Günlerdir “Harran” düşüncelerimde ve düşlerimde dönüp duruyor. Bir türlü uzaklaştıramıyorum. “Harran” aklıma düştüğünde illa ki bana Harran’ı öğrenmeme vesile olan usta hikayecimiz Bekir Yıldız’da (toprağı bol olsun) aklıma düşer.
“Harran” adlı kitabı 1977 yılında (1978 yılında İnsan Posası-Güneydoğu Zindanı kitabını imzalatmışım. Nerede nasıl tanıştığımı ne yazık ki hatırlamıyorum) elimdeydi. Güneydoğu’yu arşınlayan Fikret Otyam’ı anmadan geçmek olmaz. Onun da “Harran Koçaklaması” romanında yörenin yaşamını ele alır. Ancak ne yazık ki iki kitapta da Harran tasvirleri yer almaz. Bekir Yıldız’ın bir solukta okunan kitabı Harran’a varınca sona erer.
Hayal kırıklığı içinde kitabı kapatırsınız. O eşsiz yol tasvirleriyle okuduğunuz kitap devam etseydi kim bilir Harran’ın ne güzel ve en güzel görüntülerini zihnimize yansıtacaktı.
Hayal meyal hatırladığım şey 1977’li yıllarda Harran’a fotoğraf çekmek tutkusunun içime yerleştiğiydi. Üniversiteyi bitirme telaşı bir yanda çalıştığım iş öte yanda ve… İzmir nireee Harran nireee…
Tam tamına 20 yıl geçmesi gerekti. Telefon sistemi montajı için Halfeti’ye yol görününce zihnimde “Harran” ışıldayıverdi. Bu ilk seyahatim olmuştu. İkincisi 8 yıl sonra olacaktı. Ve birkaç yıl sonra da üçüncüsü.
Düşündüğümde iki seyahatimde tanıştığım konuştuğum birçok Harranlı olmasına rağmen aktarabileceğim bir anım yok.
Üçüncü seyahatimde artık Harran’ın tam bir turistlik özelliğe kavuşmuş olması bende hayal kırıklığı yaratmıştı. Çocuklar fotoğraf çektirmek için para istiyorlardı. Vermedim ve fotoğraflarını çekmedim. Aslında tek bir kare bile çekmedim. Arabaya bindiğimde bir grup çocuk cama yaklaştı. Bir tanesi aynen şöyle konuşmuştu: ”Yolda kaza geçir öl. Evine varamayasın. Allah belanı versin”. Şaşkınlık içinde ayrılmıştım. Kim bilir, belki de çocuk alacağı para ile evinin geçimine katkı sağlamayı düşünüyordu. Keşke verseymişim.
Dolayısıyla anılarım iki seyahatimde çektiğim fotoğraflarda kalıyor. Yani bu yazı okuyanların fotoğraflara yazacakları hikayelerle anlam kazanacak. 1997 fotoğrafları Kodak Ektachrome 100 diadır. İkinci seyahatte artık dijital kullanıyordum.
Harran adı, Sümerce ve Akadça “Seyahat- Kervan” anlamına gelen “Ha-ra-nu”dan gelmektedir. Ayrıca Harran adı Asurca “karayolu, yol, patika, seyahat yolculuk, iş seyahati, kervan, iş riski, iş merkezi, sefer, askeri sefer, akın, ordu, angarya, hizmet birimi” anlamlarına gelmektedir.
Bu dillerin birbirine çok yakın olduğunu çok değerli Sümerolog Muazzez Hilmiye Çığ (Allah sağlık versin. Bu yazıyı kaleme alırken 108 yaşındaydı) hanımefendinin “Uygarlığın Kökeni Sümerliler” kitaplarından biliyoruz. Harran adı tarihte önemli bir yol kavşağında olmasıyla da ilişkilidir.
Asur ve Keldani dillerinde “Yol”, Arapça’da sıcaklık anlamına gelen “harr” kelimesine karşılık gelir. Harran asırlarca Asur-Babil’in imtiyazlı şehri olarak yaşamıştır.
Aynı zamanda Ay tanrısı Sin’in ve Hz. İbrahim’in kentidir. Ne yazık ki Harran bedevi topluluklar ile Moğolların vermiş oldukları zararlarla antik dünyadaki konumunu yitirmiş ve şehirdeki tüm uygarlıkların izleri önemli bir ölçüde silinmiş.
Urfa Valiliği İl Kültür Müdürlüğü tarafından2008 yılında yayınlanan Doç. Dr. Abdullah Ekinci tarafından kaleme alınmış olan “Harran Mitolojisi ve Tarihi” kitabı çok önemli bir kaynak yayın. Kaynaklarda linkini veriyorum. Muhakkak edinmenizi ve okumanızı tavsiye ediyorum. Dolayısıyla kitaptan daha fazla alıntı yapmayacağım.
İnternette karşıma bir haber düştü: Iğdır ovasının tamamını Harran ovasının yarısını İsrailliler aldı. Tüylerim diken diken oldu.
Kaynaklar:
- https://www.sanliurfa.bel.tr/files/1/bsb_sonra/il_kultur_mudurlugu/4_harran_mitolojisi_ve_tarihi.pdf
- https://www.evrensel.net/yazi/85099/edebiyatin-sinemanin-bekir-yildizi-ve-animsadiklarim
- https://www.egetelgraf.com/kose_yazilari/bekir-yildizi-yeniden-okumak/
- https://www.hurriyet.com.tr/sanliurfa-da-usumek-38675115
- https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1428342
Tarihçe
Şehrin adının ilk geçtiği buluntular MÖ 2250 yıllarına ait Ebla'da bulunan çivi yazılı tabletlerdir.
MÖ 2. binyıl başlarına tarihlenen ve Kültepe'yle Mari'de bulunan çivi yazılı tabletlerde ise kentin adı "Har-ra-na" veya "Ha-ra-na" diye geçmektedir.

Kentin adı Sümercede ve Akatçada "seyahat" veya "kervan" anlamına gelen "haran-u" sözcüğünden gelmektedir. Bazı kaynaklar ise bu sözcüğün "kesişen yollar" veya "şiddetli sıcak" anlamına geldiğini öne sürmektedir.
Akdeniz ile Dicle Nehri civarındaki ovalar arasındaki konumu nedeniyle şehir bir ticaret merkezi olma özelliği kazanmıştır. Kent, ay tanrıçasına adanmıştır. Harran, hemen hemen tüm bilginler tarafından İncil'deki Haran (İbranice: חָרָן) ile ilişkilendirilir.
Kur'an'da adı geçen Nuh'un kavmi olarak kabul edilen ve ehli kitaptan sayılan Sabii'lerin ana vatanı olarak kabul edilir. 11. yüzyılda Şii ayaklanması sırasında Sabii'ler kıtlık ve ayaklanmada tapınaklarını kaybetmişler ve yeryüzünden silinmişlerdir, yerlerine Arap Numayri kavmiyerleşmiştir.
İbni Teymiyye ve Battani gibi alim ve bilim insanının yetiştiği Harran, Haçlı Seferleri sırasında büyük zararlar görmüş ancak Zengiler ve Eyyubidönemlerinde eski günlerine tekrar kavuşmuştur.
Selçuklu Türkleri ve Osmanlılar tarafından yönetilmiştir. Bugün Harran'da yerleşik olan Arap aşiretleri Osmanlının 18. yüzyılda buraya getirip yerleştirdiği Arap aşiretlerine dayanmaktadır. Sözlü Arap geleneği ve kültürü hala etkisini göstermekte, koni şeklindeki 3.000 yıllık Mezopotamya evleri kültürü ise modern tarzda evlere karşı yok olma ile karşı karşıyadır.
Miladi 11. yüzyılda çok geniş yeşil ve verimli bir Mezopotamya şehri iken zamanla çölleşmiştirancak son zamanlarda Güneydoğu Anadolu Projesi sayesinde Mezopotamya'nın o eski verimli günlerine dönüş olmaya başlamış, tekrar verimli ve yeşil bir coğrafya halini almaya başlamıştır.

Bilinçsiz şekilde yapılan vahşi sulama yöntemi yüzünden Harran Ovası tuzlanma problemi ile karşı karşıyadır. 2011 yılında drenaj sistemi yapılarak tuzlanmanın önüne geçilse de yerel halk hâlâ bilinçsiz tarım faaliyetleri sürdürmektedir.
Bütün Dünyanın Kralı: Şamşi-Adad – Asurlular
Güney Mezopotamya'nın en güçlü kralı Hammurabi'dir. Fakat kuzeyde de farklı bir kral, farklı bir imparatorlukla güçlü olmaya çalışıyordu. Bu kralın adı Şamşi-Adad'tır.

Şamşi-Adad gücünü adil ve eşit bir halk yönetiminden almıyordu. Onun tek amacı bütün dünyaya egemen olmaktır. Şamşi-Adad, Asur denilen bir şehirde yaşıyordu. Bilindiği gibi Mezopotamya’nın güneyinde Babil, kuzeyinde ise Asur kurulmuştur.

Şamşi-Adad Asur kralı olduğunda, ilk olarak yeni imparatorluğun merkezinde Asur olması gerektiğine karar verdi. Rüzgar ve Fırtına Tanrısı için devasa bir tapınak yaptırmaya başladı.
✨🌙🕌 Sin Mabedi: Babil dönemine ait ünlü Sin Mabedi Harran"da inşa edildiği bilinen en eski anıtsal eserdir. M. Ö. 2000 başlarına ait Kültepe ve Mari tabletlerinde Harran"daki Sin (Ay Tanrısı) Mabedi"nde bir antlaşma imza edildiğine dair bilgiler bulunmaktadır. Yine M. Ö. II. bininin ortalarına ait Hitit tabletlerinde, Hititlerle Mitanniler arasında yapılan bir antlaşmaya Harran"daki Ay Tanrısı Sin"in ve Güneş Tanrısı Şamas"ın şahit tutulduğu belirtilmektedir.
Yeri kesin olarak tespit edilemeyen Sin Mabedi"nin, höyükte, iç kalede ya da Ulu Camii"nin yerinde olduğu konusunda değişik fikirler ileri sürülmektedir. Bunlardan İbn-i Şeddad, bu mabedin Ulu Cami"nin yerinde olduğunu, Harran"ın 640 yılında İyâd b. Ğanem tarafından fethedilmesiyle bu mabedin camiye dönüştürüldüğünü, Paganistlere kendi mabedlerini yapmaları için başka bir yer verildiğini söylemektedir.
Bu kabartma parçası, Assur kralı Sennacherib (MÖ 704 – MÖ 681) dönemine ait ve Kuzey Irak’ta Ninova’da Sennacherib tarafından “Rakipsiz Saray” olarak adlandırılan büyük Güneybatı Sarayı’na ait. Büyük bir nehrin yanında ata binen bir Assur askerini gösteriyor ve aslen, sarayın bir odasını dolduran Assur askerlerini betimleyen çok daha büyük bir sahnenin parçası.
Tapınak altın ve gümüşle kaplanmış sedir ağacından yapılmıştır. Bu tapınağı yaptırmasında ki temel amaç ise Rüzgar ve Fırtına Tanrısı’nın savaşlarda kendisine yardım edeceğine inanıp, savaşları kazanmayı umut etmesiydi.
Ve tapınak sonunda bitti. Ardından Şamşi-Adad ordusunu toplayıp, Mezopotamya’nın şehirlerini fethetmek için yola koyuldu. Fethettiği şehirlere oğullarını hükümdar yapıyordu. Kısa sürede yakınlardaki bütün şehirleri Asur ordusu fethetti.
Eski duvarda mızrakları olan Assurlu savaşçıları gösteren bir kabartma, Persepolis, Iran.
Şamşi-Adad asıl olarak Mezopotamya halkının kendisinden korkmasını istiyordu. Çünkü kendisi bir diktatördü, krallığında Babil’deki gibi kanunlar yoktu. Bir şehri egemenliği altına aldığında, bütün liderlerin kafasını kestirir, şehrin etrafındaki kazıklara geçirtirdi. Şehirleri yakıp yıkan, bir hükümdardır o.
Mezopotamya’da yavaş yavaş herkes Asurlulardan korkmaya başlamıştı. Kısa süre sonra korkudan dolayı Şamşi-Adad’ın şehirleri fethetmesine gerek bile kalmadı. Bir şehrin surlarına yaklaştığında, o şehrin liderleri çıkıp teslim oluyordu. Hatta hayatlarını bağışlamaları için, ona para para bile teklif ediyorlardı.
Şamşi-Adad bütün Kuzey Mezopotamya’ya yayılmıştır. Asur şehrinden dolayı imparatorluğuna bu adı vermiştir. Kendisine de Bütün Dünyanın Kralı demiştir. Fakat Şamşi-Adad güneydeki Babil’i hiçbir zaman fethetmeye kalkışmadı. Çünkü Babil’in kendisi için fazla güçlü olduğunu biliyordu.
Kral öldüğünde oğullarından birine bütün Asur İmparatorluğuna bıraktı. Diğer oğluna ise Asur’daki büyük şehirlerden Mari’yi bıraktı. Fakat bu iki kardeş sürekli birbirleriyle tartıştılar, mektuplar yolladılar. Asur’un birliğini ve gücünü koruyamadılar.
Kısa süre sonra Hammurabi Asur’u Babil İmparatorluğu’na katmaya karar verdi. Ordusuyla Kuzey Mezopotamya’ya yürüdü ve Mari şehrini yerle bir etti, Asur şehrini ele geçirdi. Artık Asurlular kral Hammurabi’ye haraç ödemek zorunda kaldılar, ”Bütün Dünyanın Kralı” artık Hammurabi olmuştu.
Elbette Hammurabi, onun kadar zalim değildi. Kanun ve kurallarına uydukları sürece Asurlu liderlerin şehirleri yönetmelerine devam etmesine izin verdi. Kimseyi kesmedi, şehirleri yakıp yıkmadı.
Kaynak: Susan Wise Bauer – Dünya Tarihi









Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hallo 🙋🏼♀️