Müslüman Psikologların Öncüsü: Malik Bedri
Ahmet Erdem AKKOYUNLU

Malik Bedri, Müslüman bir Psikoloğun yardımcısı, Müslüman bir Psikoloji öğrencisinin gelecek hedeflerindeki yön göstereni ve Müslüman bir toplumda Psikoloji deyince aklımızda muhakkak bulunması gereken bir isim olarak değerlendirilebilir. Müslümanların yanı sıra Batı dünyasında da oldukça etkili olmuş bir isimden bahsediyoruz aslında. Kendisine birçok kez çeşitli konularda fikirleri sorulmuş ve Avrupa’da çeşitli konferanslar düzenlemiş birinden…
Peki, kimdir Profesör Dr. Malik Bedri?
1932’de Sudan’da gözlerini açtı Malik Bedri. Beyrut Amerikan Üniversitesi’nde yüksek öğrenimini tamamladı. Eğitim gördüğü Beyrut Amerikan Üniversitesi’ni yaşamının ilerleyen yıllarında misyoner bir okul olarak tanımladı. 1961’de İngiltere Leicester Üniversitesi’nde Doktora yaptı. 1966’da Londra da Klinik Psikoloji sertifikasını aldı…
Psikoloji eğitimi alırken, psikoloji ile ilgilenmiş olan Müslümanların neredeyse tamamen Batı dünyasının etkisi altında kalarak ilerlemeye çalıştıklarını fark etti. Geçmişe dönerek geleceğe ışık tutabileceğini fark eden Bedri, çeşitli İslam âlimlerinden yararlanmaya başladı. İmam Gazali, İbn-i Kayyım gibi isimlerden faydalanmasının yanı sıra psikoloji için oldukça önemli biri olarak düşündüğü ve kitabını İngilizceye tercüme etmesi ile oldukça büyük bir yankı uyandırdığı Ebu Zeyd Belhi’den konferansları ve kitaplarında sıklıkla bahsetti.
Onun Müslüman psikologların kesinlikle faydalanması gerektiği biri olduğunu düşündü ve kendisi de birçok konuda Üstad Belhi’nin düşüncelerinden faydalandı. Malik Bedri’nin Türkiye’de vurguladığı önemli konulardan biri olarak da karşımıza çıkıyordu “Üstad Belhi”. Osmanlı kaynaklarının elde olması sebebiyle Türkiye’deki Müslüman psikologların araştırmalarındaki yetersizlik ve bunca kaynağın kullanılmamasına sıklıkla değinmekteydi. Müslümanların içtimai meselelerle yıllarca kendilerini büyük bir çıkmaza soktuklarına ve bunun bir sonucu olarak da ilmi gelişimin olumsuz yönde etkilendiğine vurgularda bulunuyordu.
Malik Bedri’nin birçoğumuzun aşina olduğu önemli bir isim ile de dostluğu ve muhabbeti vardı. Malcolm X ile iki aşamalı olarak görüşmüştü. İlk olarak Müslümanlığı tam olarak benimsememiş bir halde iken onunla görüşen Bedri, ilerleyen yıllarda Malcolm X’in hac dönüşü Beyrut’a gelmesi üzerine ikinci kez karşı karşıya geldi onunla. İkinci kez görüştüklerinde Malcolm X’in gerçek manada İslam’ı benimsediğini görünce oldukça mutlu oldu. Gerçek İslâm’a ulaşan Malcolm X’in adı da artık Mâlik Shabazz olmuştu. Malik Bedri, adının Malcolm X tarafından kullanılmasına sevinmiş ve kendi cümleleri ile “Bu konuyu kendisine direkt şekilde sormadım. Ama onca farklı isim varken, Malik’i tercih etmesinin sebebinin ben olduğumu güçlü bir şekilde hissettim” demektedir.
Malik Bedri’nin şimdiye kadar Türkçeye çevrilmiş üç adet kitabı mevcuttur (Müslüman Bir Psikologdan Psikososyal Çözümlemeler, Müslüman Psikologların Çıkmazı, Düşünme- Gözlemden Tanıklığa). İngilizce bilenler için YouTube’da bazı videoları da mevcuttur. Kendisi ile ilgili Türkçeye çevrilmiş röportaj metinleri de internette farklı sitelerde bulunabilir.
“Müslüman Bir Psikologdan Psikososyal Çözümlemeler” Malik Bedri’nin vurguladığı temel iki nokta vardı; biri Müslümanların Psikoloji ilminde kabuklarından dışarı çıkmaları gerektiği yani yeni fikirler üretmeleri gerektiği olmuştu, bir diğer değinilen nokta ise bizlerin Osmanlı’dan tevarüs eden ilmi mirasın üzerindeki bireyler olarak çok geniş bir kaynak setine sahip olduğumuzdu.
Verdiği bir örnekte 🩺İmam Gazalinin İhyâ’u Ulmû’id-Din adlı eserinden hareketle bir danışanını nasıl tedavi ettiğinden bahsediyordu. 👨🏻⚕️İslam âlimlerinin koyduğu temel kanunların günümüzde de kullanılabileceğini sempatik bir dille bizlere anlatmıştı. Freud gibi Batılı düşünürlerin Psikoloji eğitimindeki ağırlığının yanı sıra çok iyi düşünülmüş bir metodoloji ile İslam düşünürlerine ağırlık verilmesi gerektiğini ortaya koymaktaydı.
🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀
Gazzâlî
Gazzâlî bu geçirdiği süreci El-Münkız Mine'd Dalaladlı kitabında şöyle anlatır;
- Gençliğimden itibaren 50 yaşımı aştığım bu ana gelinceye kadar, bu engin denizlerin derinliklerine dalmaktan hiç geri durmadım. Coşkulu denizlere çekingen korkaklar gibi değil, cesur kimselerin dalışı gibi daldım, gördüğüm her meselenin üzerine atladım. Her zorluğun içine apansız girdim. Her fırkanın inanış ve fikirlerini inceliyor, her grubun tuttuğu yolun inceliklerini ortaya çıkarmaya çalışıyordum. Araştırdığım fırkaların hak veya batıl, sünnete uygun veya bidat sahibi olmaları konusunda ayrım yapmıyordum.
- Bâtınîlikyolunu tutmuş her fırkanın, bu düşünceyle ne hedeflediklerini öğrenmeye çalıştım.
- Zahirilikyolunu tutmuş olanların, bununla neler elde ettiklerini ortaya çıkarmaya gayret ettim. Felsefe yolunu tutmuş olanların, sahip oldukları felsefeyi bütün esaslarıyla öğrenmeye özen gösterdim. Hiçbir kelâm âlimini dışarıda bırakmadan kelamdaki yöntemini ve mücadelesini öğrenmeye çaba gösterdim. Bütün gücümle ne kadar sufi var ise onun sufiliğindeki sırları öğrenmeye, ne kadar abid var ise bu ibadetleriyle neler kazandığını araştırmaya çalıştım.
- Bütün zındıkların, Allah’ın varlığını ve sıfatlarını kabul etmeyenlerin, bu inanış veya inkarlarının arkasında yatan sebepleri titizlikle araştırdım. Her şeyin hakikatini öğrenmeye karşı duyduğum susamışlık; baştan ve gençliğimden beri tuttuğum yol ve benim bir hasletim olmuştur. Bu hasletler, Allah tarafından benim yaratılışıma ve hamuruma katılmış özelliklerdir; benim seçimim ve tercihim değildir. Bunun sonucunda çocukluğumun coşkulu çağlarından itibaren taklit bağlarından sıyrıldım ve büyüklerimizden miras kalan sırf taklide dayalı inanç esaslarından koptum.
- Çünkü Hristiyan çocuklarının hepsi bu din üzere yetiştiklerini, Yahudi çocuklarının sürekli bu dinin esaslarına göre büyüdüklerini, Müslüman çocuklarında istisnasız İslam dini üzere yetişmekte olduklarını görmekteydim. Yaratılıştan gelen asli hakikati ve ana baba ile hocalar aracılığıyla kazanılan sonraki inanç esasları ve taklit unsurlarının hakikatini öğrenme konusunda içimde büyük bir istek oluştu.
- Taklit, başlangıçta birtakım telkinlere dayanmaktaydı. Bunların da hangilerinin hak ve batıl olduğu konusunda görüş ayrılıkları bulunmaktaydı.
- Kendime şöyle dedim: Benim istediğim, her şeyin gerçek yüzünü öğrenmektir. Öyleyse önce bilginin gerçek yüzünün ne olduğunu öğrenmekle işe başlamam gerekir.
Gazzâlî'ye göre O dönemde İslamiyet'in birliğine kötü anlamda doğrudan etki edecek fikirler hızla yayılıyor, bir taraftan Yunan felsefesi ile İslam inancını yeniden yazmaya çalışan filozoflar, diğer yandan Kur'an'ın apaçık ayetlerini karanlık ve gizemli tefsirlere konu yapan Bâtınîler, İslam dinineve Ehl-i sünnet itikadının bütünlüğüne büyük zarar veriyordu.
Bâtınîlik, Gazzâlî'nin döneminde ortaya çıkmış ve Büyük Selçuklu veziri Nizâmülmülk bu görüşün üyeleri tarafından öldürülmüştür. Gazzâlî bu dönemde Ehl-i Sünnet dışı grupların görüşlerine karşı reddiyeler yazarak mücadele etmiş, Mutezileve Bâtınîlik'e karşı altı tane eser yazmıştır.
Felsefeye karşı verdiği mücadele ile İslam dünyasında felsefi düşüncenin gelişmesini önlediği düşünülmektedir. Yunan felsefesine karşı yazdığı reddiyeler sonucunda İbn Rüşd, İbn-i Tufeyl ve İbn Bacce gibi düşünürler felsefeyi ona karşı savunmak ihtiyacı duydular. Gazzâlî felsefe öğrenerek ve felsefi yöntemler kullanarak felsefecilerle tartışmış, sert eleştirilerini reddiyeler şeklinde yazarak Aristoteles, İbn-i Sina ve Fârâbî'nin üzerine yöneltmiştir.
Gazzâlî'nin felsefeye yönelik olumsuz tutumuna karşın Mantığın birçok yanını İslam din bilimlerine sokmada önemli katkısı olmuştur.

Gazzâlî İslam inanç felsefesi olan Kelâm'ın daha çok akaid kısmına önem vermiş ve akıl yerine sezgiyi ön planda tutmuştur. Mantık ve münazarailkelerini kullanmıştır. Bununla beraber Kelam ile tatmin olmayan Gazzâlî tasavvufa yönelerek aklınyerine mükaşefeyi koymuştur. Sûfizm ve Şeriatalanında büyük rol oynamış, Sûfizm kavramını şeriat yasaları ile birleştirmiş, eserlerinde tasavvufu ilk olarak teorik anlamda açıklamıştır. Çalışmalarında Ehl-i Sünnet görüşünü benimsediği ve diğer görüşlere karşıt olduğu da söylenebilir. Katkılarıyla tasavvufun uzun süre yaşayabilmesini sağladı.
Gazzâlî Orta Çağ Müslüman ve Hristiyanfilozoflarını büyük ölçüde etkilemiş, çalışmaları İslam dünyasında Avrupalı bilginlerin dikkatini çeken ilk şey olmuştur. Aziz Thomas Aquinas(1225-1274) bunlardan biridir. Gazzâlî'nin etkisi Aziz Thomas Aquinas'ın Hristiyan teolojisi ile ilgili çalışmalarıyla karşılaştırılsa da ikisi arasında metotve inanç bakımından bazı büyük farklılıklar vardır.
Gazzâlî Müslüman inancına sahip olmayan (Aristoteles ve Sokrates gibi Antik Yunanfilozofları) düşünürleri ve onların fikirlerini reddeder. Thomas Aquinas ise Yunan ve Latinetkilerini çalışmalarında göstermiş ve bütün herkesi kucaklamıştır.
Gazali bu bağlamda düşüncelerinin imanın esaslarına aykırı olduğunu ve dolayısıyla kâfir sayılmaları gerektiğini bildirdiği filozofları üç gruba ayırır:
1. Materyalistler (Dehriyyun)
2. Doğacılar (Tabiiyyun)
3. Metafizikçiler (İlahiyyun)
Gazzâlî ve tasavvuf;
Gazzâlî'nin doğduğu ve büyüdüğü yer olan Tus, o yüzyılda büyük bir tasavvuf merkezi olarak anılıyordu. Gazzâlî'nin öğrencilik hayatında tasavvuf geri planda kaldı. Geçirmiş olduğu ruhsal bunalım sonrasında tasavvufa yöneldi. Silsile-i saâdât'tan olan hocası Ebu Ali Farmedi'den dersler alarak, tasavvuf konusunda icazet aldı.
Gazzâlî'ye göre tasavvuf, insanın manevi hastalıklarından kurtulmasında en önemli etkendir. Kimya-i Saadet adlı eserinde şöyle der; Beden kalbin ülkesidir. Bu ülkede kalbin birçok askeri vardır. Kalp ahiret için yaratılmıştır. Allah'ı tanımak ise onun yarattıklarını bilmekten geçer. İnsanın bâtınında olan sıfatların genel hayvanlara, bazısı yırtıcı hayvanlara, bazısı şeytanlara ve meleklereait olan sıfatlardır. İnsan bunların hangisinden olduğunun farkına varmalıdır. Çünkü insan bunları bilmezse doğru yolu bulamaz. Bu saydığımız sıfatların her birinin gıdası farklıdır. Hayvanın gıdası yemek, uyumak ve çiftleşmektir. Yırtıcı hayvanların gıdası mutluluğu da parçalamak, saldırmak ve öldürmektir. Şeytanların gıdası ise aldatmak, hile ve kötülük yapmaktır. Meleklerin gıdası ise Allah'ın cemalini müşahede etmektir. Hırs, hayvan ve yırtıcı hayvan sıfatları melekliğe çıkan yol değildir. Eğer sen aslında melek cevheri isen Allah'ı tanımaya uğraş ve kendini o cemali müşahede edecek hale getir. Kendini öfke ve şehvetin elinden kurtar ve bu hayvan sıfatlarının sende niçin yaratıldığını anlamaya çalış.
Âlimlerin sınıflandırılması;
Gazzâlî hakikati araştıran âlimleri dört sınıfa ayırır.
- Bâtınîler: Hakikatin "imam"dan talim yolu ile öğrenileceğini kabül ederler.
- Filozoflar: Hakikatin bürhan, delil ve mantıkla öğrenileceğini kabûl ederler.
- Kelâmcılar: Rey ve istidlâl sahibi olduklarını kabül ederler.
- Mutasavvıflar: Hakikatin keşf ve ilhamla öğrenileceğini kabül ederler.
Gazali'nin dini felsefesinin ana temalarından biri, yaratıcının tüm insan yaşamının odak noktası olduğu ve dünyevi işleri doğrudan etkilediği inancıydı. Eserleri David Hume, Dante, Aziz Thomas Aquinas ve Yahudi teolog Moses Ben Maimon da dahil olmak üzere Hristiyan, İbrani ve Batılı akademisyenler ve filozoflar tarafından yaygın olarak okunduğu ve incelendiği için etkisi İslam dünyasının ötesine uzandı.
Gazali'nin kayda değer katkılarından biri, 12. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar İslami eğitimin temelini atan eğitim reformudur. Eserleri aynı zamanda İslam matematiği ve astronomisinin gelişiminde de önemli bir rol oynamış, At-Tusi gibi alimler büyük ölçüde onun yazılarına dayanmışlardır.
Gazali kendisini bir filozoftan çok bir mistik olarak görse de, bazı akademisyenler onu İslam felsefesi ve düşüncesinde önemli bir figür olarak kabul etmektedir. Yaklaşımını gerçek bilgi arayışı, felsefe ve bilimin daha derin bir şekilde anlaşılması ve mistisizm ile bilişin daha iyi kavranması olarak tanımlamıştır. Mantığı Medrese'deki İslami seminer müfredatına başarılı bir şekilde entegre etmesi, Arap felsefesinin altın çağının başlangıcına işaret etti.
Çağdaş dünyada Gazali'nin mirası İslami iş etiğine kadar uzanmakta, Yusif Sidani ve Akram Al Arissgibi akademisyenler onun yazılarının bu alandaki etkisini vurgulamaktadır. Hatta Gazali'nin Muhammed Peygamber'den sonraki en büyük Müslüman şahsiyet olduğunu öne sürmektedirler. Geleneksel İslamcılar da Gazali'nin çalışmalarından, özellikle de Şeriat Hukukuüzerine tartışmalarından ilham almakta ve bir din alimi olarak statüsünden ödün vermeksizin felsefi mantık alanındaki uzmanlığını vurgulamaktadır.
Bazı oryantalist akademisyenler, Gazali'nin çağdaş felsefeleri reddetmesinin İslam dünyasında bilimsel ilerlemede düşüşe katkıda bulunduğunu ileri sürmüşlerdir. Gazali, muhafazakâr İslami inançlarına meydan okuyan bazı felsefi fikirlerden, özellikle de Tanrı'nın her şeyi bilen ve hatta var olmayan bir varlık olabileceğini öne süren fikirleri tehdit olarak görmüştür.
Bununla birlikte, bu bakış açısının alternatif yorumlarla karşılaştığını belirtmek önemlidir. Gazali'nin kendi sözleri, din ve bilim arasındaki ilişkiye dair incelikli bir bakış açısına işaret etmektedir. "Matematiksel bilimleri inkâr ederek İslam'ın savunulması gerektiğini düşünen bir kimsenin dine karşı işlediği suç gerçekten de büyüktür" demiştir.
"Hatadan Kurtuluş" adlı eserinde yer alan bu alıntı, matematiksel bilimleri ihmal etmenin bilime ya da akla karşı bir suç değil, dine karşı bir suç olduğuna dair inancının altını çizmektedir. Niyeti matematik çalışmalarını savunmak değil, bu bilimlerin din için bir tehdit oluşturduğu görüşünü kınamaktı. Ona göre matematik ve din farklı alanlara hitap etmekteydi ve birbirleriyle rekabet halinde değillerdi.
Gazali, "Çünkü vahyedilmiş Yasa hiçbir yerde bu bilimleri reddetmeyi ya da onaylamayı üstlenmez ve bu bilimler hiçbir yerde kendilerini dini meselelere yöneltmez" diyerek konumunu daha da netleştirmiştir. Özünde, dini öğretiler ile matematiksel bilimlerin farklı alanlarda yer aldığını ve birbirine karıştırılmaması gerektiğini savunmuştur. Bununla birlikte, yazılarının diğer bölümlerinde Gazali bazı felsefi fikirler hakkındaki endişelerini dile getirmiştir.
Filozoflar tarafından yazılan kitapların yasaklanmasını savunmuş ve felsefeyi matematiksel, mantıksal, fiziksel, metafiziksel, politik ve ahlaki olmak üzere altı dala ayırmıştır.
Gazali'nin etkisi tarih boyunca İbn Rüşd, Ayn el-Kuzat Hemedani, Nevevi, İbn Tumart, René Descartes, Fahruddin Razi, Suyuti, Tan Malaka, Thomas Aquinas, David Hume, Seyfeddin el-Amidi, Esad Mayhani, Ali el-Kari ve Muhammed İbn Yahya el-Cenzi gibi çok çeşitli düşünürlere yayılmıştır.
Gazali’nin Tasavvuf Düşüncesi
Tanrı’nın rasyonel bir tarzda bilinebileceğini söyleyenlere şiddetle karşı çıkan, kısacası felsefede aradığını bulunmadığı gibi aradığını bulanları da küfürle suçlayan Gazali, en sonunda gönül yoluna girip tasavvufi görüş ve hayat tarzını benimser.
Gazali, ruhun en temel unsurunun akıl değil irade olduğunu ileri sürer. İnsan ya beden sevgisiyle bedeni tatmine yönelir, ya da kendisini Tanrıya yaklaştıracak erdemli eylemlerle gerçek kaynağına yönelir. Hakkın hakikatin kendisine tecelli ettiği kalpte varlık, açık seçik kavranır. Kişinin kendi iç tecrübesiyle ulaşmış olduğu bu bilgi sadece Peygamberlere ve yüksek bir ahlaki arınmayı gerçekleştirebilirmiş olan velilere verilen, duyu ve aklın ötesine geçebilen kutsi-nebevi ruhun bir mazhariyetidir.
- İhya-u Ulumi'd-din - Gazzâlî'nin en çok bilinen ve en büyük eseridir. Bu kitapta fıkıh ve tasavvufkonuları ele alınmıştır. Dört kısımdan oluşur. Kitap yazılışından bu yana İslâm dünyasında çok okunan kitaplar arasındadır. Kitaba dair çeşitli şerhlerde yazılmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hallo 🙋🏼♀️