığı yaraların üzerine konan pamuk ya da kâfur merhemi olduğunu” söyleyerek yaraların tedavisinde kâfur merhemi kullanılmasını mübalağalı bir şekilde dile getirmiştir:

Aşağıdaki beyitte “Tiryakın yılan zehrini def etmesi gibi senin dudağın da gönlümde saçının derdini bırakmaz.” diyen şair, tiryakın bu kullanım amacına atıfta bulunmuştur:

Gam-ı zülfüñ komaz göñlümde la’lüñ

Yılan zehrini eyler def’ tiryâk (G. 279/4)

Hasta olanlar, daha rahat yürüyebilmek için asa kullanırlar. Bu durum aşağıdaki beyitte şair tarafından “Emrî aşka düştüğünden beri ah dumanlarıyla gezer. Ancak buna şaşılmamalıdır. Çünkü kişi hastalanınca asayla yürür.” şeklinde dile getirilir:

Sipihre tîg-ı âhum yara açmışdur benüm ey meh Degüldür kehkeşân yâ penbe yâ kâfûrî merhemdür

(G. 161/2)

Eskiden yaraları işletmek için -şimdiki yağı alınmış pamuktan mamul gaz bezine- pamuk veya keten, daha iyisi tiftik elyafından yapılmış fitiller konulurmuş. Bu lifler yaranın üstüne topluca konur ve hafifçe ileri itilerek üstü bir sargı ile sarılırmış.29

Aşağıdaki beyitlerden yaraların tedavisinde yaygın olarak bu fitillerin kullanıldığı anlaşılmaktadır:

Kaşuñ ger olmasa mecrûh-ı nâvek-i âhum

Dûd-ı âh ile gezer ışka düşelden Emrî Kişi ehl-i maraz olınca ‘asâyile yürür

(G. 147/5)

Teninde işlemez idi şehâ fitîl anuñ

Dilber bu yaralu bedenümde fitîlemi Görüp didi ki kurd üşüpdür yine leşe

(G. 292/3) (G. 424/3)

Herhangi bir sebepten dolayı aklı başından gidenlerin kendilerine gelmeleri için yüzlerine su serpilir. “Kendinden geçtiğini gören gözlerinin ağlayarak yüzüne durmadan su serptiğini” söyleyen şair, hem ağlamasını güzel bir sebebe bağlamış hem de günlük hayatın çok basit bir tedavi şeklini dile getirmiştir:

Fitîl-i tîrüñi ey kaşı yâ meded eyle

Gamuñda cism-i za’îfüm pür oldı yara ile (G. 494/4)

Eski tedavi şekillerinden bir diğeri de akan kanı durdurmak için yaraların üstüne örümcek ağı konulmasıdır.

“Beninin hayali gözden kan akıttı. Gerçi örümcek ağı kanı keser.” anlamına gelen aşağıdaki beyitte, akan kanı durdurmak için örümcek ağının kullanıldığı anlaşılmaktadır:

Bî-hûş görüp yüzüme her dem su seperler Ey Emrî çok eylük görürem dîdelerümden

(G. 406/7)

Hâlüñ hayâli hûnı revân itdi dîdeden Dirlerdi gerçi kat’ idicidür demi ‘ades

Tutya, aynı adla bilinen taşın dövülmesiyle elde edilen tozun adıdır. Göz bulanıklığı (sebel), göz ağrısı (remed), göz yaşarması ve göz kanlanması gibi hastalıkların tedavisinde tutya kullanılır. Bu tozun ayrıca göze parlaklık ve kuvvet verdiğine inanılır.

Aşağıdaki beyitte sevgilinin ayağının tozu, göz ağrısı çeken âşığın bu hastalığına tedavi amaçlı kullanılan tutyaya benzetilmiştir:

Devâ-yı derd-i remed olsa topragı n’ola kim

Tiryak, zehirlenmelere karşı tedavi amaçlı kullanılan panzehirdir. Özellikle yılan ve akrep gibi hayvanların sokmalarına karşı kullanılır.30 Klâsik şiirde ilaçlı tedavi açısından geçen en önemli mazmun tiryaktır. Tiryak, zehirlenmeye ve bazı hastalıklara karşı kullanılan macun, panzehir ve afyon anlamlarında kullanılmaktadır.31

29 Ahmet Talat Onay, a.g.e., s. 343.

30 İskender Pala, a.g.e., s. 543.

31 Bilal Kemikli, “Divan Şiirinde Hastalık ve Tedavi” Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Bursa

(G. 222/2)

Hevâ-yı hâk-i derüñ kıldı tûtiyâyı türâb

(G. 56/3)


KAYNAKÇA

Devellioğlu, Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Aydın Yayınları, Ankara 1996.

Doğan, Muhammet Nur, Eski Şiirin Bahçesinde, Alternatif Yayınları, İstanbul 2005.

Kaplan, Yunus, “Divan Şiirinde Ölüm Karşısında Âşıkların İstekleri” Turkish Studies / Türkoloji Araştırmaları, International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 5, Issue 3, s. 291-313.

Kemikli, Bilal, “Divan Şiirinde Hastalık ve Tedavi” Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Bursa 2007, C. 16, S.1, s. 19-36.

Onay, Ahmet Talat, Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar ve İzahı (Hzl. Cemal Kurnaz), Akçağ Yayınları, Ankara 2000.

Özkan, Ömer, Divan Şiirinin Penceresinden Osmanlı Toplum Hayatı (14 - 15. Yüzyıl), Kitabevi Yayınları, İstanbul 2006.

Öztürk, Mürsel ve Örs, Derya, Burhân-ı Katı, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 2009.

Pakalın, Mehmet Zeki, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C. II, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul 200        




XXXXXX

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hallo 🙋🏼‍♀️