
Frank Norris’in 19. yüzyıl sonlarındaki Amerikan toplumunun doğası ve Amerikan modernitesi üzerine vurgu yapan, 1901 tarihli “Octopus”u, Kaliforniya’daki çiftçiler ve buğday yetiştiricileri ile demiryolu ve onun politik makinesi arasındaki çatışmaları dramatize eder. Yarattığı kurgusal Pasific ve Southwest tren yolu ile lokomotifin mekanik gücünden, işletmenin duygu yoksunu iktidarına atlayan Ahtapot âdeta gücün, merhametsizliğin ve modern işletmenin etkinliğinin edebi olarak tanrılaştırılmasıdır.
Minos Uygarliği:Girit:Troya Savaşi
🎥 Atlantis: The Lost Empire (2001)
*0:19:49 LEViATHAN bahsediliyor.
*0:49:50 BÜYÜK TUFAN bahsediliyor.
🔺Bu kadar dili nasil biliyorlar?Kendi dillerinde kökeninde temel bir diyelekt olmali.!Babil asla bahceleri gibi.)
🔻Eğer latinceyi parçalara ayırıp içine biraz sümerce ilave edip birazda selanikçe (Yunanca) katarsanız onların temel dil yapısına biraz yaklaşmış olursunuz.
💎kristallerin bir çeşit iyileştirici özelliği var.O seçilmiştir.Kristal bizden öncekilerin ortak duygularından hayat bulur.Kristal gücü süreklilik ve koruma sağlar.Büyüdükçe kendine özgü bir bilinç geliştirir.Kibir yüzünden onu kaybettim.Yok olmamiza yol açar.
~Belki halkımız yaşıyor ama kültürümüz ölüyor.Malesef her geçen yıl biraz daha aşinıyoruz.~
🔰Sizi,Nuh toplumundan sonra,halifeler kildigi,sizi Fizik olarak daha güclü kildigini hatirlayin.-Araf,69
Eyüp 41:1-11 – İnsanlar Leviathan’ın Vahşeti Karşısında Çaresizdir
İNCİL METNİ
ÖZET
İnsanlar, Tanrı'nın yardımı olmadan, kozmik kötülüğe karşı tek başlarına direnmeye çalışırlarsa hayatta kalamazlar.
ANALİZ
40. ve 41. bölümlerde Tanrı iki farklı canavardan bahsediyor,Dev yaratıkVeLeviathan. Açıklamaları bir su aygırı ve bir timsah gibi geliyor. Bu iki hayvan ne kadar çirkin ve korkutucu olsa da, burada kozmik kötülüğün muazzamlığı için semboller olarak hizmet ediyorlar. Yazar, bilinen iki aşırı korkutucu hayvanı alıyor ve sıradan ölümlülerin hızla yenik düşeceği, dünyada var olan korkunç bir tehdit hayal etmek için resmi genişletiyor.
Bu imge, dünyada kötülük olduğu, insanların bununla tek başlarına yüzleşmekte aciz olduğu ve bu dehşete karşı ancak Tanrı'nın yardımıyla galip gelebileceğimiz gerçeğini iletmek için tasarlanmıştır. Elbette,gizemKötülük veya Şeytan veya iblis neden var olur ve dünyada zarar vermeye devam eder. Son zamanlarda, ejderha sonunda bir kez ve herkes için öldürülecektir (Vahiy kitabının sonuna bakın). Bu arada, yardımımız var. Kötülüğün güçleri ne kadar güçlü olursa olsun, Tanrı daha güçlüdür. Kötülük hala iş başında olsa da, Tanrı'nın nihai zaferi kazanacağı kesindir.
Eyüp'ün çektiği acıyla ilgili olarak, kozmik kötülüğün varlığı başka bir önemli bakış açısı ortaya çıkarır. Eyüp ve arkadaşları, Eyüp'ün suçlu olup olmadığına ve Tanrı'nın adil olup olmadığına odaklanmışlardı. Belki de acı ve ızdıraba neden olan üçüncü bir taraf vardır. Belki de bunun insan günahıyla veya Tanrı'nın adaletiyle hiçbir ilgisi yoktur, ancak bize zarar vermeyi amaçlayan kötü bir gücün işidir.
♻️
Livyatan
Livyatan ( Tanah'da yer alan Eyüp Kitabı, Yeşaya Kitabı ve Amos Kitabı'nda ismi geçen deniz canavarıdır.) Eyüp Kitabı'nda bahsedilen Livyatan, Antik Kenan mitolojisinde tanrı Baal Hadad tarafından mağlup edilmiş ilkel bir canavar olan Lotan'dan etkilenmiştir.

{{{ HADDAD: MÖ 2500'de Levant'tan Amoritler tarafından Mezopotamya'ya tanıtıldı ve burada Akad (Asur - Babil ) tanrısı Adad olarak tanındı.}}}.
Karşılaştırmalı mitolojiye göre Mezopotamya dininde canavara paralel olarak yer alan ve Marduk tarafından mağlup edilen Tiamatyer almıştır. Ayrıca Leviathan, İndra'nın Vritra'yı öldürmesi veya Thor'un Jörmungand'u yenmesi gibi anlatılardaki ejderha ve yılanlarla (serpent) karşılaştırılabilir.

İbrani Kutsal Kitabı'nda ise Leviathan güçlü bir düşmanı, özellikle de Babil'i (Yeşaya:27:1), tarif etmek için metafor olarak kullanılmıştır. Bazı 19. yüzyıl akademisyenleri canavarı timsah gibi büyük su canlılarına atıfta bulunduğu şeklinde yorumlamıştır. Sözcük daha sonraları genel olarak deniz canavarlarının yanı sıra "büyük balina" anlamına gelen bir terim olarak da kullanılmaya başladı. Canavar, Yahudiliğin yanı sıra Hristiyanlık ve çeşitli gnostik dinlerde de yer alır.

Hilal Babil'in üçlü tanrılarından biri olan Sin'in sembolü olarak kullanılmaktaydı. Sin Babil'in Hilal tanrısının adıydı ve diğer tanrılarla, İştar (beş köşeli yıldız-pentagram) ve Şamaş (güneş) ile üçü bir arada bulunan bir üçlüyü oluşturuyordu. Sin'in sembolü hilal şeklindeki bir Ay'dı. Hilal (Sin) aynı zamanda insanların kaderlerini belirleyen bir tanrı olarak görülüyordu.
Tanah'ta İnanna/İştar'dan üstü kapalı bir şekilde bahsedilmiş ve Ugaritli Ashtart ile ilerleyen dönemlerde muhtemelen Yunan Tanrıçası Afrodit'in gelişimini etkileyecek olan FenikeliAstarte'yi büyük ölçüde etkilemiştir. İnanna'ya tapınma, Hristiyanlığın doğuşuyla MS 1 ila 6. yüzyıl arasında yavaş yavaş ortadan kalkmıştır.
{{{{{{{{{{ Sümerlilerin Enuma Eliş (Gökyüzünde) sözcükleriyle başlayan ve bundan ötürü bu adla anılan uzun yaratılış şiiri, Marduk'un baştanrılığı iddiasını şöyle anlatır (Kimi incelemeciler Marduk'un bu şiire sonradan sokulduğunu ileri sürmüşlerdir): İlk kaosun canavarı Tiamat'ı (tuzlu suların kişileşmesi) yendikten sonra "yeryüzünün ve göğün tanrılarının efendisi" olur. "İnsanlarla birlikte bütün doğa, varlığını ona borçludur" denilmektedir.
Marduk en eski anıtlarda, elinde üçgen bir kürek çapayla betimlenir;
Giysisi yıldızlarla süslüdür. Elinde bir asa vardır; ayrıca yay, mızrak, ağ ya da yıldırım taşır. Bazı Asur ve Pers kralları da yazıtlarda Marduk ve Zarpanit'i saygıyla anmışlar.
Marduk kendisini Baal ve Tammuz adlarıyla devam ettirmiştir. Baal ile Tammuz arasındaki önemli bir fark, Baal'ın simgesinin Hilal, Tammuz'un simgesinin ise Güneş olmasıdır.
Aslında Babil'de tapınılan üçlü tanrılardan Sin, İştar ve Şamaş tek bir tanrıda, Marduk'ta birleşerek üçlük inancını oluştururlar. Buna göre Marduk bütün ışık veren gök cisimleriyle simgelenmiş olur.}}}}}}}}}}}}
⁉️Baal ilk olarak Babil'in baş tanrısı olan Marduk olarak ortaya çıkmıştır. Babil kralları aynı zamanda kendileri de bir tanrı olarak görülürler ve tanrılarının adlarını taşırlardı.
Marduk sonunda Bel'le özdeşleştirilmiştir. İlkin tarım tanrısıydı, sonra MÖ 20. yüzyılda kral Hamurabi tarafından en yüce tanrı derecesine yükseltildi, daha sonra MÖ 16. yüzyılda kral Nebukadnezar (Arapça; Buhtunnasr) tarafından tektanrı sayıldı. Sümerlerin 50 kadar tanrısının ismi Marduk'a verilmiş ve tektanrıcılık yönünde adımlar atılmıştır.
Eski Mezopotamya inançlarında o, özdeğe biçim veren ve detayı yaratan tanrı sayılmaktadır. Balçıktan insanı yaratan odur. Tarım tanrısı olduğundan ötürü de marru (bel küreği)'yla simgelenmiştir.
Yahudiliğe etkisi: Krallıkların ve uyruklarının yazgısı onun elindedir. Yeryüzünü de Kingu'nun kanıyla yoğurup elde ettiği balçıktan ilk insanı meydana getirmiş. Babil Kralı Hammurabi ünlü yasalarını kendisine dikte ettirenin Marduk olduğunu söyler. Marduk burada adalet tanrısı Şamaş kişiliğindedir. İncelemeci Samuel Reinach, Hammurabi Kanunlarıyla Yahudi yasaları arasındaki benzerliğe işaret ederek, Marduk'u Yehova'yla aynılaştırır; "Eğer Musevi kanunlarının Musa’ya Tanrı tarafından yazdırıldığı doğruysa, Tanrı, Hamurabi’nin yapıtını aşırmış demektir."
Hristiyanlığa etki: Marduk güneş tanrısı olduğundan, kundaktaki ve beşikteki çocuğun başucunda bir güneş çemberi (Halo, Nimbus) resmi bulunur. Çocuğun bulunduğu kundak beş köşeli İştar Yıldızı (Pentagram) olarak resmedilir ve İştar Yıldızı'na benzeyen Helleborus Niger çiçeğiyle simgelenir.
"İslam'da, Marduk ayrıca İslam mitolojisindekiHarut ve Marut efsanesinin Marut'u ile ilişkilendirilir." şeklinde bir görüş mevcuttur. Ancak İslam'da Harut ve Marut iki melektir, kral ya da ilah değildir.
Lâkin şeytanlar kâfir oldular. Çünkü onlar, insanlara büyü yapmayı ve Bâbil'de Hârut ile Mârut isimli iki meleğe indirilen bilgileri öğretiyorlardı.~ Bakara,102
Mezopotamya mitolojisi
Dicle ve Fırat nehirleri arasında ki bölgede gelişen fikirler ya da öğretiler.
Mezopotamya mitolojisi, Sümerlerin dini evrendeki güç, nesne ve varlıkları temsil eden Antropomorfik tanrı ve tanrıçalar içerirdi. Sümerlerin inanışına göre insanlar başta tanrılartarafından hizmetçi, köle olarak yaratılmış fakat daha sonra özgürleştirilmiştirler.
Mezopotamya dini yaklaşık olarak MÖ 400'lerde yok olmasına rağmen modern dünyada birçok Yahudilik, Hristiyanlık İslam ve Mandaizm de de tekrarlanan birçok Tevrat hikâyelerinin ana kaynağının Mezopotamya mitolojisi olması dolayısıyla güncel etkilere sahiptir. Özellikle yaratılış mitolojisi, Aden bahçesi, tufan, Babil kulesi, Nemrut ve Lilith figürleri bu konuda en net örnekleri oluşturur. (bkz. Gılgamış destanı).

{{{ Monoteizm veya tek tanrıcılık, tek bir tanrının varlığına ya da Tanrı'nın birliğine duyulan inanç olarak tanımlanır.}}}
monoteist dinlerdeki tanrılar, melekler, şeytanlar, cinler ve daha başka kavramlar da "Antropomorfizm" konusu olabilir. "Antropomorfizm", Yunancada insan anlamına gelen (anthrōpos) ile şekil veya biçim anlamına gelen (morphē) kelimelerinden oluşur.
Meselâ, Aristo'nun Fizik kitabındaki ilk unsur, hiçbir insanî özellik taşımaz.
69. ayette geçen “yüce topluluk"anlamındaki “mele-i ala” ile, tefsirlerde genellikle melekler âleminin kastedildiği, meleklerin tartıştıkları konunun da Bakara sûresinde (2/30-33) anlatılan Hz. Âdem'in ve insan türünün yaratılması hadisesi olduğu ifade edilir.
De ki ey Muhammed! İnsanın yaratılışına karşı çıktıklarında, yüce melekler meclisinde neler olup bittiği hakkında gerçek bilgi sahibi değilim.~Sâd,69
Siz melek değilsiniz ki size melekten peygamber gönderelim. Beşere beşerden peygamber göndeririz.~ isrâ,95
♻️

Akadca yazılmış tufan tableti.
Gılgamış tufan efsanesi:
Gılgamış'ın saltanatının, yazıldığı bilinen en eski hikâyelerden önce, yaklaşık MÖ 2700 yıllarında olduğuna inanılmaktadır. Hikâyelerde adı geçen diğer iki kral olan Aga ve Enmebaragesi ile ilişkili eserlerin keşfi, Gılgamış'ın tarihi varlığına olan inancı güçlendirmiştir.
En eski Sümerce Gılgamış şiirleri, Üçüncü Ur Hanedanı (MÖ 2100-2000) dönemine kadar gitmektedir. Bu şiirlerin birinde Gılgamış, tufandan sağ kalan biriyle görüşmek için yolculuğa çıkar ve tufanın kısa bir öyküsünü dinler. En eski Akadca versiyonları, yaklaşık MÖ 2000-1500 tarihlerine gitmektedir. Bu eski Babil versiyonun bölük pörçük olmasından ötürü tufan hikâyesinin genişletilmiş bir hâlinin olup olmadığı bilinmiyor fakat bir bölümü, kesinlikle Gılgamış'ın Utnapiştim ile karşılaşmasını içeren yolculuğunu ele almaktadır. "Standart" Akadca versiyonu, öykünün uzun bir versiyonunu içermektedir ve MÖ 1300-1000 yılları arasında bir zamanda Sîn-lēqi-unninni tarafından düzenlenmiştir.
Gılgamış XI. tufan tableti, tufandan başka hikâye de içerir. Tufan tablete dahil olmuştur çünkü destanın teması olan ölümsüzlük, tanrılar tarafından Utnapiştim'e bağışlanmıştır. Asıl konu Utnapiştim'in eşsiz, asla tekrarlanamayacak koşullarda sonsuz bir yaşam kazandığı görülmesidir.
Gılgamış'a, onu tekrar gençleştirecek bir ot verir. Fakat bu ot, denizin altındadır. Gılgamış da otu elde etmek için denizin altına iner ve denizin dibinde yürüyebilmek için ayağına taş bağlar ve otu elde eder. Otu koparmayı başaran Gılgamış, Uruk'a dönüp yaşlı bir adam üzerinde otu deneyecektir. Fakat Gılgamış, temizlenmek için bir gölete girdiğinde otu, bir yılan çalar. Otu kapar kapmaz yılan deri değiştirir ve yeniden doğmuş gibi olur.
🗺Utnapiştim, Gılgamış'a Fırat Nehri'nin kıyısındaki eski şehir Şuruppak'ta başlayan gizli bir hikâye anlatır.
Gılgamış Destanı'nın standart Akadca versiyonunda İştar, Gılgamış'tan eşi olmasını ister fakat reddedilince Enkidu'nun ölümüyle sonuçlanan Gök Boğası'nı serbest bırakır ve bu da Gılgamış'ın ölümsüzlüğü aramasıyla sonuçlanır.

Standart Akadca yazılmış olan Gılgamış Destanı'nın VI. tabletinde İştar, Gılgamış'ın cinsellik içeren teklifini reddedikten sonra cennetegiderek annesi Antu ile babası Anu'ya yakınır. Anu'dan kendisine Gök Boğası'nı vermesini talep eder ve eğer babası bu talebi geri çevirirse Ölüler Diyarı'nın kapılarını kırıp yaşayanları yemesi için ölüleri ayaklandıracağını belirtir. Anu, İştar'ın talebini reddederek Gök Boğası'nın serbest bırakılmasının yedi yıllık bir kıtlığın oluşmasına neden olacak kadar yıkıcı olduğu konusunda ısrar eder. Bunun üzerine İştar, tüm insanlar ve tüm hayvanlar için yedi yıl boyunca yetecek kadar tahıl depoladığını açıklar. Sonuç olarak Anu, boğayı gönülsüzce İştar'a verir. İştar boğayı dünyada serbest bırakınca büyük bir yıkıma neden olur.
Gılgamış ile Enkidu birlikte hareket eder; Enkidu, boğanın arkasına geçip kuyruğunu çekerken Gılgamış kılıcını boğanın boynuna geçirip boğayı öldürür. Boğanın kalbini Güneş tanrısı Şamaş'a sunarlar. Gılgamış ve Enkidu dinlenirken İştar, Uruk'un surlarında dikilir ve Gılgamış'ı lanetler. Enkidu, boğanın sağ uyluğunu yırtıp İştar'ın yüzüne atar ve "elime geçirseydim seni de bu hâle getirirdim ve bağırsaklarını koluna takardım" der.
İştar "fahişeleri, odalıkları ve orospuları" bir araya çağırarak Gök Boğası için yas tutmalarını emreder.

VII. tablet Enkidu'nun Anu, Ea ve Şamaş'ı gördüğü bir rüyayı anlatmasıyla başlar; bu üç tanrı, Gök Boğası'nı öldürdükleri için ceza olarak Gılgamış ya da Enkidu'dan birinin ölmesi gerektiğini belirtir. Enkidu'yu seçerler ve kısa bir süre sonra Enkidu hastalanır, Ölüler Diyarı'yla ilgili bir rüya görür ve ardından ölür.
Michael Rice, eski kültürlerde genellikle depremlerle ilişkilendirilmesinden dolayı boğanın bir depremi temsil edebileceğini düşünmektedir. Ayrıca, boğanın antik Mezopotamya'daki insanlar için kuraklık ve kısırlık dönemi olan yaz mevsimini temsil edebileceğini belirtmiştir.
Gordon ve Rendsburg, antik Yakın Doğu'nun çoğu bölgesinde bir boğanın bacağını birine atma fikrinin "korkunç bir hakaret olduğunu" ve antik Yunan epik şiiri olan Odysseia'de tekrar ettiğini belirtmiştir. Bazı araştırmacılar, Gök Boğası'nın İnanna'nın Ölüler Diyarı'na İnişi'nde İnanna tarafından bahsedilen Ereşkigal'ın kocası Gugalanna ile aynı figür olduğunu düşünmektedir.
Walter Burkert'e göre İştar'ın Gılgamış tarafından reddedildikten sonra Anu'ya gelip Gök Boğası'nı talep etmesi, İlyada'nın V. kitabındaki bir sahneyle paralellik göstermektedir. Gılgamış Destanı'nda İştar, annesi Antu'ya yakınır fakat Anu tarafından incitici olmayan bir dille azarlanır. İlyada'daki sahnede İştar'ın Yunan uyarlaması olan Afrodit, oğlu Aeneas'i kurtarmaya çalışırken kahraman Diomidistarafından yaralanır. Annesi Dioni'ye ağladığı, kız kardeşi Athena tarafından alay edildiği ve babası Zeus tarafından azarlandığı Olimpos Dağı'na kaçar. Ayrıca Antu'nun adı Anu'nun dişileştirme biçimiyken Dioni'nin adı da Zeus'un dişileştirme biçimidir. Dioni, İlyada'nın geri kalan kısmında görünmez yerine Zeus'un eşi olarak tanrıça Hera yer alır. Burkert bu nedenle Dioni'nin Antu'nun bir öyküntüsü olduğu sonucuna varmıştır.
Odysseia'de Helios'un, sığırlarının katledilmesinin intikamını almazsa Zeus'a yönelik tehdidi ile Gılgamış Destanı'nda İştar'ın Gök Boğası'nı isterken Anu'yu tehdit etmesi arasında benzerlik olduğunu ifade etmiştir.
Bruce Louden, boğayı öldürdükten hemen sonra Enkidu'nun İştar'la alay edişini Odysseia'nin IX. kitabında Odisseas'nin dev Polifimos ile alay edişiyle kıyaslamıştır.
Her iki hikâyede de belli bir zaferden sonra kahramanların kapıldığı kibir, bir tanrı tarafından lanetlenmelerine yol açar.
İnanna
İnanna (Sümerce: 𒀭𒈹 Dinanna, ayrıca 𒀭𒊩𒌆𒀭𒈾 Dnin-an-na) ; aşk, güzellik, seks, savaş, adalet ve siyasi güçle ilişkilendirilen antik Mezopotamya tanrıçasıdır.
Sümerlerde kendisine "İnanna" adıyla ibadet edilirken daha sonraki dönemlerde Akad, Babil ve Asurlular tarafından İştar (Dištar) olarak tanımlanmış ve "Cennetin Kraliçesi" olarak anılmıştır.
Ana tapınma merkezi Uruk'taki Eanna Tapınağı'dır ve buranın koruyucu tanrıçası kabul edilmiştir. Eski Babil döneminde, tanrıça İştar'ın Venüs gezegeniyle ilişkilendirilmiş ve aslan ile sekiz köşeli yıldız, en belirgin sembolü olmuştur.
İştar Yıldızı ya da İnanna Yıldızı, antik Sümertanrıçası.
Sonraki zamanlarda, İştar'ın tapınaklarında çalışan köleler bazen sekiz köşeli bu yıldızın mührüyledamgalanırdı.
İştar'ın bir diğer önemli sembolü ise aslen İnanna'ya ait olan Rozetti. Yeni Asur dönemin'de Gül, sekiz köşeli yıldızı bile gölgede bırakıp İştar'ın birincil sembolü haline gelmiş olabilir ve Asur kentindeki İştar tapınağı çok sayıda Rozet ile süslenmiştir.

İnanna'ya Sümerlerde en erken Uruk Dönemi'nin (MÖ 4000-3100) başlarında tapınılırken Akad Kralı Sargon'un bölgeyi ele geçirmesinden önce bölgede kendisine tapınma pek yaygın değildi. Sargon sonrası dönemde ise Mezopotamya'da tapınaklarıyla Sümer panteonunda en çok saygı duyulan tanrılardan biri hâline gelmiştir. Çeşitli cinsel ayinlerle ilişkilendirilme ihtimali olan İnanna/İştar kültü, bölgedeki Sümerleri özümseyen ve başarılı olan Doğu Sami diline mensup kişiler (Akadlar, Asurlar] ve Babilliler) tarafından devam ettirilmiştir. Özellikle Asurlar tarafından sevilmiş hatta sıralamada millî tanrıları Aşur'un da önüne geçerek panteonlarındaki en parlak tanrı olmuştur.
Tanah'ta İnanna/İştar'dan üstü kapalı bir şekilde bahsedilmiş ve Ugaritli Ashtart ile ilerleyen dönemlerde muhtemelen Yunan Tanrıçası Afrodit'in gelişimini etkileyecek olan FenikeliAstarte'yi büyük ölçüde etkilemiştir. İnanna'ya tapınma, Hristiyanlığın doğuşuyla MS 1 ila 6. yüzyıl arasında yavaş yavaş ortadan kalkmıştır.
İnanna, diğer Sümer tanrılarına göre daha fazla mitlerde yer almaktadır.
İştar Kapısı, Mezopotamya'da Yeni Babil İmparatorluğu kralı Nebukadnezar tarafından savaş ve aşk tanrısı İştar (İnanna) adına yaptırılmış kent giriş kapısı.
MÖ 575'lerde şehrin sekizinci büyük kapısı olarak tasarlanmıştı. Yüksekliği ise kaba hatlarıyla beraber 12 metreden biraz yüksekti.
Arka arkaya dizilmiş şekilde iki kapısı vardı ve güney kısmında geniş bir alan mevcuttu. Tören Yolu ise taş ve tuğla döşeliydi. Yan kısımlarda birer ayağını kaldırmış olan ve dönem şartlarına uygun olarak pişmiş topraktan yapılmış aslan heykelleri mevcuttu.
Yol boyunca yaklaşık 120 heykel vardı. Kapının cephe kısmı ise çeşitli boğa ve ejderha kaplamalı figürlerle bezeliydi. Bu figürler de yaklaşık olarak 575 adetti.
Kyknos, piramiti tamamlamak üzeredir. Zirvede tek bir kafatası için boş yer kalmıştır. Teselya kralının kafasıyla zirveyi tamamlamayı düşünürken, Herkül'ün oradan geçtiğini görür. Çıkıp Herkül'e meydan okur ve Herkül onu öldürür.
Yunan mitolojisinde Ares, savaş tanrısıdır. Zeusve Hera'nın oğlu ve On İki Olimposlu'dan biridir. Roma'da Mars olarak da bilinir.
Tanrılar tanrısı Zeus'un pek de sevmediği tanrı Ares bir destanda şöyle geçmiştir:
Olympos'ta oturan tanrılar arasında benim en tiksindiğim tanrısın sen !
Hep hır gür kavga, savaş senin işin gücün, ele avuca sığmaz huysuzluğun, biliyorum,
Apollon ile Athena'nın Ares hakkında söyledikleri ise şöyledir:
Ares, İnsanların baş belası Ares,
Ey kaleler yıkan, elleri kanlı Ares...
Yaklaş ona saldırgan Ares'ten çekinme,
Delinin biridir, kötünün kötüsüdür o,
Bir o yana döner bir bu yana...
Ares 4 büyük yardımcılarıyla Phobos (Korku), Deimos (Dehşet), Eris ve Enyo ile tüm dünyaya dehşet verir. (Trakya'da katliamlar yapar. 3 nehir insan kanı akıtır.)
Mitolojide Kyknos adında birkaç karakter daha vardı, hepsi de isim babası kuğuyla ilişkilendirilmişti. Biri Akhilleus tarafından öldürülen bir Truva şampiyonuydu ve diğeri Phaethon'un ilk Hyperborean kuğusuna dönüşen bir arkadaşıydı.
Ares asıl ilgiyi İtalyanlarda, Mars adı altında Roma'da görür. Roma'nın kurucusu Romulus'un efsanevi babası olan Mars (Ares) Romalılartarafından ataları olarak benimsenmiştir.

Cyrus H. Gordon ve Gary A. Rendsburg, bir Yakın Doğu motifi olarak bir kahramanın ölümünü izleyen yedi yıllık kıtlık döneminin ilerleyen dönemlerde ortaya çıkan anlatılara kaynak olduğunu tespit etmiştir. Örneğin Aqhat'ın ölümünün Ugaritik mitinde doğrulandığını, yedi yıllık kıtlığı öngörerek erzak depolayan biri temasının ayrıca Tekvin'deki Yusuf'un hikâyesinde de yer aldığını belirtmişlerdir.
Lagaş’ın hanedanları:
Bu hanedanlık Sümerlilerden kalma fazlası eksik ve parçalanmış "Lagaş Kraliyet Kayıtları"nda geçse de,
Sümer kral listesinde bulunmamaktadır,
Nasıl hesaplandığı bilinmese de, tufandan iki yüzyıl sonra, insanlık kendisi için yiyecek yetiştirmekte zorlanıyordu, tamami ile yağmura bağımlı haldeydi; sulama ve tarla sürme yöntemleri böylece tanrılar tarafından bildirildi. Aşağıda Lagaş'ın yöneticilerinin listesi bulunmaktadır.
Lagaş’ın ilk hanedanları
- Enhengal (MÖ 2550)
- Lugal-Sha-Gen-Sur (Lugal-Suggur), yüksek rahip ya da patesi (c. 2510)
- Ur-Nina (Ur-nanshe), kral (c. 2480)
- Akurgal (c. 2450)
- Eannatum, kral (c. 2445) ilk imparatorluğu kurmuştur
- En-anna-tum I (Inannatum I, yüksek rahip (c. 2440)
- Entemena, kral (c. 2400)
- Inannatum II. (c. 2390)
- Enitarzi (c. 2385)
- Lugalanda (2384;2378)
- Urukagina, kral (2378;2371)
Lagaş’ın ikinci hanedanlığı
- Ki-Ku-Id (2260)
- Engilsa (2250)
- Ur-A (2230)
- Lugalushumgal (2200)
- Puzur-Mama
- Ur-Utu
- Ur-Mama
- Lu-Baba
- Lugula
- Kaku
- Urbaba (2164-2144).
- Gudea (2144-2124)
- Urningirsu (2124-2119)
- Pirigme (2119-2117)
- Ur-GAR (2117-2113)
- Nammahani (2113-2110)

Girsu'daki arkeolojik yapı kalıntılarıObeyd Kültürü ya da Ubeyd Kültürü, Güney Mezopotamya'da MÖ 5.900 – 4.300 tarihleri arasında var olmuş bir yerel ve tarihöncesikültürdür. Güney Mezopotamya'nın en eski yerleşimi olarak Çanak Çömlekli Neolitik Çağ'dan Kalkolitik Çağ'a uzanan ve Uruk Dönemi başlarına kadar süren bir kültürdür.

Obeyd Kültürü ilk olarak, bir Sümer yerleşmesi olan Ur yakınlarındaki Tell el Ubaid Höyüğü'nde incelenmiş, kültüre bu yerleşmenin adı verilmiştir.
Kültürün tüm ayrıntıları Eridukentinde açığa çıkarılmıştır.
Eridu'daki E-abzu tapınağı.
MÖ 5400 yılında kurulan Eridu Güney Mezopotamya'nın en eski şehridir.
Eridu (Sümerce: eridug; Akadca: irîtu; modern Arapça: Tell Abu Shahrain), Güney Mezopotamya'da (günümüzde Zi Kar İli, Irak) bir arkeolojik sittir. Eridu'nun uzun süre güney Mezopotamya'daki en eski şehir olduğu düşünüldü ve günümüzde de halen dünyanın en eski şehri olduğu tartışılmaktadır.
Bu yapılar kerpiçten yapılmış ve birbirinin üzerine inşa edilmişti. Yukarı doğru gelişen tapınaklar ve dışa doğru gelişen yerleşim yerleri, büyük bir şehrin inşa edilmesini sağlamıştı. Sümer mitolojisine göre; Eridu, şehri kurduğu düşünülen Enki (sonradan Akadlar tarafından Ea olarak da bilinen)'nin yurduydu. Enki'nin, tüm yaşamın kaynağı olduğu düşünülen bir akifer olan Apsû'da yaşadığına inanıldığı için, tapınağına E-Abzu adı verilmişti.
Apsû (abzu veya engur olarak da bilinir) Sümerve Akad mitolojisindeki yeraltı tatlı su okyanusunaverilen isimdir. Göller, pınarlar, nehirler, kuyular ve diğer tatlı su kaynaklarının suyu apsû'dan çektiğine (aldığına) inanılırdı.
İnsanoğlu yaratılmadan önce Sümer tanrısı Enki'nin (Akad'da Ea) apsû'da yaşadığına inanılırdı. Karısı Damgalnuna, annesi Nammu ve uşakvari bir yaratık türünün de apsû'da yaşadığına inanılırdı.
Eridu'da Enki'nin tapınağı E-abzu ("abzu tapınağı") olarak bilinirdi. Babil ve Asur tapınak avlularında bulunan belirli kutsal su depolarına da apsû veya abzu denirdi. Bazılarına göre bu böylece İslam camilerindeki yıkama havuzlarının veya Hristiyan kiliselerindeki vaftiz pınarlarının öncüsüdür.
Lagaş
Lagaş harabeleri 1877 yılında o tarihte Basra'da Fransız konsolosu olan Ernest de Sarzectarafından keşfedildi. Sarzec kazılarına 1901 yılında ölünceye dek devam etti. Başlıca kazılar iki büyük höyükte yapılmıştır. Bunlardan biri Lagaş'ın efendi tanrısı Ningirsu ya da Ninib adına yapılmış olan E-Ninnu tapınağını ortaya çıkarmıştır.
Lagaş, Fırat ve Dicle nehirlerinin birleşme yerinin kuzeybatısında Uruk'un doğusunda yer alır. Lagaş hem Sümerlilerin hem de daha sonraları Babillilerinen eski şehirlerinden biridir. Yakınındaki Girsuşehri, Lagaş'ın dini merkeziydi.

Yunan ya da Selçuklu Hanedanı döneminde E-Ninnu tapınağı yıkılmış ve üzerine kale inşa edilmiştir. Bazı briketlerin üzerinde küçük Babil krallığının kralı olan Hada-nadin-akhe hakkında Aramca ve Yunanca yazıtlar bulunmaktadır. Bu kalenin altında Gudea'ya ait pek çok heykel bulunmuştur. Bu eserler Louvre müzesinin Babil kolleksiyonunun nadide parçaları olarak sergilenmektedir. Bu heykellerin kafaları ya da organlarından bir koparılarak inşa edilen kalenin temeline atılmışlardır.


Antik Mezopotamya dini
Sümerler; gök, yer, deniz ve havanın denetimini ellerinde bulunduran tanrıların yaratıcı tanrılar olduğu ve bütün diğer kozmik varlıkları bu dört tanrıdan birinin yarattığı düşüncesine sahiptiler. Sümerlerin düşüncesine göre An, Enlil, Enki ve tanrıça Ninhursag panteonun dört büyük tanrısıdır. Bunların dışında Ay tanrısı Nanna, Güneş tanrısı Utu ile aşk ve savaş tanrıçası İnanna diğer önemli üç tanrıdır. Baş tanrı olarak kabul edilen An, başlangıçta Sümerler tarafından panteondaki en yüce hükümdar olarak kabul edilirken Uruk'ta İnanna'ya tapınma An'a tapınmanın önüne geçmiştir.
Sümerlerdeki büyük tanrılar, Sami toplumlarınınyoğun bir şekilde Sümer kültürü ve özellikle inancı etkisinde kalmasıyla birlikte, genellikle Sami adlar almaya başlamışlardır. Akad devletinin hükümdarlarının hükümdarlığı altında Sümerlerin tanrıça İnanna'sı olan tanrıça İštar tüm tanrıların başına geçmiştir.An (Akadca: Anu), Akad kralları zamanında mevki ve rol itibarıyla önem kazanmıştır.
Babilliler, Sümer kültünün ana temalarına ve tanrıların çoğuna bağlı kalmakla beraber, tanrı Marduk'u merkeze alan bir imparatorluk kültü olarak yeniden örgütlemişlerdir. Gökyüzü tanrısı An (Anu), hava tanrısı Enlil ve yeryüzü tanrısı Enki (Ea), Babil ilahları arasında da yer alırken Marduk, Ea'nın oğlu olarak panteona eklenmiş ve böylece hem doğuştan gelen haklara hem de onun olağanüstü yeteneklerine sahip olarak yaratılmıştır.[13] Marduk kültü yalnızca Babil etrafındaki bölgede baskın olmakla birlikte birkaç yüzyıl sonra Babil'in başlıca kültü hâline gelmiştir. İkinci binyılın sonuna gelindiğinde ise I. Nebukadnezar döneminde, Sümer asıllı tanrılar grubunun en önemli tanrılarının özelliklerini kendinde topladıktan sonra Marduk en yüce tanrı hâline gelmiştir. Enuma eliš (Yaratılış Şiiri) Babil ve Marduk'un yükselişini mitolojik olarak anlatmaktadır. Marduk'la yakından ilişkili bir diğer tanrı da oğlu Nabu'dur. Borsippa tanrısı olan Nabu, aynı zamanda yazıcıların koruyucusu ve Ea ile Marduk gibi bilgelik tanrısıdır.

Ur-Ningirsu (Sümerce: 𒀭𒊩𒌆𒄑𒍣𒁕, DNin-ḡiš-zi-da) ya da II. Ur-Ningirsu, yaklaşık olarak MÖ 2100 yılında Güney Mezopotamya'daki Lagaş'a hükmeden hükümdar (ensi). Önceki Lagaş hükümdarı Gudea'nın oğludur.

Scott Westerfeld’in Leviathan Anime Uyarlamasından İlk Fragman 🎞
Leviathan’ın Yayın Tarihi ve Beklentiler
Leviathan anime uyarlaması 2025 yılında Netflix platformunda yayınlanacak. İzleyiciler, I. Dünya Savaşı’nın gölgesinde geçen bu epik animeyi merakla beklerken, Westerfeld’in dünyasında gerçekleşecek maceraları deneyimlemek için sabırsızlanıyor. Fragman ve diğer gelişmeler için Netflix ve Westerfeld hayranları gözlerini platformda tutmaya devam ediyor.
I. Dünya Savaşı’nın devasa ölçeği ve Leviathan’ın fantastik ögeleri bir araya geldiğinde, Netflix’in bu anime serisi, 2025’in en çok konuşulan yapımlarından biri olmaya aday gibi görünüyor.
♻️
Leviathan : Disiplinin Bedeni
Mesela Eiseinstein’in Staroye İ Novoye (1929) filminde, bürokratik bir Sovyet memuru mürekkep hokkasını süsleyen porselen Lenin başının üzerinde dolma kalemini temizlerken yaratılan etki mükemmeldir. Burada altta yatan düşünce,“Bürokratlar devrim idealini lekeler.” şeklinde olayların doğal akışıyla somutlaştırılmıştır. (Arnheim, 1957) Bu da sinemada gündelik hayattan kesitler alınarak ideolojilerin, düşüncelerin, teorilerin detaylı bir incelemesinin yapılmasına izin verir. Siegfried Kreacauer, Film Teorisi kitabının sonsözünde Mumford’dan alıntılayarak: “Film bize, istikametine dair bir fikri olmaksızın, iç içe ve karşılıklı etkileşim halinde organizmaların bulunduğu bir dünya sunar: Ve bu dünya hakkında daha somut düşünmemize imkân sağlar.” der. (Kracauer, 1964) Mesela, Marx’ın “ilk birikim” ve Foucault’nun “disiplin”kavramları hakkında teorik bir tartışma dinlenirken vaya okunurken hakeza bizde soyut bir düşünce evreni oluşur. Ancak Leviathan’ın (2014) ortaya koyduğu dünya, bu fikirlerin doğrudan ve dolaysız bir anlatımıdır.

Marx, Kapital’inin 31. Bölüm’ünde sanayi sermayesinin doğuşundan şöyle bahseder: “Yeni manifaktürler limanlarda ya da kırsal kesimde, eski belediyelerle bunların lonca düzeninin denetimine uzak noktalarda kurulmuştu.” (Harvey, 2010)
Sözü Foucault’ya bırakırsak: “İnsanların denetlenmeleri ve kullanılmaları için ayrıntının titiz bir şekilde gözleme alınması ve aynı anda bu küçük şeylerin siyasal olarak hesaba katılmaları, kendileriyle birlikte bir teknikler bütününü; koskoca bir usuller ve bilgi, tavir, reçeteyi taşıyarak, klasik dönem boyunca yükselmişlerdir. Ve modern hümanizmanın insanı hiç kuşkusuz, bu önemsiz şeylerden doğmuştur.” (Foucault, 1992)
Stepanych (Sergey Bachurskiy) “En vahşi hayvan insandır zaten.”
avukat Dmitry “Suçluluğumuz ispatlanana kadar hepimiz masumuz.”
♻️
Thomas Hobbes, Leviathan (1651) isimli eserinde şöyle diyor:
adalet, hakkaniyet, tevazu, merhamet ve özet olarak, bize ne yapılmasını istiyorsak başkalarına da onu yapmak gibi doğa yasaları, bunlara uyulmasını sağlayacak bir gücün korkusu olmaksızın, bizi taraf tutmaya, kibre, öç almaya ve benzer şeylere sürükleyen doğal duygularımıza aykırıdır. Kılıcın zoru olmadıkça ahitler sözlerden ibarettir ve insaf güvence altına almaya yetmez.
Xx











Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hallo 🙋🏼♀️