Cündişapur (Farsça: جنديشاپور), günümüzde İran'ın Huzistan Eyaleti sınırları içinde bulunan eski bir şehir.
Şehir, Sasani Devleti'nin ikinci hükümdarı I. Şapurtarafından kurulmuştur ki şehrin yerini de bizzat kendisi belirlemiştir.
I. Şapur, 259 yılı sonları ya da 260 yılı başlarındaki Edessa Muharebesi'nde Roma İmparatoru Valerianus'ı bozguna uğrattı ve 70.000'e yakın Roma askerini esir aldı. I. Şapur'un emriyle bu esirler Cündişapur'a yerleştirildi.
Daha sonra Suriye'de bulunan sanatçı ve bilginler, Edessa'dan (günümüzde Urfa) sürülen Nestûrîlerve Atina'dan sürülen Yeni Eflâtuncu filozofların da buraya yerleştirilmesiyle şehir bir bilim merkezi olmaya başladı.Hükümdar I. Hüsrev şehirde tıp ve felsefe öğretimi yapan bir okul açtırdı. Aristo ve Eflâtun’un bazı eserleriyle Kelile ve Dimne bu devirde Farsçaya çevrildi ve Fars edebiyatı altın devrini yaşamaya başladı. Yine şehirde Aramice eğitim yapan tıp okulunda Yunan ve Hint doktorlar görev yapmaktaydı.
İslam devri
Şehir, 638 yılında halife Ömer zamanında savaşmadan Müslümanlarca alındı. Müslümanlar bilim ve tıp merkezi haline gelen bu şehre gereken önemi verdiler ve şehir İslam hakimiyeti zamanında da önemli bir merkez olmayı sürdürdü. Özellikle İslam dünyasında adından söz edilen pek çok doktor burada yetişti.
Şehir kalıntıları Dezful ile Şuşter şehirleri arasında, Dezful'un 14 km. güneydoğusunda, 39 numaralıkarayolundan biraz içeride bulunmaktadır.
Şehir, 638 yılında halife Ömer zamanında savaşmadan Müslümanlarca alındı. Müslümanlar bilim ve tıp merkezi haline gelen bu şehre gereken önemi verdiler ve şehir İslam hakimiyeti zamanında da önemli bir merkez olmayı sürdürdü. Özellikle İslam dünyasında adından söz edilen pek çok doktor burada yetişti.
Şehir kalıntıları Dezful ile Şuşter şehirleri arasında, Dezful'un 14 km. güneydoğusunda, 39 numaralıkarayolundan biraz içeride bulunmaktadır.
Kaynakça
- ^ "Gondēshāpūr" in Encyclopaedia of Islam
- ^ "GONDĒŠĀPUR" 17 Mayıs 2016 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi. in Encyclopædia Iranica
- ^ "Gondēshāpūr" in Encyclopaedia of Islam
- ^ "GONDĒŠĀPUR" 17 Mayıs 2016 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi. in Encyclopædia Iranica
Konuyla ilgili yayınlar
- Cyril Elgood(1951). Pers Tıp Tarihi. Cambridge: Cambridge Üniversitesi Basını.
- Hau Friedrun R. (1979). "Gondishapur: MS 6. yüzyılda bir tıp fakültesi". Gesnerus. XXXVI: 98-115.
- Mahfuz Söylemez, Bilimin Yitik Şehri Cündişâpûr, Araştırma Yayınları, Ankara 2003
- Pirnia, Mansoureh. Salar Zanan İran. Maryland: Mehr İran Yayıncılık, 1995.
- Cyril Elgood(1951). Pers Tıp Tarihi. Cambridge: Cambridge Üniversitesi Basını.
- Hau Friedrun R. (1979). "Gondishapur: MS 6. yüzyılda bir tıp fakültesi". Gesnerus. XXXVI: 98-115.
- Mahfuz Söylemez, Bilimin Yitik Şehri Cündişâpûr, Araştırma Yayınları, Ankara 2003
- Pirnia, Mansoureh. Salar Zanan İran. Maryland: Mehr İran Yayıncılık, 1995.
Cündişapur Akademisi
Gundeşapur Akademisi (Farsça: دانشگاه گنديشاپور, Dânešgâh Gondišâpur) geç antik çağdaGundeşapur'da bulunan bir öğrenim akademisi; Sasani İmparatorluğunun düşünce üretim merkeziydi. Tıp, felsefe, teoloji ve fen konularında eğitim veriliyordu. Fakülte sadece Zerdüştlük ve Pers gelenekleri hakkında deği,l aynı zamanda Yunan ve Hint kültürleri de öğretiliyordu. The Cambridge History of Iran (Cambridge İran Tarihi)'ne göre akademi antik dünyada (Avrupa, Akdeniz ve Yakın Doğu) 6. ve 7. yüzyıllardaki en önemli tıp merkeziydi.[1]
Gundeşapur Antik Kenti'ndeki Gundeşapur Akademisi kalıntıları
Gundeşapur Akademisi (Farsça: دانشگاه گنديشاپور, Dânešgâh Gondišâpur) geç antik çağdaGundeşapur'da bulunan bir öğrenim akademisi; Sasani İmparatorluğunun düşünce üretim merkeziydi. Tıp, felsefe, teoloji ve fen konularında eğitim veriliyordu. Fakülte sadece Zerdüştlük ve Pers gelenekleri hakkında deği,l aynı zamanda Yunan ve Hint kültürleri de öğretiliyordu. The Cambridge History of Iran (Cambridge İran Tarihi)'ne göre akademi antik dünyada (Avrupa, Akdeniz ve Yakın Doğu) 6. ve 7. yüzyıllardaki en önemli tıp merkeziydi.[1]
Dipnotlar
- ^ Vol 4, p396. ISBN 0-521-20093-8
Dış bağlantılar
- Medicine in ancient Iran12 Haziran 2008 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi.
- Jondishapur according to Ahvaz University
- Gundishapur according to jazirehdanesh(In Persian)
CÜNDİŞÂPÛR
Mezhep anlaşmazlıkları yüzünden 489’da Edessa’dan (Urfa) sürülen Nestûrîler ile putperest kabul edildikleri için 529’da Atina’dan sürgün edilen Yeni Eflâtuncu sekiz felsefeci Cündişâpûr’a yerleşmişti. Böylece hıristiyan, Suriyeli, Hintli, Yunanlı ve İranlı bilim adamları burada toplandı. İslâm âleminde Enûşirvân-ı Âdil diye bilinen I. Hüsrev (531-579) Cündişâpûr’da felsefe, tıp ve diğer ilimlerin okutulduğu bir mektep kurmuş ve onun zamanında şehir büyük bir ilim merkezi haline gelmiştir. Aristo ve Eflâtun’un bazı eserleriyle Kelîle ve Dimne bu devirde Farsça’ya çevrildi. Yine bu dönemde Pehlevî edebiyatı altın çağını yaşadı. I. Hüsrev’in kurmuş olduğu tıp okulunda Hintli doktorlar yanında Yunanlı doktorlar da görev yaptılar. Ârâmîce öğretim yapan okul Hint ve Yunan kültüründen etkilenmiş, daha sonra müslüman tıp kültürünün oluşmasında önemli bir rol oynamıştır.Hz. Peygamber zamanında meşhur bir Arap doktoru olan Hâris b. Kelede’nin Cündişâpûr’da tıp tahsili gördüğü rivayet edilir. Cündişâpûr Hz. Ömer zamanında Ebû Mûsâ el-Eş‘arî tarafından barış yoluyla alındı (17/638). Hz. Ömer Bişr b. Muhtefez’i buraya vali tayin etti. Cündişâpûr müslümanların eline geçtikten sonra da önemini korudu ve şehirde birçok âlim yetişti. Muâviye b. Ebû Süfyân’ın doktoru İbn Esâl en-Nasrânî Cündişâpûr’da yetişmişti. Cündişâpûr tıp okulu temsilcileri Abbâsî sarayında daima özel bir saygı gördüler. Halife Mansûr midesinden rahatsızlanınca Cündişâpûr Tıp Okulu’nun hocalarından hastahanenin baştabibi Curcîs b. Cibrâîl b. Buhtîşû‘ Bağdat’a çağrıldı (765). Yerine oğlunu bırakarak Bağdat’a gelen Curcîs burada dört yıl kaldı ve 769’da halifeden izin alarak Cündişâpûr’a döndü.
Cündişâpûr’daki hastahanede ilmî tedavi metotları mahallî tedavi şekilleriyle birleştiriliyordu. Burada yetişmiş ve tıp alanında çeşitli eserler vermiş olan hekimlerden bazıları şunlardır: Curcîs b. Cibrâîl b. Buhtîşû‘, Buhtîşû‘ b. Curcîs, Cibrâîl b. Buhtîşû‘, Buhtîşû‘ b. Cibrâîl, Sâbûr b. Sehl. Cündişâpûr’da tıp okulunun dışında felsefe ve din eğitimi yapan okullar da vardı.
BİBLİYOGRAFYA
Belâzürî, Fütûḥ (Rıdvân), s. 375, 377.
Taberî, Târîḫ (Ebü’l-Fazl), bk. İndeks.
İbn Havkal, Ṣûretü’l-arż, II, 250, 252, 253.
Makdisî, Aḥsenü’t-teḳāsîm, s. 408-409.
Yâkūt, Muʿcemü’l-büldân, II, 170.
İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, I, 386, 388, 390; II, 548, 551-553; VII, 291, 390; XI, 133, 196.
İbn Ebû Usaybia, ʿUyûnü’l-enbâʾ, Beyrut, ts. (Dâru mektebeti’l-hayat), s. 161 vd., 171 vd., 183-230.
Ebü’l-Ferec, Târîḫu muḫtaṣari’d-düvel (nşr. Antûn Sâlihânî el-Yesûî), Beyrut 1890, s. 76, 92, 124.
Müstevfî, Târîḫ-i Güzîde (Browne), s. 373 vd.
Ḥudûdü’l-ʿâlem (Minorsky), s. 25, 131, 381-382.
Kalkaşendî, Ṣubḥu’l-aʿşâ, IV, 341.
P. K. Hitti, A Short History of the Near East, Princeton 1965, s. 87-89, 125.
G. le Strange, The Lands of the Eastern Caliphate, London 1966, s. 233, 238, 247.
Sarton, Introduction, I, 435-436.
L. Leclerc, Histoire de la médecine arabe, Paris 1876, I, 27, 87, 92-93, 557-559.
Ahmed Îsâ Bek, Târîḫu’l-bîmâristânât fi’l-İslâm, Beyrut 1401/1981, s. 61-65.
M. A. Aziz, “Hospitals and Medical Aid in the Muslim Period”, Studies in History of Medicine, I/2, New Delhi 1977, s. 110-117.
Aydın Sayılı, “The Emergence of the Prototype of the Modern Hospital in Medieval Islam”, a.e., IV/2 (1980), s. 112-118.
Cl. Huart, “Cündişâpur”, İA, III, 239.
a.mlf. – Aydın Sayılı, “Gondēs̲h̲āpūr”, EI2 (İng.), II, 1119-1120.
D. M. Dunlop, “Bīmāristān”, a.e., I, 1223.
Hz. Peygamber zamanında meşhur bir Arap doktoru olan Hâris b. Kelede’nin Cündişâpûr’da tıp tahsili gördüğü rivayet edilir. Cündişâpûr Hz. Ömer zamanında Ebû Mûsâ el-Eş‘arî tarafından barış yoluyla alındı (17/638). Hz. Ömer Bişr b. Muhtefez’i buraya vali tayin etti. Cündişâpûr müslümanların eline geçtikten sonra da önemini korudu ve şehirde birçok âlim yetişti. Muâviye b. Ebû Süfyân’ın doktoru İbn Esâl en-Nasrânî Cündişâpûr’da yetişmişti. Cündişâpûr tıp okulu temsilcileri Abbâsî sarayında daima özel bir saygı gördüler. Halife Mansûr midesinden rahatsızlanınca Cündişâpûr Tıp Okulu’nun hocalarından hastahanenin baştabibi Curcîs b. Cibrâîl b. Buhtîşû‘ Bağdat’a çağrıldı (765). Yerine oğlunu bırakarak Bağdat’a gelen Curcîs burada dört yıl kaldı ve 769’da halifeden izin alarak Cündişâpûr’a döndü.
Cündişâpûr’daki hastahanede ilmî tedavi metotları mahallî tedavi şekilleriyle birleştiriliyordu. Burada yetişmiş ve tıp alanında çeşitli eserler vermiş olan hekimlerden bazıları şunlardır: Curcîs b. Cibrâîl b. Buhtîşû‘, Buhtîşû‘ b. Curcîs, Cibrâîl b. Buhtîşû‘, Buhtîşû‘ b. Cibrâîl, Sâbûr b. Sehl. Cündişâpûr’da tıp okulunun dışında felsefe ve din eğitimi yapan okullar da vardı.
Belâzürî, Fütûḥ (Rıdvân), s. 375, 377.
Taberî, Târîḫ (Ebü’l-Fazl), bk. İndeks.
İbn Havkal, Ṣûretü’l-arż, II, 250, 252, 253.
Makdisî, Aḥsenü’t-teḳāsîm, s. 408-409.
Yâkūt, Muʿcemü’l-büldân, II, 170.
İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, I, 386, 388, 390; II, 548, 551-553; VII, 291, 390; XI, 133, 196.
İbn Ebû Usaybia, ʿUyûnü’l-enbâʾ, Beyrut, ts. (Dâru mektebeti’l-hayat), s. 161 vd., 171 vd., 183-230.
Ebü’l-Ferec, Târîḫu muḫtaṣari’d-düvel (nşr. Antûn Sâlihânî el-Yesûî), Beyrut 1890, s. 76, 92, 124.
Müstevfî, Târîḫ-i Güzîde (Browne), s. 373 vd.
Ḥudûdü’l-ʿâlem (Minorsky), s. 25, 131, 381-382.
Kalkaşendî, Ṣubḥu’l-aʿşâ, IV, 341.
P. K. Hitti, A Short History of the Near East, Princeton 1965, s. 87-89, 125.
G. le Strange, The Lands of the Eastern Caliphate, London 1966, s. 233, 238, 247.
Sarton, Introduction, I, 435-436.
L. Leclerc, Histoire de la médecine arabe, Paris 1876, I, 27, 87, 92-93, 557-559.
Ahmed Îsâ Bek, Târîḫu’l-bîmâristânât fi’l-İslâm, Beyrut 1401/1981, s. 61-65.
M. A. Aziz, “Hospitals and Medical Aid in the Muslim Period”, Studies in History of Medicine, I/2, New Delhi 1977, s. 110-117.
Aydın Sayılı, “The Emergence of the Prototype of the Modern Hospital in Medieval Islam”, a.e., IV/2 (1980), s. 112-118.
Cl. Huart, “Cündişâpur”, İA, III, 239.
a.mlf. – Aydın Sayılı, “Gondēs̲h̲āpūr”, EI2 (İng.), II, 1119-1120.
D. M. Dunlop, “Bīmāristān”, a.e., I, 1223.
https://islamansiklopedisi.org.tr/cundisapur
TERCÜME HAREKETLERİ
KÜTÜPHANE
Emevîler. İslâm âleminde ilk kütüphanelerin, Kur’ân-ı Kerîm ve hadis etrafında yoğun bir telif faaliyetinin başladığı Emevîler döneminde aynı zamanda birer okul olarak da görev yapan mescidlerde ortaya çıktığı sanılmaktadır. Kaynaklardan öğrenildiğine göre bu devirde bazı âlimlerin evlerinde önemli sayıda kitaptan oluşan kütüphaneleri vardı. Hadisçi İbn Şihâb ez-Zührî, Abdülhakem b. Amr el-Cumahî, Ebû Kılâbe el-Cermî, Şu‘be b. Haccâc, Küreyb, Ebû Amr b. Alâ, Urve b. Zübeyr ve İbn Cüreyc gibi âlimlerin özel kütüphaneleri bu arada zikredilebilir. Emevîler döneminde ulemâya ve talebeye açık ilk kütüphanenin Muâviye b. Ebû Süfyân zamanında (661-680) Şam’da bir nevi araştırma merkezi olan Beytülhikme’de kurulduğu kabul edilmektedir. Mes‘ûdî’nin naklettiğine göre bu müessesede hadis, tarih ve biyografiye dair bazı kitaplarla bu kitapların muhafazası için görevliler bulunmaktaydı(Mürûcü’ẕ-ẕeheb, II, 72).Muâviye’nin torunu Hâlid b. Yezîd âlim ve şair olduğu gibi aynı zamanda bir kitap meraklısıydı. Özellikle kimya, tıp ve astroloji alanlarındaki eserlere büyük ilgi duymakta, bu konularda elde ettiği bazı yabancı eserleri Arapça’ya çevirtmekteydi. Hâlid b. Yezîd, Beytülhikme’de Muâviye’nin kurduğu kütüphaneyi devralmış ve onu daha zengin bir hale getirmiştir.
Emevî halifelerinden Velîd b. Abdülmelik’in bu kütüphaneyi teşkilâtlandırdığı ve bir kütüphaneciyle bir müstensih tayin ettiği kaydedilmektedir. Sem‘ânî’nin Kitâbü’l-Ensâb’ında burada görevli kütüphanecinin adının Sa‘d olduğu kaydedilmektedir. Görevi “sâhibü’l-mesâhif” olarak belirtilen Sa‘d, adı günümüze ulaşan ilk müslüman kütüphanecidir.
136’da (754) halife olan kardeşi Ebû Ca‘fer el-Mansûr’un döneminde telif sahasında büyük bir gelişme görüldüğü gibi tercüme faaliyetlerine de önem verildi. Mansûr 148 (765) yılında Bağdat’a gelen Corcîs b. Cibrîl’e birçok tıbbî eseri tercüme ettirdi. İbn Haldûn’un naklettiğine göre Halife Mansûr, Bizans imparatoruna bir mektup göndererek tercüme edilmek üzere kendisine fen ilimleri sahasında yazılmış bazı eserler göndermesini istemiş, imparator da halifeye Öklid’in (Euclides) kitabıyla fizik hakkında birkaç eser göndermiştir. Bu devirde Grekçe, Latince, Süryânîce, Pehlevîce ve Farsça’dan birçok eser Arapça’ya çevrildi. Bu faaliyetlerin tabii bir neticesi olarak Mansûr’un sarayında zengin bir kütüphane meydana geldi. Halife Mehdî-Billâh döneminde de devam eden telif ve tercüme çalışmaları sırasında bilhassa astroloji konusundaki eserlere önem verildiği görülmektedir.
Özellikle papirüs yanında kâğıdın yazı malzemesi olarak kullanılmaya başlamasının ve Hârûnürreşîd tarafından 794’te Bağdat’ta bir kâğıt fabrikası kurdurulmasının telif faaliyetlerine, kitap ticaretine ve kütüphanelerin zenginleşmesine müsbet tesirleri olmuştur. Abbâsîler devrinde bir süre ilmî faaliyetlerin merkezi haline gelen Beytülhikme Hârûnürreşîd tarafından Bağdat’ta kuruldu. Çeşitli dillerden tercüme faaliyetlerinin yürütüldüğü bu araştırma merkezinde zengin bir kütüphane de bulunmaktaydı.
⚠️Beytülhikme’nin en verimli devri Halife Me’mûn zamanına rastlar. Bu dönemde bilhassa felsefe ve fen bilimleri sahasında yazılmış eserlerin Arapça’ya çevrilmesine çalışılmıştır. Huneyn b. İshak, Ya‘kūb b. İshak el-Kindî, Muhammed b. Mûsâ el-Hârizmî ve Ebü’l-Hüzeyl el-Allâf, tercüme ve telif eserleriyle daha sonraki dönemin felsefesine ve ilmine temel hazırlamışlardır
Kaynaklar, Hârûnürreşîd’in ünlü veziri Yahyâ b. Hâlid el-Bermekî’den âlim ve sanatkârların hâmisi olma yanında zengin kütüphanesi dolayısıyla da övgüyle söz eder. Ebû Osman b. Ömer, onun dönemin en zengin kütüphanelerinden birine sahip olduğunu söyler. Bu kütüphane özellikle Grekçe ve Farsça yazmalar bakımından oldukça zengindi. Yahyâ b. Hâlid’in, kütüphanesini zenginleştirmek için önemli miktarda para sarfettiği rivayet edilir. Bermekîler’in düşüşüyle kütüphane de müsadere edilerek Beytülhikme’ye katılmıştır (Avvâd, s. 177-178).
Me’mûn devrinde Beytülhikme’de çalışan âlimlerden Yahyâ b. Ebû Mansûr’un oğlu Ali b. Yahyâ el-Müneccim, Bağdat yakınlarındaki Kerker’de bulunan konağında kurduğu kütüphaneye Hizânetü’l-hikme adını vermişti.
Kaynaklarda, Horasanlı astronomi bilgini Ebû Ma‘şer el-Müneccim’in hac için Mekke’ye giderken daha önce ününü duyduğu bu kütüphaneye uğradığı, ilmî araştırmalara dalıp hacca gidemeden son yıllarını burada geçirip öldüğü nakledilir. Ali b. Yahyâ el-Müneccim, Halife Mütevekkil-Alellah’ın kâtibi ve başmüşaviri Türk asıllı Feth b. Hâkān el-Fârisî için de bir kütüphane kurmuştu.
ABBÂSÎLER
MANSÛR
⛔️⛔️⛔️⛔️⛔️⛔️
Her ne kadar bilimsel tıp geçen zamanla birlikte olağanüstü büyük adımlar attıysa da, antik Mısır ve Mezopotamya bilimsel tıbbı dinsel ve sihirsel tıpla yanyana yaşıyordu ve Yunanlılar, bilimsel tıplarmı geliştirirken, büyük ölçüde, Mısır ve Mezopotamyalı he kimlerin bilgi ve deneylerinden yararlandılar.
Yunanlıların asklepion adını verdikleri, şifa tapınakları vardı. Asklepion şifa tanrıları olan Apollon ve Asklepios’a adanmıştı. Bu kurumlarda tedavi işlerine rahipler bakmakta ve bunlarda psikolojik bakımdan tedavi önemli bir yer işgal etmekteydi.
Bunlar mûcizevî tedavi yerleriydi ve kendilerinde sıradan, alışılmış hekimlerin hiçbir katkıları yoktu. Bundan ötürü, Yunan filozofları sihiri tıbbın dışına atmada seçkin bir başarı elde etmelerine rağmen, bu başarılarını dinsel tıp alanını da içerecek biçimde genişletemediler ve mûcize niteliği taşıyan tedavinin, neredeyse çok sıradan, bir olay olarak görüldüğü, asklepionlarda tatbik edilen tedavi usûllerine pek müdahele edemediler.
Asklepionlar halk arasında pek revaçtaydı ve şifa arayan insan lar, bu yerlere öbek öbek gidiyorlardı. Onlarda gerçekleştirilmiş eski olağanüstü tedavi örnekleriyle ilişkili olan rivayetlerle birlikte, bu tapmakların psikolojik etkisi ve gizemli, esrarlı atmosferi, hasta ların başlarından geçenlere bakılırsa, büyük bir rol oynamış olmalıdır.
* 16-21 Eylül 1985 tarihleri arasında Kazakistan’ın başkend Alma-Ata’da toplanan 750-1500 yılları arasında Orta Asya Kültürü adlı konferansa sunulan bildirinin kısmen genişletilmiş bir metnini oluşturmaktadır.
* * Ord. Prof. Dr. Aydın Sayılı. Bilim Tarihi profesörü. Atatürk Kültür Merkezi Başkanı.
* * * Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü Sistematik Felsefe ve Mantık Ana Bilim Dalı araştırma görevlisi.
Bun l a r d a ,
xenoclochia ( m i s a f i r h a n e l e r ) ,
ptochia ( y o k s u l l a r e v i ) ,
orpharıot- ropia (öksüzler evi),
gerontocomia (düşkünler evi)
ve benzeri yardım kurumlan bulunurdu ve tedavi için daha uzmanlaşmış Bizans kurumu ise nosocomium, yani hastahaneydi. Böyle yerler genellikle, dördüncü yüzyılın sonlarına doğru St. Basil tarafından kurulan Caesarea (Modern Kayseri) Basilyad’ı örneğinde olduğu gibi, bir kilise ya da manastır etrafında toplanırlardı. Cüzzamlıların tedavi ve bakımı bu hastahanelere özgü bir yöndü.
1 Garrison, Hislory of Medicine, s. 176-7; Henry E. Sigerist, The Greal Doclors, 1933, s. 21-8; A. Castiglione, Histoire de la Medicine, Çev. J. Bertrand, Paris, 1931. 2 C. A. Mercier, Leper Houses and Medieval Hospitals, 1955, s. 3 ve devamini
Bizans hastahaneleriyle Islâm Dünyasındaki hastahaneler arasındaki esas benzerlik noktası, onların yardımsever yapılarında bulunur. Bizans’tan bu bakımdan gelen etki, bununla birlikte, özsel bir etki olarak görülmemelidir. Dahası, ikisi arasında tam bir karşıtlık meydana getiren yönler vardır. Çünkü, hastayı tedavile rinde İslâmî hastahanelerin tersine, Bizans hastahanelerinde rahibin de bir rolü varmış gibi görünür.
Islâmiyet-öncesi Bizans hastahaneleriyle İslâmî hastahaneler arasındaki farklılıkların bazıları gerçekten de çok keskin, çok be lirgindir. Islâm Dünyasında, sözcüğün modern anlamı içinde hasta haneler, hastaların tedavi ve tedavilerinin bitiminde taburcu edil dikleri uzmanlaşmış kuruluşlardır. Bizans hastahaneleri ise bu uzmanlık evresine ulaşmamışlardı. Islâmiyet-öncesi hastahaneler bütünüyle hasta tedavisi için kurulmuş değillerdi. Bundan başka, daha önce de söz edildiği gibi, tıbbî bilgi, her ne kadar Yunanlıların ellerinde büyük bir ilerleme göstermiş ise de, hastahanelerinde dinsel tıbbın yerini alamamıştı. Bilimsel tıbbın sihir ve dinden ayrılması, ilk kez olarak Islâm’da gerçekleşti. Peygamberin tıb ve tedaviyle ilgili hadiseleri vardı, ancak hem tıp eğitiminde hem de hastahanede egemen olmaya başlayan tıp geçmişten ve özellikle Yunanlılardan mîras kalmış olan bilimsel tıp oldu.
Romalılar, köle ve gladyatörlerin valetudinariııslanna. ek olarak, 5 özellikle askerî amaçlarla kurulmuş hastahanelere sahiptiler;6 Islâmiyet-öncesi hastahanelere, aynı zamanda Hindistan’da da rast lamaktayız. Ancak in Islâmiyet-öncesindeki muhtemelen en önemli hastahane, erken dönem Islâm hastahaneleri için bir model olarak kullanılmaya elverişli olan, Cundişapur Hastahanesi’ydi
⛔️⛔️⛔️⛔️⛔️⛔️⛔️⛔️
BUHTÎŞÛ‘
Buhtîşû‘ (Bahtîşû‘) ailesinden yetişen ilk hekimler, I. Hüsrev’in (Enûşirvân, 531-579) zamanında kurulan Cündişâpûr tıp okulunda öğrenim görmüş ve oradaki hastahanede yaptıkları başarılı çalışmalarla adlarını duyurmuşlardı. 765’te Bağdat’ın hilâfet merkezi oluşundan sonra 250 yıl süreyle Abbâsî sarayına hekim veren bu aileden yetişmiş tabipler, gerek yaptıkları tercümelerle gerekse telifleriyle İslâm tıbbının gelişmesine önemli katkılarda bulunmuşlardır.
Buhtîşû‘ ailesinden yetişen hekimler şunlardır: I. Buhtîşû‘, I. Cibrâîl, Curcîs, II. Buhtîşû‘, II. Cibrâîl, III. Buhtîşû‘, I. Ubeydullah, Yuhannâ, IV. Buhtîşû‘, III. Cibrâîl, II. Ubeydullah. Bunlardan ilk ikisi hakkında kaynaklarda yeterli bilgi yoktur.
Ayrıca III. Buhtîşû‘un oğlu olan ve uzun yıllar Halife Muktedir-Billâh’ın hekimliğini yapan I. Ubeydullah ile Halife Mütevekkil-Alellah’ın oğlu Muvaffak’ın özel hekimi Yuhannâ (Yahyâ) ve yine Muktedir-Billâh ve Râzî-Billâh’ın saraylarında hekimlik görevi yapmış olan Yuhannâ’nın oğlu IV. Buhtîşû‘ (ö. 941) hakkında da ayrıntılı bilgi mevcut değildir. Bunlardan Yuhannâ’nın ünlü bir hekim olmasının yanı sıra Grekçe ve Süryânîce’yi iyi bildiği ve bu dillerden Arapça’ya tercümeler yaptığı, bu arada Kitâb fîmâ yaḥtâcü ileyhi’ṭ-ṭabîb min ʿilmi’n-nücûm adlı bir eser kaleme aldığı bilinmektedir (bk. İbn Ebû Usaybia, s. 276-277; DMBİ, I, 604-605).
Curcîs b. Cibrâîl (جرجيس بن جبرائيل) (ö. 152/769). Cündişâpûr tıp okulunda yetişen Buhtîşû‘ hekim sülâlesinin üçüncü üyesidir. I. Buhtîşû‘un torunu, I. Cibrâîl’in oğlu olduğu için Curcîs b. Cibrâîl b. Buhtîşû‘ künyesiyle anılır. Curcîs Cündişâpûr Tıp Okulu’nda hoca ve oradaki hastahanenin başhekimi idi. 148’de (765)
Buhtîşû‘ b. Curcîs (بختيشوع بن جرجيس) (ö. 185/801). Ebû Cibrâîl (Cibrîl) künyesiyle de anılan II. Buhtîşû‘ Cündişâpûr’da doğdu ve tahsilini orada yaptı. Babası Curcîs oradaki hastahanenin başhekimi iken oğlu da onun yardımcılığını yapıyordu. 765 yılında Halife Mansûr’u tedavi etmek üzere Curcîs Bağdat’a çağrılmış ve orada dört yıl kalmıştı. Bu süre zarfında II. Buhtîşû‘ Cündişâpûr Hastahanesi’nin başhekimliğini üstlenmişti.
Cibrâîl b. Buhtîşû‘ (جبرائيل بن بختيشوع) (ö. 213/828). Buhtîşû‘ sülâlesinin en hâzık hekimlerinden olan II. Cibrâîl, babası II. Buhtîşû‘ tarafından yetiştirilmiş ve 791’de Bermekîler’den Ca‘fer b. Yahyâ’ya özel hekimi olması için takdim edilmiştir. Hârûnürreşîd’in câriyelerinden birinin hastalığını başarılı şekilde tedavi ettikten sonra da saraya girmiştir.
Buhtîşû‘ b. Cibrâîl (بختيشوع بن جبرائيل) (ö. 256/870). III. Buhtîşû‘ bu aileden yetişen altıncı hekim olarak babası Cibrâîl b. Buhtîşû‘un 828’de Medâin’de ölümü üzerine Halife Me’mûn tarafından saray başhekimliğine getirilmiş ve halifenin Bizans seferleri sırasında daima yanında bulunmuştur.
Cibrâîl b. Ubeydullah (جبرائيل بن عبيد الله) (ö. 396/1006). III. Cibrâîl 311’de (923) Bağdat’ta doğdu. Babası I. Ubeydullah, Halife Muktedir-Billâh’ın hizmetinde maliye memuru olarak bulundu. Babasının ölümünden sonra annesi bir hekim ile evlendi. Cibrâîl tıp öğrenimine üvey babasının yanında başladı. Annesinin ölümü üzerine öğrenimini tamamlamak için halifenin doktorlarından Hürmüz’e başvurarak ondan faydalandı; ayrıca Bağdat Bîmâristanı’nda İbn Yûsuf el-Vâsıtî’den de ders aldı.
Ubeydullah b. Cibrâîl (عبيد الله بن جبرائيل) (ö. 450/1058’den sonra). Hayatı hakkında yeterli bilgi bulunmayan ve Ebû Saîd künyesiyle anılan II. Ubeydullah, Buhtîşû‘ hekim ailesinden III. Cibrâîl’in oğludur. Ünlü hekim İbn Butlân’ın (ö. 458/1066) çağdaşı ve yakın dostu olan Ubeydullah’ın Meyyâfârikīn’da (Silvan) yaşadığı, hâzık bir hekim ve hıristiyan ilâhiyatını çok iyi bilen bir teolog olduğu kaynaklarda yer almaktadır. Teori ve pratik olarak tıbbın bütün ayrıntılarına vâkıf olan bu hekim zooloji ile de yakından ilgilenmiş ve bu alanda da eser vermiştir.
- https://islamansiklopedisi.org.tr/buhtisu
HÂRİS b. KELEDE
İran’ın Hûzistan bölgesindeki Cündişâpûr tıp okulunda tahsil gördükten sonra, bu ülkede bir süre hekimlik yaparak önde gelen devlet büyüklerini tedavi edip üne kavuşmuş ve bol para kazanmıştır (İbn Cülcül, s. 54; İbnü’l-Kıftî, s. 111-112);
Hz. Peygamber’in onun hekimliğine güvendiği, hastalanan sahâbîlere tavsiye ettiği, Vedâ haccı sırasında kalbinden rahatsızlanan Sa‘d b. Ebû Vakkās’ı ziyarete gittiğinde bizzat kendisinin Hâris b. Kelede’yi çağırtarak onu tedavi ettirdiği bilinmektedir (İbnü’l-Esîr, I, 413; İbn Hacer, I, 288-289)
Hâris b. Kelede’nin teşhis ve tedavi konularında çok başarılı olduğu, hangi hastalığa hangi ilâcın verileceğini iyi bildiği, geniş kültürünün ve tecrübelerinin yardımıyla halkın gelenek ve alışkanlıklarını da göz önünde tutarak kendine has tedavi yöntemleri geliştirdiği rivayet edilir. Büyük bir kısmı İbn Ebû Usaybia’nın ʿUyûnü’l-enbâʾında yer alan el-Muḥâvere fi’ṭ-ṭıb adlı küçük hacimli bir eserin ona ait olduğu kabul edilmektedir.
Tib sohbetlerinin kaleme alınmış şekli olan esere, sonraki yıllarda halk sağlığıyla ilgili çeşitli darbımesellerin de karıştığı kabul edilmektedir. Bu metinde ona mal edilen şu tavsiyeler modern tıp açısından da dikkat çekicidir: “Güneş altında fazla kalmayın. Mide hastalıkların yuvası, az yemek ise devânın başıdır. Çok yaşamak isteyen kahvaltısını erken yapsın, akşam yemeğini erken yesin, az borçlansın, az cinsî münasebette bulunsun, sağlıklı iken ilâç kullanmaktan sakınsın, bir hastalık ortaya çıktığı zaman onu müzmin hale gelmeden önce izâle etsin; çünkü insan bedeni toprak gibidir, ıslah edersen mâmur, ihmal edersen harap olur. Pastırma yemek, tok karnına hamama girmek veya cinsî münasebette bulunmak, yaşlı kadınla evli olmak ve cinsel yaşamını onunla sürdürmek vücudu yıpratır. Genç kadınla evlenin, meyveyi olgunlaşınca yiyin, bedeniniz hastalığa tahammül ettiği müddetçe ilâç kullanmayın, zira ilâç bir hastalığı giderir, fakat bir başka rahatsızlığa yol açar. Sabah kahvaltısından sonra biraz uyuyun, akşam yemeğinden sonra ise kırk adım yürüyün.”
- https://islamansiklopedisi.org.tr/haris-b-kelede



Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hallo 🙋🏼♀️