„ Kim de bir can kurtarırsa bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur.” -Mâide,32

Primum non nocere!

25 Haziran 2023 Pazar

Ibn Arabî ve Ayna Metaforu

 

İbn Arabî ve Ayna Metaforu

Savaşlar,  insan hareketleri gibi bir çok olay şu an içinde bulunduğumuz medeniyet adına ölüm ve vahşet içerse de unutmamak lazım ki; bu konuda yorumlarımız şu an yaşadığımız toplumsal seviye kadardır. Şu an içinde bulunduğumuz seviyeye ise insanoğlu aslında pek kolay gelmedi.

Geçmiş yıllarda ülkeler için yaklaşık olarak iki seçim vardı; “fetheden” ve “fethedilen” olmak. Endülüs dönemi de yine böyle başlıyor; Endülüs 711 yılında Arap komutan Tarık Bin Ziyad tarafından fethedilmiştir. Gemileri ile Endülüs’e dayanan Tarık Bin Ziyad karaya ulaşınca gemilerini yaktırır ki, kimse geriye dönmeyi düşünmesin. Hala “gemileri yakmak” deyimini kullanıyoruz ve işte buradan gelmektedir. Tarık Bin Ziyad adını halen “Cebeli Tarık” boğazı için kullanmaktayız.Endülüs tarihi 711-715 yılları arasında “fetihler dönemi” olarak adlandırılır.

Bundan sonraki 41 yıl ise “valiler dönemi” olarak bilinir. Valiler döneminde Arap Müslümanlar dağınık biçimde yerleşmişlerdir. 756 yılında ise Endülüs Emevi Devleti  kurulmuştur. Burada Endülüslüler Doğu ve Batı arasında bir köprü oluşturmuş bunu sadece coğrafi anlamda değil, özellikle ilim anlamında gerçekleştirmişlerdir. Burada Batı’ya nakledilen kültür sadece dönemin Arap kültürü değil, Doğu’ya ait; İran,Türk,Berberi, Yahudilerin kültürlerini de taşıyan özelliktedir. Bu dönem de ayrıca antik dönem filozoflarından çevrilen eserler mevcuttur, bununla beraber Arapça olan eserlerde Latince’ye çevrilerek yüksek bir etkileşim ortamı oluşmuştur. Araplar 1492 yılında yılında İspanyol Kral Ferdinand ve Kraliçe İsabella’nın ordularının “reconquista” hareketi olarak bilinen Güney Avrupa’’nın yeniden İspanyollar tarafından alınması ile burada oluşan İslam medeniyeti sona ermiş oldu.

Endülüs’ü özel kılan şey ise;  döneminde Yahudi, Hristiyan, Müslüman üç farklı grubun beraber özgürlük ortamı ve bilim, düşünce, sanat adına rekabet ortamı bulmasıdır. Dünyanın bir çok bölgesinden Kurtuba, Gırnata, İşbiliye gibi şehirlere yerleşmek, burada ki düzen, temizlik, huzur ve özgürlük ortamında yaşamak  için gelenler olmuştur. Endülüs döneminde Ortaçağ’da Avrupa’da aydınlık olmuştur. Reconquista dönemi öncesi özellikle; İbn Rüşd, Musa B. Meymun, İbn Bace ve İbn Arabî bu düşünsel ortama katkıda bulunan önemli filozoflar olmuşlardır. Bu dönem filozofları Avrupa’da kendilerinden sonra gelecek Albert Magnus, Spinoza, Kant, Dante, Bacon gibi isimleri etkilemişler, dolayısıyla Avrupa’da oluşacak Rönesans ve Aydınlanma Çağı için gereken tohumları yerleştirmişlerdir.

İbn Arabî 1165 yılında Mürsiye İspanya’da doğmuştur. Sekiz yaşında iken İşbiliye’ye gelmiştir. Kendisi dönemin önemli, asker kökenli ailelerindendir. Küçük yaşlarda asker olmayı isterken zamanla görüşleri değişir ve sufizme döner. Henüz on altı, onyedi yaşında iken döneminin ünlü filozofu   İbn Rüşd ile tanışır. İbn Rüşd eserlerinde “akılcılık” konusunu her zaman ön plana taşımıştır. Karşılıklı konuşmasında

ilmin sadece akılcılıkla değil, “ilham” ve “keşif” yoluyla edinilebileceğini de söyler.

İbn Arabî bir çok  eseri rüya yoluyla ve uykudan hemen önceki yarı uyku denilen dönemde yazmıştır. Çok üretken bir yazar olan İbn Arabî döneminde sekiz yüz ve üzerinde eser verdiği düşünülmektedir. Bu eserlerin dört yüz, beş yüz kadarı günümüze gelmiştir. Eserleri sadece ülkemizde  değil, İngiltere, İskoçya başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesi ve Amerika’da halen ilgi görmektedir. Bu ülkelerde adına dernekler mevcuttur, üniversitelerde adına kürsü olup, eserleri ile ilgili özellikle Oxford Üniversitesi rutin yıllık dergi çıkarmakta, konferanslar düzenlemektedir.

İbn Arabî hayatı boyunca bir çok ülke ve şehir gezmiştir. Anadolu’da ise bir çok şehirde uzun süreli bulunmuştur. Bunlardan Malatya on yıl kaldığı için özel bir yere sahiptir. Yine uzun dönem kalması ve öğrenci yetiştirmesi ile Konya özel bir yere sahiptir. Konya’da iken öğrencisi olan Sadreddin Konevi’den devam eden geleneği halen varlığını sürdürmektedir. Daha sonra Fatih Sultan Mehmet’e hocalık yapan Akşemsettin yine bu gelenekten gelmiştir. İbn Arabî Şam’da vefat etmiştir.

Kendisi döneminde keskin görüşleri sebebiyle bazen “Şeyh-i  Ekber” (Şeyhlerin Şeyhi) veya bazen de “Şeyh-i Ekfer” (Kafirlerin Şeyhi) şeklinde kendisine zıt lakaplar verilmiştir.

Bunun en önemli sebebi kendisinden önceki diğer Sufi/Filozoflara göre bildiklerini toplumsal gerekçelerden dolayı ifade konusunda kaçınmamasıdır. Öğretisinin en baş köşesinde “Vahdet-i Vücud” (Varlık Birliği) bulunmaktadır. Bu sebeple ağır eleştirilmiş, bazen bulunduğu şehirlerde din adamları tarafından hakkında fetvalarda çıkmıştır. Ancak Selçuklu  ve Eyyübi hanedanları tarafından saygıyla karşılanması ve zaman zaman yöneticilerine danışmanlık vermesi kurtarıcı bir durum olmuştur. Yine Şam’da hükümdar olan Muzaffereddin’in hocalığını yapması aynı şekilde kendini koruma açısından etkili konumlar olmuştur.

İbn Arabî eserleri konusunda oldukça dağınık ve sembollerle örülü bir dil kullanmıştır. Bunun çeşitli sebepleri arasında düşünce sistemine,  yazılı-sözlü ifadenin yetersiz kalması gösterilebilir. Diğer bir sebep  ise içrek konuların materyel bakış anlaşılmasının mümkün olmamasıdır. İbn Arabî eserlerinde bir çok sembol, metafor kullanmasına rağmen sık sık kullandığı semboller “Ayna, Harf, Işık” olmuştur.

İBN ARABÎ ve AYNA METAFORU

Ayna sembolü, genel ezoterik kullanımlarda gerçeklik, hakikat ve dual tarafında yalan, dalkavukluk, egosal kimlik sorunlarına işaret eder.

İbn Arabî ise iki önemli eseri olan Fusüsul-Hikem ve Fütühatü’l-Mekkiye’de Tanrı-Alem ve Tanrı-İnsan ilişkisini açıklamıştır. İbn Arabî ayna sembolünü oluşturan unsurlar olan ayna, suret ve aynaya bakan kimsenin varoluş sahasındaki karşılıklarını izah etmektedir.

Buna göre Tanrı;  aynaya bakan kişidir. Ayna, mümkünler; aynadaki suretler ise hissedilir alemdeki varlıklardır. Tanrı mümkünlük hazretine bakmakta, bu hazret kendi doğasına uygun biçimde Tanrı’yı veya vücudu yansıtmaktadır. Bütün aynalar karşısında aynı kişi bulunmasına rağmen, her bir ayna o kişiyi kendi özelliğine göre yansıtmaktadır. Alemdeki bütün varlıklardaki vücud tek bir hakikat olmakla beraber, her bir varlık vücudu kendi istidadına göre yansıtmaktadır.

İbn Arabî Fusüs’un en başında eserine şu temel önermelerle girer: “Hak, sayısız güzel isimleri bakımından emrin tümünü içeren –kuşatıcı bir varlıkta- isimlerini tek tek görmek ve o varlık vasıtasıyla kendi sırrının kendine görünmesini istedi. Varlık ile nitelenmiş olması sebebiyle –kendini görmek istedi- de denilebilir.

 Çünkü bir şeyin kendini kendisi vasıtasıyla görmesi, ayna gibi başka bir cisimde görmesine benzemez. Aynada kişi kendini, bakılan cismin yansıttığı surette görür. O yer olmadan ve kişi ona bakmadan önce, böyle bir biçim ortaya çıkamazdı. Bunun için Hak, (isimlerini ya da kendini görmek üzere) bütün alemi ruhsuz bir beden gibi yarattı”

Yine Fusüsu’l Hikem den “Doğa alemi, tek bir aynadaki suretlerdir. Hayır! Doğa alemi, farklı aynalardaki tek bir surettir. Burada bakış açısının farklılaşması sebebiyle yalnızca hayret vardır” (sf.76)

Şu halde hakikat ile kendi arasında perdeler olan kişiler, farklı farklı bakış açılarına sahip olacaklardır. Alemlerden her bir varlık Hak tecellisini yaratan bir ayna olmakla beraber cilalanıp, parlatılmış mükemmel aynalar değildir. Söz konusu ilahi tecellileri, engelsiz gören ve pürüzsüz/tertemiz bir ayna gibi en mükemmel yansıtan varlık insan-ı kamil dir. Hak ilk önce onun kalbine, sonra da onun vasıtasıyla bütün aleme zat ve isimleriyle tecelli eder. Bu durum ise; bir ayna ışığının, ona paralel duran bir aynaya yansımasına benzerdir. İbn Arabî, genel anlamda insanı, özel de ise kamil insanı; bazen kainat aynasının cilası, bazen de aynadan ayrı ama yine de evren aynasının bir prototipi niteliğinde kapsayıcı bir ayna olarak tasvir etmektedir.

Eğer Kainat aynası olmasaydı, Hak bilinemez, görünemezdi. Hak aynası olmasaydı, halk istidat ve kabiliyetlerini göremez ve bilemezdi.  İnsan ve İnsan-ı Kamil aynası olmasaydı, doğa alemi ruhsuz, cansız bir ceset gibi ölü kalırdı; insan ve insan-kamil kainatın ruhu ve aynası olmuştur; evren onunla canlanmış ve hayat bulmuştur. Ve nihayet kalp aynası olmasaydı, insanın göksel alemle irtibatı olmaz, ruhsal bilgi ve hikmetten yoksun kalırdı.

İbn Arabî,  Futuhat-ı Mekkiye eserinde şöyle demiştir:

“Sen bilir isen kendini, O’da bilir kendini…

Sen tanır isen Nefsini, O’da tanır Nefsini…

O vakit Arif olursun, Hak Makamına ulaşırsın.

Alemler görünür, bütünleşir Ayn’ında,

Olur Tek Alem

Hak gözünden seyr eylersin Cümle Alemi…


               Kaynaklar:

Tahir ULUÇ – ” İbn Arabî’de Sembolizm”

Kevser YEŞİLTAŞ -“Arif İçin Din Yoktur”

Ahmet Ögke – “İbnü’l Arabî’nin Fusüsu’l Hikem’inde Ayna Metaforu”  (İlmi ve Akademik Araştırma Dergisi, makale)

Claude Addas – “Dönüşü Olmayan Yolculuk”


Michelangelo Merisi da Caravaggio (1571-1610) – Narziss (ca. 1600)

O dergahtan dilsiz dudaksız şöyle bir nida geldi: “Güneşe benzeyen bu dergah bir aynadır“ Bu beyitte bahsedilen Simurg’un dergahı, yani kuşların yolculuğunun nihayeti, bir aynadan ibarettir. Simurg’un (Hakk) aynada (Nefis) yansımasıyla kuşlar kendi hakikatlarini görürler. Zorlu ve degişik mücadelelerden geçerek bu yere ulaşıp ötesi olmayan gerçeği görmek için en büyük fırsatı elde ederler.

Bu beyitten yola çıkarak Mantıku’t-Tayr’ı üç açıdan analiz ediyorum: bilimsel, kültürel ve dini…

Bilimsel bakış Jacques Lacan’ın“le stade du miroir” [3] teorisi ile açıklanabilir. Lacan’a göre bir bebeğin kendinin farkına varması 6. ile 18. ayında oluşmakta. Bu dönemden itibaren çocuklar kendilerini aynada tanımaya başlıyorlar. Çocuk artık kendini aynada farkettiğinde seviniyor, kendini bir bütün olarak tanıyor ve bu olağanüstü yetisini kendi alışık perspektifinin dışından gerçekleştiriyor. Lacan’a göre çocuğun bu esnada yaşadığı sevinç aslında bir aldanmadır, çünkü çocuk kendini değil, sadece yasımasını görüyor, zannettiği gibi aslını değil.

“Le stade du miroir” benliği ikiye ayiriyor: ben (je) ve ben (moi). ‘Je’ kendini aynada görmesidir, çocuk artık dış perspektiften kendini algılama kabiliyetine sahip olmuştur. ‘Moi’ ise aynadaki ideal benliğidir ve bu ideale yaklaşmaya çalışır. İşte bu sebepten dolayı Lacan “Le je n`est pas le moi” (“ben ben değilim”) demekte.

Bu yorumdan yola çıkarak şu tesbitte bulunabiliriz: insan kendini (yani hakikatini) gördüğünü zannediyor, ama aslında görmüyor/göremiyor. Böylelikle kendisini aldatıyor ve görmek istediği gibi kendini zannediyor. Küçüklükte başlayan bu kendini tanıma çabası, insanı (farkında olsun-olmasın) bütün ömrü boyunca takip ediyor.

 Kültürel açıdan baktığımızda bir çok yazarın, ressamın, şairin ve sinemacının bu konuyu ele aldığını görüyoruz ve aynı sonuca vardıklarını anlıyoruz.

 Yunus Emre`nin   “Beni bende demen, ben de değilem. Bir ben vardır bende, benden içeru” beyti de aslında kendini tanıyamadığına işaret ediyor, ve Lacan`nın dediği gibi iki ayrı ben’in varlığına atıfta bulunuyor. Ayna`nın bu yönde sembol olarak kullanıldığı eserleri aramaya koyulduğumuzda batı ve doğu edebiyatından birçok yazarın ayna metaforunukullandığını görüyoruz. Protagonist sonuçta ya aynaya bakarak kendini (hakikatini) görüyor ve (kemale doğru) değişim başlıyor, veya kendini (hakikatini) göremiyor ve çöküş serüveni yürürlüğe koyuluyor.

Birkaç örnek vermemiz gerekirse:

Hermann Hesse [4] aynayı kırılmış bir kimliğin sembolü olarak kullanıyor. Oscar Wilde’nin [5] tek romanı olan “Dorian Gray”’de [6] protagonist kendi resmine yansıyan kötülüklerinin farkına varmasıyla birlikte ölüyor, yani kişi aynaya/resmine bakmasıyla asıl benliğini (velev ki kötü olsun) farkedebiliyor. Aynı şekilde Ray Bradbury [7] “Fahrenheit 451”’de toplumun kendi hatalarını farketmesi için bir ayna fabrikası kurduruyor.

İnsanlığın asırlar boyunca öğrendiği (ve çoğu zaman gereğini yapmadığı) gerçek işte budur: içimizdeki bir yönümüz bizi kendimiz olmaktan çıkarıyor, bizi kötülüğe sürüklüyor; bu yapımızı farkettiğimizde ise iyiliğe doğru değişim sürecini başlatabiliyoruz. Madem bütün mesele insanın kendi gerçekliğini (hakikatini) tanımasıdır, öylese ilk akla gelen buna nereden ve nasıl başlanılacağıdır.

Elif M., Braunschweig 1/2012


[1] Sayfa 394, beyit 4273

[2] 1901-1981, Fransız psikiyatrist

[3]  Lacan’nın teorilerinden, benliğin oluşumunu konu edinir

[4] 1877- 1962,  Almanya doğumlu İsviçreli yazar ve ressam

[5] 1854-1900, İrlandalı oyun yazarı, romancı, kısa öykücü ve şair

[6] Oscar Wilde’ nın 1890 yillinda çikan tek romanı

[7] 1920-, korku ve bilim kurgu tarzlarında yazan Amerikan yazar

                 

Hayatımızdaki her şeyin, bir şeyin yansıması olduğunu düşündünüz mü? Türkçe karşılığı olarak bu duruma “Aynalama” denmektedir. Yani konuştuğumuz, gördüğümüz, duyduğumuz, dinlediğimiz ya da sevindiğimiz her şey, çevremizde ya da içimizde olan bir şeylerin yansımasıdır. Eğer bir şeye kızıyorsak, kendi içimizde kızdığımız noktalar var demektir. Yaşadığımız her duygu, kendi içimizdeki duygulardan kaynaklanır. Daha da basit bir şekilde anlatmak gerekirse hissettiğimiz her şey, gösterdiğimiz her şeydir.

Yansıma -1-

“Bana tepeden bak, bir ahmak göreceksin. Bana asağıdan bak, efendini göreceksin. Bana direkt bak, kendini göreceksin” C.Manson





Tasavvufta ayna; müslümanın genelini, Sufinin ise, kalbini fade eder.


İmam Gazzali anlatımlarında; Sufi, yaratıcısıyla, “Vahdet“ hali denilen; mistik bir birlik yaşar; aslında; bu durum, tam birlik değildir. Bu, bir benzeme durumudur. 

asıl olan “biz” ve bildiğimiz kadarının neticesi olan “biz nesnesi“, bir birliktir.
Biz nesnesi denilen; kendimizle ilgili, bize tanımlanmış olan bilgilerdir.

Öncelikli olan, Allah’ ı tanıma zorunluluğudur. Hak bilgisine ulaşmak, “biz” den elde edilen bilgidir. “Biz” ile anlatılmak istenen; genel anlamda “bütün alem” iken; bir anlamda da, “nefs” imizdir. 

Genel anlamıyla; bütün alemi anlatan “Biz” ifadesi ile, “Görünenden görünmeyene ulaşma”; diğer anlamda da, hadiste dile getirilen, “Kendini bilen Rabb’ ini bilir” ifadesi anlatılmıştır.

Buna bağlı olarak ta; Cenab- ı Hak ile aralarında perde olan insanların hakikati görmeleri ya da görememeleri birbirinden farklı olur. Suretler; farklı görüntüler halinde olur. Varlıkla suret arasındaki bağlantıyı çözemeyen bu kişiler, varlık aleminde gördükleri değişik görüntüler karşısında hayrete düşerler.

Gönlü anlatırken; metaforlardan en çok aynayı kullanır. Ayna, ulaşılması gereken üst bilinç halidir. 

kalbi temizlemek için, irade sahibi olmalı ve büyük bir çaba gösterilmelidir.

Şeyhü’l Ekber unvanı ile de bilinen; ünlü İslam düşünürü, mutasavvıf, şair ve yazar olan Muhyiddin İbnü’l-Arabî; “Tanrı ile Alem” arasındaki ilişki ile “hakikat ve suret” arasındaki ilişkide çokça ayna metaforunu kullanmıştır.

Kalp, yüze tutulan aynadır. Kalbinizde ne varsa; aynaya da o yansır. Peki; ya, aynada görünen suret?

Aynaya bir müddet bakıp, kendinizi seyrettiğinizde; bir süre sonra; görüntünün değiştiğini görürsünüz. İşte; her gün baktığınızda, kendinizi gördüğünüz aynada, bir süreden sonra hakikatiniz neyse; aynada da o görünmeye başlar.Aynalar yalan söylemez; kendimizde olanı yansıtır. Aynada görünen, kişinin kendi dünyasıdır. Gönül gözüyle bakıldığında gören de görünen de aynıdır.

Kişinin hakikatı neyse, aynada görünen de odur.

Nefs ve Ruhun 19 Farkı 

zaman: Haziran 25, 2023
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hallo 🙋🏼‍♀️

Sonraki Kayıt Önceki Kayıt Ana Sayfa
Kaydol: Kayıt Yorumları (Atom)

Bu Blogda Ara

  • Ana Sayfa

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Wikipedia

Arama sonuçları

Translate

Powered By Blogger
  • Truva Savasi & Kades Savasi
    Truva Savaşı’nın ilk izlerine Homeros’un İlyada ve Odysseia eserinde rastlanıyor Antik Yunan ’ın en önemli ozanı, Truva Savaşı hakkında son ...
  • Amazonlar; Atlı-Savaşçı Kadınlar & Dünyanın ilk kadın teşkilatı “Bâcıyân-ı Rûm”(Bacılar)
      Avrasyalı Atlı-Savaşçı Kadınlar Amazonlar'ın Gerçekliği Üzerine Yeni Gözlemler Fatma BAĞDATLI ÇAM Bartın Üniversitesi, Edebiyat Fakült...
  • Rita Levi-Montalcini;Sinir büyüme faktörünün (NGF)
    Rita Levi-Montalcini;  22 Nisan 1909 - 30 Aralık 2012) İtalyan bir  nörobiyologdu  .  Sinir büyüme faktörünün  (NGF)  keşfi nedeniyle meslek...
  • Ana Sayfa

İzleyiciler (Katipcilerim)

  • ►  2025 (232)
    • ►  Ekim 2025 (6)
    • ►  Eylül 2025 (6)
    • ►  Ağustos 2025 (4)
    • ►  Temmuz 2025 (16)
    • ►  Haziran 2025 (48)
    • ►  Mayıs 2025 (71)
    • ►  Nisan 2025 (30)
    • ►  Mart 2025 (29)
    • ►  Şubat 2025 (21)
    • ►  Ocak 2025 (1)
  • ►  2024 (481)
    • ►  Kasım 2024 (52)
    • ►  Ekim 2024 (68)
    • ►  Eylül 2024 (59)
    • ►  Ağustos 2024 (51)
    • ►  Temmuz 2024 (26)
    • ►  Haziran 2024 (43)
    • ►  Mayıs 2024 (21)
    • ►  Nisan 2024 (39)
    • ►  Mart 2024 (39)
    • ►  Şubat 2024 (46)
    • ►  Ocak 2024 (37)
  • ▼  2023 (167)
    • ►  Aralık 2023 (2)
    • ►  Kasım 2023 (1)
    • ►  Ağustos 2023 (2)
    • ►  Temmuz 2023 (34)
    • ▼  Haziran 2023 (111)
      • Kelam ilmi, diğer dini ilimlere ilkelerini verentü...
      • Apple Park & Beytül Hikme🤫
      • Halife El-Me’Mun ve Bilim
      • insanın frekansı
      • Travmalar Gen Akrarimi ile Cocuklara Geciyor!
      • Samson(Davud)& Delilah (Goliath)
      • ~ UNUTULMUS RUHLAR ~
      • Toksinlerin Vücu‘da ve Beyne Zararlari
      • Damarlardaki yağı silip süpüren yöntem!
      • Katatonik kadının mucizevi uyanışı & Lupus Hastaligi
      •  Hollanda'da İslam Deneyim Merkezi açıldı
      • BEYNİ&KALBİ olmayan Hayvanlar
      • Uzun bir ömür nasıl sağlıklı yaşanir Dr. Wıilliam Li
      • Hermes (Hz İdris)
      • Ibn Arabî ve Ayna Metaforu
      • Endülüs Müslüman Felsefeciler
      • ibni Sina‘nin önerdigi baharatlar
      • Değişik şuur halleri Tarihçesi
      • Çin, “mucize malzemeden” yapılan güneş panellerini...
      • Harvard'daki dahi Türk fizikçiyi konuşuyor: 175 yı...
      • Fatiha Suresi {Ümmü‘l-Kitap}
      • Mezopotamya
      • Ninova Halki (Hz Yûnus Peygamber)
      • Batının yağma müzeleri
      • İştar Kapısı (bugünkü Irak'ta) 8.Kapi; Babil şehri...
      • Babil’in Asma Bahçeleri
      • Osmanlı'da yasak olan meyve!
      • âlim İmam Serahsi (d.1009- v.1090)
      • Açlık hissetmenin yaşlanmayı yavaşlatiyor
      • Prof Dr. Mustafa Cevat Akşit
      • SENESCENCE/YAŞLILIK BİLİMİ!
      • Beyin: üç element beyin sağlığı;Sürüngen, Memeli (...
      • Genlerin birçoğunun, ataların Afrika’dan göç etmes...
      • Yusufçuk (Helikopter Böcegi)
      • Beyniniz Sizi Her Gün Baska Bir insan Yapar
      • Askeri Dis Isleket
      • Damitici Giysi
      • nemi emebilen süper emici bir malzeme üretti.
      • Kanser’de Siğir Kıkırdağı
      • Dünyanin En Genç Profesörü
      • "Yüzyılın Adamı" seçildi.
      •  Nietzsche’nin Hayatından Hayata Dair DerslerMAKAL...
      • Tefekkür 💭 Önemi
      • Sentetik insan embriyosu
      • Harranlı diferansiyel matematikçi Sâbit Bin Kurra
      • İslam tıbbı
      • İBN MİSKEVEYH & YUHANNÂ b. MÂSEVEYH
      • Cündişapur Akademisi
      • Edwin Smith Papirüsü, cerrahi prosedürler
      • Antik Misir da Tib bilimi
      • Oryantalist Helmut Ritter “Arap yazı­sında üç vite...
      • Alman filozof Immanuel Kant’ın (1724-1804) 1755 yı...
      • Batı’daki Doğu algısı
      • “Oryantalistlerin İslam Araştırmaları”
      • Geschichte der arabischen Litteratur (Weimar 1898-...
      • ARAP İSLÂM BİLİMLER TARİHİ´NİN(GAS) DOĞUŞU
      • D Hz. Yusuf (Imhotep)-II
      • Hz. Yusuf kuyuya atıldığında nasıl dua etmiştir?
      • Elektrikle çalışan yolcu gemisinde, rüzgar ve güne...
      • Havariler
      • Muhittin Arabı - Mars’taki SELAM Yazisi
      • Kur’an-ı Kerim’de adı geçen bitkiler
      • “Kalavun Külliyesi”
      • Zufa Otu /HodanOtu/Melisa
      • Bazıları ışığın, bazıları gölgelerin peşine düştü ...
      • Tarih Boyunca Yakilmiş Kütüphaneler
      • Yüzbaşi Prof.Dr.Mazhar Osman
      • Yaşlanmayı Yavaşlatan 'yaşam iksiri’
      • Moğollar Tarafından Yakılan Bağdat Kütüphanesi
      • İskenderiye Kütüphanesi
      • Evrenin bir 'Dev Beyin' gibi büyüdüğünü kanıtladılar.
      • Tesla Evrenin 3-6-9 Sırrı
      • 17 Saniye Kuralı Abraham Hicks
      • Çin’de Uçan Araba
      • Ses dediğimiz şey, bir titreşim dalgasıdır. Mühend...
      • Elon Musk'ın Dev Mars Planı!
      • Sivrisinek ısırığıyla mücadele "kimyasal kamuflaj"
      • Sinir Bilimi Tarihin Köse Taşlari
      • Sirke sineği (Drosophila melanogaster)
      • Beyin Simülasyonu ve Elektrikle Beyin Kontrolü
      • İlk Yapay Sinir Ağı Modeli
      • bir metre olan bir nükleer füzyon reaktöründe Güne...
      • X-ışınları olmadan kimse neden yapıldıklarını söyl...
      • Çinli bilim insanları yerkabuğunda 10.000 metrelik...
      • Aspirin'inin kanser üzerindeki etkisi
      • Pastörize Süt Değil: "Doğal Süt ve Ürünleri!
      • Akciğer kanserinde ilk kez ikili immünoterapi
      • etin değil ruhun sünneti
      • Ütopya Nedir? Ütopya Örnekleri
      • Bayes (Matematiği) Teoremi
      • tek bir atomun 'röntgeni çekildi'
      • Caria (koca karı ilaçları)
      • Kuantum Görünmezlik pelerin yaptı
      • Bağlantısal bütünsellik ve Gestalt psikolojisi
      • Takıyyuddin’in rasathanesi
      • Edene KöYü (Adn Köyü) URFA
      • “Golem” İbranice’de “akılsız”, “beyinsiz” demek
      • Sophia (Suudi Arabistan Vatandaşi)
      • 2045 Yılında Dünyanin çok başka bir yer olacaği
      • Armageddon=Melhame-i Kübra (Büyük Savaş)
    • ►  Mayıs 2023 (17)

„ Kim de bir can kurtarırsa bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur.” -Mâide,32

Primum non nocere!

Bu kadar yolu siradan olmak icin gelmedim👣

Fotoğrafım
Zeldi (𐱅𐰼𐰇𐰰)
“İNSANLARİN EN HAYIRLISI İNSANLARA FAYDALI OLANDİR.” ⚠️⚠️⚠️⚠️⚠️⚠️⚠️⚠️⚠️⚠️⚠️⚠️⚠️ Bu yazılarin kaynak gösterilmeden kopyalanması ve kullanılması “5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası“na göre suçtur.
Profilimin tamamını görüntüle

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

Bu Blogda Ara

Kötüye Kullanım Bildir

Basit teması. Tema resimleri luoman tarafından tasarlanmıştır. Blogger tarafından desteklenmektedir.