31 Ağustos 2024 Cumartesi

Albertus Magnus;13.yy Alman düşünürü

Albertus Magnus Kimdir?

Albertus Magnus, derin ve çok geniş kapsamlı bilgisiyle, Orta Çağ’da kendisine Doctor Universalis (Evrensel Bilgin) unvanı verilmiş olan 13. yüzyıl Alman düşünürüdür.

Zamanının hemen her alandaki tüm bilgilerini serimleyip yorumlayışıyla ün kazanmış olan Büyük Albertus, inanç ve vahiy yoluyla kazanılan bilgiyi birbirinden ayırmış ve bu ikisinin birbirine karşıt olmadığını söyleyerek inanç için bir hakikat, akıl için de ona çelişik bir hakikat bulunmadığını iddia etmiştir.

Albertus Magnus, Dominiken tarikatına girmiş ve Aristoteles’i ve Farabiİbn Sinaİbn Rüşd ve İbn Tufeyl gibi Müslüman filozofların Aristoteles felsefesine ilişkin yorumlarını öğrenmiştir; daha sonra bu yorumlara dayanarak Hristiyan inançlarıyla bağdaşabilecek yeni yorumlar getirmiştir.

Albertus MagnusFelsefe sorunlarını akılla çözmeye çalışırken Kutsal Kitap’la çatışmamaya ve dolayısıyla inançla çelişmemeye büyük bir özen göstermiş ve bu yaklaşımıyla öğrencisi Thomas Aquinas’ı büyük ölçüde etkilenmiştir.

Albertus Magnus

Albertus Magnus

Albertus Magnus’un Platon’dan çok Aristoteles’in felsefesini seçmiş olması tesadüfi değildir ve bu seçimi, özellikle İbn Rüşd gibi Müslüman filozofların etkisi ile açıklamak olanaklıdır.

Birçok bilimle ilgilendiği için Doctor Universalis (Evrensel Bilgin) lakabıyla tanınan Albertus Magnus, kimya alanında da çalışmış, nitrik asidin madenler üzerindeki etkisi ve altının arıtılması gibi kimyevi konuları incelemiştir; ayrıca astronomi ve biyoloji ile de ilgilenmiştir.

Albertus Magnus biyoloji alanındaki çalışmalarında kelime kelime Aristoteles’in Arapça çevirilerini izlemiş ve bunlar üzerinde yorumlar yapmıştır; kendisine özgü gözlemler ve saptamalar da bulunmaktadır. “Hayvanlar Hakkında” adlı eserinde kuş ve balıkların kan damarlarının dağılımı konusunda Aristoteles’in verdiği bilgilerden ayrılmıştır. Yumurtadan itibaren embriyonun gelişmesini anlatırken, organların sırasıyla nasıl şekillendiğini, göbek kordonu denen yapının yerini gelişim süreci içinde hangi damarın aldığını açık ve seçik bir şekilde anlatmıştır.

Bitkilerle de ilgilenmiş ve bu konuya ilişkin “Bitkiler Hakkında” adlı bir eserinde, ana çizgileriyle bitki betimlemeleri yapmıştır. Bir ara İtalya’ya giden Albertus Magnus orada portakal ağacını görmüş, bundan çok etkilenmiş ve özellikle portakal yapraklarını ayrıntılı bir biçimde tanıtmıştır.

Albertus Magnus

Albertus Magnus

ALBERTUS MAGNUS’UN FELSEFESİ

Albertus Magnus Platon ile Aristoteles arasında bir uzlaşma aramıştır. Ama Aristoteles’e daha yakın bir düşünceye sahiptir.

Albertus Magnus, insanın ruh ve bedenden meydana geldiğini ve ruh-beden ilişkisinin doğal bir ilişki olduğunu söyler. Ruh, tözü gereği yalın bir formdur. İçeriğinde maddi olana yer yoktur.

Ruhta etkin ve edilgin olmak üzere iki yön bulunur ve bu da etkin ve edilgin akılla ilgili bir ayrımdır. Etkin akıl insanlarda ortak değildir, Tanrı’nın aklından türemiştir. Edilgin akıl ise ruhun madde ile ilişkisiyle ilgilidir. Bilgi, duyulanabilir nesnelerden ilahi aydınlanmaya doğru giden bir süreklilik gösterir.

Etkin aklın işlevi, Tanrı’dan aldığı ışığı, fizik nesnelerdeki maddi olanı soyutlamak için kullanmasıdır. Bu kullanımın gerekliliği, ruhun bir beden içinde bulunmasından gelir.

Albertus Magnus felsefe ile ilahiyatı birbirlerinden kesin biçimde ayırır. İlahiyat, kökenini vahiyden alır. Vahyin işlenip anlaşılır hale getirilmesi ise metafiziğin konusudur. Yani metafizik ilk Varlık olarak Tanrı ile ilgiliyken ilahiyat, iman yoluyla bilinen Tanrı hakkındadır.

Böylece felsefe ilk kez bağımsız bir disiplin olarak ortaya konmuştur.   

Hazırlayan: Sosyolog Ömer YILDIRIM
Kaynak: Ömer YILDIRIM’ın Kişisel Ders Notları. Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf “Felsefeye Giriş” ve 2., 3., 4. Sınıf “Felsefe Tarihi” Dersleri Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Açık Öğretim Felsefe Ders Kitabı

Kuantik Ve Holistik Çağın Eşiğinde İslâm

 

İsmail Hakkı Aydın

Kuantik Ve Holistik Çağın Eşiğinde İslâm Ve Batı Münasebetlerine Kronolojik Kısa Bir Tarihi Seyahat     

Bu makalede, “Yeni Dünya Düzeni”nde, köleleşen, kontrol edilen ve fıtrat ayarlarına dönmesi mümkün olmayan “Tasarım İnsanları”nın, normal fıtratın önüne geçeceği ve tanımlanan kredisine göre itibar ve hayat hakkı kazanacakları ve “Yalancı Cennet”in (İllesium) kurulacağı Kuantik ve Holistik Çağın eşiğinde, İslam ve Batı münasebetlerini ve etkileşimlerini kronolojik bir sıra takip ederek, hiçbir ayırım yapmadan, her şeyin bir matematik kaidesine göre yaratılmış olduğu(Kamer 49)

bu hayat, ve frekansların parçacıklarla birlikte fokur fokur kaynaştıkları bir kazan ve tüm mevcudat için de bir mektep mesabesinde olan bu Kâinat adına, insanlığın ve gelecek kuşakların unutmaması, kulaklarına küpe olması, akıllarını başlarına toplaması, kendilerini kendilerine en önemli rakip seçmeleri, bilgili ve ilgili olmaları, gerekli tedbirleri alması ve bir daha aynı hatalara düşülmemesi için, her anının bir imtihan sayılması gerektiği yaşantımızı tercihlerimizin belirlediği bilinci ile, bu ideler âleminde tarihi bir seyahate çıkmak suretiyle, kısaca söz konusu ederek sıralamak arzusundayım.

Zira, “faber est suae quisque fortunae” (Romalı Siyasetçi, Appius Claudius Caecus) “herkes, kendi, hayat tarzı, idealleri, talihi ve istikbalinin mimarıdır”, ve hiçbir işe yaramayan bir hayat, hiç yaşanmamış demektir!

Aslında, daha 12 yaşındayken Hz. Muhammed´in(571-632) nübüvvetine ilk işaret eden kişi, 583 yılında Şam´da Bahira isimli ileri yaşlı ihtiyar bir Hristiyan papazıdır. Peygamberliğini görüp O´na iman edebilmek için ömrünün vefa etmeyeceği düşüncesi ile, müteessifen gözlerinden akan yaşları, ak düşen sakallarını ıslatmıştı.

Yine Peygamberin, peygamberliğini 610 tarihinde ilk olarak teyit eden insan da, eşi Hz. Hatice´nin akrabası Varaka İbn-i Nevfel isimli bilge bir Hristiyandı. Gerek Bahira ve gerekse Varaka, Hz. Peygamberin nübüvvetini, İncil´deki bilgilerin ışığında teyit etmişlerdi. Zira İncil, Hz. Muhammed´in son peygamber olarak “Hammad” (Kur´ân´da Ahmed) ismiyle geleceğini zikretmekteydi.

621´de gerçekleştiğine inanılan İsra ve Miraç hadisesiyle, Müslümanların ilk kıblesi olan Kudüs, gerek Yahudilik ve gerekse Hristiyanlığın kutsal mekanı olmakla birlikte, İslam coğrafyasının da çok önemli bir makamı haline gelir. 627 tarihinde, Necran´dan Medine´ye gelen Hristiyan heyetinin, Mescid´de ibadet edebilmelerine Hz. Peygamberin müsaade etmesi, kayda değer ve ders alınması gereken ibretlik bir hadisedir! Bugün bile buna tahammül edemeyenlerin bulunması da oldukça düşündürücüdür.

Ayrıca 628 yılında, müşriklerin baskısından bizar olan bazı Mekke´li Müslümanların, Habeşistan Kralı Necaşi tarafından himaye edilmesi, İslam ve Batı ilişkilerinde, kayda değer ve ibretamiz çok önemli bir hadisedir. Aynı yıl, Hz. Muhammed´in gönderdiği bir davet mektubu ile, Müslümanlarla Bizans İmparatoru Herakles arasında diplomatik ilişkiler kurulur.

629´de, Hz. Peygamber´in elçi olarak gönderdiği Haris bin Umeyr el-Ezdi, Bizans´a bağlı Gassani Emiri Şurahhil bin Amr tarafından Mute´de öldürülür ve bunun sonucunda Mute savaşı cereyan eder. Ardından Bizans ile Tebük muharebesi yapılır (630).

Hz. Muhammed´in, İslam dışı ciddi kaynaklarda ilk olarak ismen zikredilmesi 661 yılına tekabül eder. Ermeni Piskopos ve Tarihçi Sebeos´un “Ermeni Tarihi” adlı eseri, Hz. Peygambere ismen atıfta bulunmuştur.

Emevi Döneminin başlaması ile, Müslümanların dört yıl boyunca İstanbul´u feth etmek için kuşatmaları, 678 yılında başlar. 711 yılı, Müslüman ayağının İspanya´ya değdiği ve Endülüs Medeniyetinin doğduğu tarihtir. Nitekim, Emir Mûsa bin Nusayr´ın gönderdiği Kuzey Afrikalı Kuman´dan Tarık bin Ziyad, İberya yarımadasına adım atarak son Vizigot Kralı Roderik´i yenmiştir. Böylece medeniyet tarihinde Endülüs çok büyük bilimsel çalışmaların odak noktası olur.

Halife Ömer bin Abdülaziz ile lll. Leon arasındaki teolojik ve felsefi konuları ele alan mektupla tartışma ve istişarelerinin başlaması, 720 yıllarına tekabül eder. Aynı yıl Şamlı Yuhanna, İslam´a karşı düşmanlığını konu alan ilk eserini kaleme alır. 726-823 dönemi, Hristiyan tasvirlerine karşı çıkan İkonoklastik Hareketi, Bizans teologları ve yöneticileri arasında büyük tartışmalara yol açar ve hareketin İslam inancından etkilendiği görüşü öne çıkar. Yine, Frenklerle Emeviler arasında meydana gelen ilk önemli muharebe olan Poitier Savaşı, Paris yakınlarında 732-734 yıllarında meydana gelir.

797-801 tarihlerinde, Harun Reşid ile, Papa lll. Leon tarafından taç giydirilen ve Kutsal Roma İmparatorluğunun kurucusu olan ve ” Avrupa´nın Babası”(800) olarak anılan Şarlman arasında, mektuplaşma ve hediyeleşmelerle diplomatik ilişkiler başlar.

824 Yılında, Hristiyan teoloğu Ebu Kurrâ, Abbasi Halife´si ve Bağdat´da bir çok ilmi fakülteyi ve üniversiteyi içinde barındıran ve Dünya çapında bir çok Bilim İnsanının yetiştiği Beyt´ül Hikme´nin(832) banisi Me´mûn´un huzurunda Müslüman kelamcılarla bir tartışmaya katılır ve Müslüman alimlere cevap mahiyetindeki eserini kaleme alır.

Bu yıllar, Latince kitapların Arapçaya tercüme edildiği El Kindi, Salman, Cabir bin Hayyan, İbn´ul Haysem, İbrahim Nazzan, Sind bin Ali, Farabi, İbn-i Sina, Gazali, Harezmi, Ömer Hayyam, Taberi, Cezeri, Zerkavi gibi alimlerin yetiştiği ve eserler verdiği yıllardı… Nizamülmülk´ün “Nizamiye Medreselerini” de zikretmek şarttır.

930 Yılında ise, Müslümanlar Sicilya´yı tamamen ele geçirmiştir. Büyük Selçuklu(1038-1157) ve Anadolu Selçuklu(1076-1308) Devletlerinin kuruluşlarını takiben 1091 tarihinde de, Normanlar Sicilya´yı alır.

Papa ll. Urban, Fransa´da Clermont şehrinde yaptığı konuşmada Haçlı Seferlerinin düzenlenmesi için çağrıda bulunur(1095) ve ilk Haçlı ordusu 1096´da yola çıkar, gelir İznik´i kuşatır ve Haçlılar Selçuklu sultanı l. Kılıçaslan tarafından püskürtülür. Ancak 1099 yılı, Küdüs´ün Haçlıların eline geçtiği tarih olarak kayda geçer. İkinci Haçlı seferini (1147-1149) takiben, 1187 tarihinde, Salahaddin Eyûbi, Kudüs´ü Haçlılardan geri alır.

Binli yılların başlarında, Haçlıların seferlerle Doğuya gelmesi, yazılan kitapları alıp Latinceye tercüme ettirerek, batıya götürmeleri ile birlikte, İslam Aleminin üzerine “ölü toprağı”(!) serpmişler ve Müslümanları derin bir uykuya sokmuşlardır! Bin yıldır, sosyal bilimlerdeki birkaç kişi hariç, modern fen bilimlerinde ve teknolojide kayda değer pek bir adım atamayan İslam Âlemi(!), hayatın değil de Ahiretin kitabı olduğunu zannettikleri Kur´ânî emirlerden bîhaber, hala uyumaya devam emektedir!

⚠️1120´de Tapınak Şövalyeleri kurulur ve 1188-1192 yıllarında, üçüncü Haçlı seferi düzenlenir. Aziz Peter´in telkiniyle Ketton´lu Robert´in, Kur´an-ı Kerim´i Latinceye tercüme etmesi, 1147 tarihine tekabül eder. 1201-1204 yıllarında Dördüncü Haçlı seferi yapılır ve Haçlılar tarafından İstanbul talan edilir.‼️

1202 Tarihinde Arap rakamları Pisalı Leonardo Fibonacci´nin “Liber Abaci (Sayı Sayma Kitabı)” ile Avrupa´da kullanılmaya başlar. 1217-1221 yıllarında Beşinci Haçlı seferi, 1228-1229 tarihlerinde de Altıncı Haçlı seferi yapılır ve Alman imparatoru ll. Frederik kısa bir süreliğine Kudüs´ü işgal eder.

⚠️1245, bilim ritüeli açısından çok önemli bir tarihtir. Zira icazet(diploma), kürsü(YÖK öncesi dönemde Fakültelerimizde Anabilim Dalları, daha doğru olarak “Kürsü” adıyla anılırdı), akademik cübbe gibi uygulamalar Avrupa eğitim kurumlarında kullanılmaya bu tarihte başlar ve Albert Magnus, üzerinde bir Arap kıyafeti (cübbesi) ile Paris´e girer, herkesi hayrete sürükler ve kendisini bir Arap zannederler. Daha sonra sarığın yerini kep alacaktır.‼️

Moğol ordularının, Hasan Sabbah´ın haşhaşilerinin merkez üssü olan Alamut Kalesini 1256´da alması ve 1258 yılında Bağdat´ı ele geçirerek, Abbasi Devletine son vermelerini takiben, 1299´de Osmanlı Devleti (1299-1908) kurulur.

⚠️1765 yılında, Amerikan bağımsızlık bildirgesini kaleme alan Thomas Jefferson George Sale´in Kur´an tercümesini 16 şilinge satın alır ve üzerine detaylı çalışmalar yapar. Amerika Birleşik Devletinin kurucu metni olan” Bağımsızlık Bildirgesi”, 4 Temmuz 1776´da yayımlanır.‼️

⚠️Yine aynı tarihte, İngiliz tarihçi Edward Gibbon, Roma İmparatoru´nun “Çöküş ve Düşüşünün Tarihi” adlı eserinin ilk cildini yayınlar(1776). Kitapta yer alan İslam Tarihi hakkında tahliller, Avrupa´daki İslam tartışmaları üzerinde derin etkiler bırakır.‼️

1798´da Napolyon Bonapart Mısır´a çıkartma yapar ve Kahire´den ayrılmadan önce Suriye ve Filistin topraklarına sefere çıkar ve Caffe´yi işgal eder. Burada savaş esiri olan dört binden fazla Osmanlı askerini katleder(1799). 1801 yılında, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile İslam Dünyası arasındaki ilk resmî temas, Amerikan Başkanı Thomas Jefferson ile Tunus Beyi Hammuda arasındaki yazışmalar ile başlamış olur.

⚠️1819´da Geothe (1749-1832) Doğu-Batı Divanını yayınlar ve eserini Sadî-i Şirazi´ye ithaf eder. 1850 ve sonrası Cemaleddin Afgani, Muhammed Abduh, Reşid Rıza, Mehmed Akif Ersoy, Namık Kemal, Said Halim Paşa ve Muhamed İkbal gibi fikir önderleri, Avrupa sömürgeciliğine karşı ve İslam Dünyasının ıslah ve tecdidi için “İttihad-ı İslam Düşüncesi”ni savunurlar.‼️

⚠️1850 tarihinden itibaren Kafkaslar´da Şeyh Şamil, Cezayir´de Emir Abdülkadir, Sudan´da el Mehdi ailesi, Nijerya´da Osmandan Fodio, Senegal ve Batı Afrika´da El Hac Ömer Tal, Somali´de Şeyh Muhammed Hasan, Libya´da Senusiyye Tarikatı ve Ömer Muhtar, Hindistan´da Berelvi Ailesi, İslami direniş, ıslah ve tecdid hareketleri başlatırlar.‼️

 Richard Burton 1853 yılında Afganistanlı bir Müslüman kılığına girerek Mekke ve Medine´yi ziyaret eder. 1857´de Hindistan Müslümanları, İngilizleri Hindistan´dan kovmak ve ülkeyi bağımsızlığına kavuşturmak için büyük bir ayaklanma başlatır ve İngilizler ayaklanmayı kanlı bir şekilde bastırır.

1863 yılı ise, İstanbul´da Robert Koleji´in kurulduğu tarihtir! Akabinden Sultan Abdülaziz, kırk yedi gün sürecek olan Avrupa seyahatine çıkar(1867). 1915´de Osmanlı orduları, İngilizleri ve Anzakları Çanakkale´de yenilgiye uğratır. Bir yıl sonra Irak´ta Kut´ül Amare zaferi kazanılır. 1916 yılında, Sykes-Picot Antlaşması ile, İngilizler ve Fransızlar Ortadoğu´yu paylaşırlar.

1916-1918 Yılları, İslam Tarihi açısından çok önemlidir. Zira Arabistanlı Lawrance olarak ün salan Thomas Edward Lawrance, Arap aşiretlerini Osmanlı Devletine karşı ayaklandırmak için, Hicaz Bölgesine gider ve Şerif Hüseyin isyanını organize eder.

 Bu arada yeri gelişken, Enver Paşanın, Çanakkale Savaşında elimize geçen zamanın meşhur Lee Enfield isimli İngiliz Tüfeğini, Sürre Alayının başına görevlendirdiği Babası Ahmed vasıtası ile Şerif Hüseyin´e hediye olarak gönderdiğini, Şerif Hüseyin´in de, bu tüfeği Lawrence´e verdiğini, Lawrence´in bu tüfeği ateşleyerek Osmanlıya karşı isyan başlattığını, tüfeğin kabzasına şehid ettiği her bir Türk askeri için küçük, subayı için ise büyük bir çentik açtığı ve hasta olanları bile hasta yataklarında katlederek kabzada çentik açılacak yer kalmadığını, daha sonra bu tüfeğin, Londra´da Oxford Caddesinde Savaş Müzesinde sergilendiğini kaydetmek isterim.

Her şeye rağmen sinsi emelleri doğrultusunda İngilizler, Balfour Beyannamesi ile Filistin topraklarında bir İsrail Devletinin kurulacağını ilan eder(1917). 1920‘lerden sonra, Matrix´de ve Picasso gibi Avrupalı ressamlar, İslam sanatlarından etkilenerek yeni teknikler ve akımlar geliştirirler.

…Ve 1923´de Türkiye Cumhuriyeti kurulur elhamdülillah. Maalesef 1928´de Bursa´daki Amerikan Kız Kolejinde üç Türk kızının Hristiyan olduğu duyulur ve Okul Mustafa Kemal Atatürk´ün emriyle kapatılır. 1945 tarihinde İkinci Dünya Savaşı sona erer ve Birleşmiş Milletler kurulur. Avrupa Birliği´nin nüvesini teşkil eden yapı, altı üyenin öncülüğünde tesis edilir. Nihayet 1948 yılında İsrail Devleti Kurulur. Yine Cumhurbaşkanlığı teklif edilen Albert Einstein´ın, İsrail´in “Siyonist İdeali” olduğu gerekçesi ile, bu teklifi kabul etmediğini de, zikretmek isterim.

1950 ve sonrası Avrupa sömürgesi olmaktan kurtulan pek çok Müslüman ülke sözde siyasi bağımsızlığına kavuşur(!). Fakat askeri, ekonomi, kültürel ve hatta yönetsel bağımlılık ilişkileri devam eder. 1952´de Türkiye NATO´ya üye olur. 

⚠️1959 yılında Türkiye, o zamanki adı Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) olan Avrupa Birliğine (AB) üyelik için başvuru yapar ve 1963´te imzalanan Ankara Antlaşması ile üyelik süreci resmen başlar. 1961 tarihinde Türkiye ile Almanya arasında “İşgücü Alımı Antlaşması” imzalanır ve Türkler “misafir işçi” olarak Almanya´ya ve diğer Avrupa ülkelerine gitmeye başlar.‼️

1965 yılında Amerikalı siyahi Müslüman lider Malcolm X, Manhattan´daki Audubon Salon´unda konuşma yaparken suikaste uğrar ve hayatını kaybeder. 1967´de Arap-İsrail savaşını Birleşik Arap Orduları(!) kaybeder. 1978´de İsrail, Güney Lübnan´ı işgal eder, İsrail ve Mısır, ABD´nin himayesinde Camp David antlaşmasını imzalar ve imzayı atan Enver Sedat ve Menahen Begin, her ne demekse, Nobel Barış(!) Ödülünü alır. Enver Sedat 1981´de garip bir tecelli ile, suaikastte hayatını kaybeder. 1979, Rusya´nın Afganistan´ı işgal ettiği tarihtir maalesef. ABD ise, Rusya´ya karşı mücahidleri destekler(!).

Ayetullah Humeyni, kurgulanmış 16 yıllık sürgünden(!) sonra Tahran´a döner ve 11 Şubat´ta İran İslam Cumhuriyeti ilan edilir(1979). 1988 yılında, El Kaide terör örgütü kurulur malum şeytanlar(!) tarafından… 1989´de Berlin Duvarı yıkılır ve Avrupa´da Doğu-Batı, ulusal sınırlar, çoğulculuk ve diğer konularda yeni yeni tartışmalar ve yeni kaoslar başlar. 1990´da Irak, Kuveyt´i işgal eder ve 1991 yılında Kuveyt´in talebi üzerine ABD öncülüğünde Birinci Körfez savaşı başlar, Sovyetler Birliği dağılır, Orta Asya´daki Türk cumhuriyetleri bağımsızlıklarını kazanır(!).

1992 yılında Reconquista‘nın 500. yılında İspanya Devleti, ülkedeki Müslüman, Yahudi ve Protestan cemaatleriyle bir dizi anlaşma imzalayarak onların varlığını tanıdığını açıklar ve İspanya Yahudilerin Türkiye´ye gelişinin 500. Yılı çeşitli etkinliklerle anılır.

1992-1995 Bosna savaşı yılları… Müslüman Boşnaklar, katliam, soykırım ve etnik temizliğe tabi tutulur. Sırplar, 1389´da yapılan Birinci Kosova savaşının intikamını alacaklarını söyler.

1993´te internet olarak bilinen www “world wide web” genel kullanıcıların hizmetine açılır ve yeni iletişim biçimleri kısa sürede dünyaya yayılır.

1994´de Brooklyn´li bir psikolog olan Baruch Goldstein, Filistin´de El Halil Camii´ne girerek sabah namazı kılan müslümanlar üzerine ateş açar ve 38 kişiyi katleder. Yine 1995´de Amerikalı teröristler Oklahoma devlet binalarına saldırı düzenler ve 168 kişiyi öldürür ve 11 Eylül saldırılarına kadar Amerikan topraklarında yaşanan en büyük terör saldırısı olarak tarihe geçer.

Ve 1997 yılı… “İslamofobi hepimizi için bir tehdit” başlıklı “Runneymede Trust Raporu” Londra´da yayınlanır. 1999´da süreç içinde farklı isimler alan Daeş, Irak´ta Ebû Mus´âb Zarkavi tarafından kurulur. 11 Eylül 2001´de New York ve Washington´a saldırılar düzenlenir ve saldırıyı El Kaide üstlenir. 2003´de ABD Irak´ı işgal eder ve akabinde Ebû Gureyb hapishanesinde ağır taciz ve işkencelerin yapıldığı ortaya çıkar.

2005, Danimarka´da karikatür krizinin patlak verdiği tarihtir. Ertesi yıl Papa XVl. Benedikt, Regensburg´da bir konuşma yapar ve konuşması büyük tepkilere yol açar ve aynı yıl içinde Türkiye´yi de ziyaret eder. 2006 Yılında, Türkiye ile İspanya, Birleşmiş Milletler Medeniyetler İttifakı girişimini başlatır.

Amerikan Kongresine Minnesota eyaletinden seçilen Müslüman temsilci Keith Ellison, yemin töreninde Jefferson´a ait Kur´ân-ı Kerim üzerine el basarak yemin eder(2007). 

⚠️2011´de, Arap dünyasında “Arap Baharı”(!) adı altında demokrasi, eşitlik, özgürlük ve onur için halk ayaklanmaları başlar. 2012 yılında Norveç´te Anders Breivik, “İslamın Avrupa´da Yayılmasını Önlemek ve Hristiyan bir Avrupa Kurmak” iddiasıyla 77 kişiyi katleder ve onlarca kişiyi yaralar.  2014-2016 senelerinde Irak ve Suriye´de etkin olan DEAŞ, Türkiye, Fransa ve Belçika gibi ülkelerde intihar saldırıları düzenler. Dünya genelinde, İslam düşmanlığı ve Müslüman toplum karşıtı konuşmalar, beyanatalar, makaleler ve hareketler güç kazanır ve devam eder.(https://rdvnklc.wordpress.com/2017/11/18/islam-bati-iliskileri-tarihinin-onemli-hadiseleri/).‼️

Hala, maalesef Dünya ölçeğinde çeşitli mecralarda çeşitli şekillerde Homofobi, İslamofobi ve İslam düşmanlığı süregelmekte ve kendisinin Müslüman olduğunu iddia eden, hiçbir vasıfla vasıflandırılamadığım, nerede ise iki milyara yaklaşan İslam Âlemi(!) uyumaya ve sızlanmaya devam etmekte, bilim ve teknolojide bir adım atmak için gayret göstermemektedir!

Cihanşümül algoritmik hayata katkı sağlamak adına, hiçbir farklılığı ve ayırımcılığı dikkate almadan, Adalet, Liyakat, Meşveret, Maslahat ve Emanet ilkelerini, Tezekkür, Tedebbür, Teakkul, Tefakkuh ve Tefekkür (5 T Prensibi) çerçevesinde işler hale getirmedikleri müddetçe de, Müslüman(!) İslâm Âleminin(!) mevcudat, medeniyet, hayat, insanlık ve Kâinat Barışı için ayağa kalkması mümkün değildir! Nitekim hak ve hakikat, başvuru referanslarına göre muhtelif tasvirleri mümkün olsa da, daima tektir ve gerçektir!(https://www.acapublishing.com/magazine)

Konu ile alakalı birkaç aforizmamız ve Rast bestelenmiş bir rubâimiz ile ferahlanalım !

*Bazı kitaplar, içindekilere (yazılanlara) inanmamak için okunur!
*Evrim tarih boyunca, Kâinatta her alanda devam ediyor ve devam edecektir!
*Ümitsizliğe düşmek, mağlubiyeti kabul etmektir.
*Molla Lütfi´leri(Ölümü, 1495) katleden zihniyet, bilimin önündeki en büyük engeldir!
*Medeniyet, Bilim ve Teknoloji; Bilgi, Öz Güven, Özgürlük ve Eleştirel Bakış ile gelişir.
*Öğretilenlere şüpheci ve akılcı eleştirel yaklaşım, bilimsel özgürlüğün ve gelişimin esasını teşkil eder.
*Müesses nizamı, Kardinal Roberto Bellarmino´lar(1542-1621) olduğu müddetçe, değiştirmek mümkün değildir!
*Problemi çözebilmek, problemi görebilmekten geçer! 
*Gözlem, kurgulanıp formülüze edlince ancak bilimsellik kazanır.
*Kaderimizin motiflerini, tekrarlarımız çizer.
*Çâre, çâresizlikte gizlidir!
*İnsan düşüncesinin, mahkumudur!
*Kâinata hâkim olmanın sırrı, kelimeye hâkimiyette yatar!
*Sevgi, hayatın “Kilit Taşı”dır.
*Umut, umutsuzluğun çocuğudur!
*Şöhret; “BEN”liğin, toplum tarafından işgâlidir!
*Hastaların saf ızdırabı, tavanlarda saklıdır!
*Kendimiz olabilmek için, önce kendimizden kurtulabilmek gerek…
*Kitaplarla dolu bir evde doğup, ilmî tartışmalar ortamında büyümek, bana “Bilim Adamı” olmaktan başka bir çıkar yol bırakmamıştır!
*Bilgiye hürmet, Allah´a hürmettir!
*İnsan-ı Kâmil, yaşadığı hayattan muhteşem haz alan ve asla müştekî olmayan, ve aynı hayatı tekrar tekrar yaşamak isteyen insandır.
*Bilimin bildirmeyip de bildiğimiz, hiçbir şey yok!
*Yol bu yol… Bilimin dışında başka bir yol yok!
*Zaten dinler birbiriyle yeterince didişiyor. Bu insanların derdi ne! 
*Bilim insanlarının her şeyi ciddiye almaları, ciddiyetle bağdaşmaz.
*Büyük bilim insanlarının, büyük hataları olur!
*Her öğrenilene akılcı eleştirel düşünce ve tenkit gözü ile yaklaşmak, bilimin sarsılmaz kaidesidir.
*Düşünce hürriyeti, ön yargılardan kurtulmakla başlar.
*İnandırıcı yalan, güçlü bir zekanın mahsulüdür!

Güfte; İsmail Hakkı AYDIN
Beste; Salih Uyan
Makam; Rast
Usül; Aksak

SENDEDİR
— • — — /— • — — /— • — — /— • — 
(Fâilâtün, Fâilâtün, Fâilâtün, Fâilün)
Yandı cânım hasretinden, çâre, derman sendedir. 
Bir yaban ummana düştüm, gel yetiş cân sendedir.
Gül dilerken, hep dikenler düştü Yar´dan bahtıma,
Sende hicran, ıstırâbım, hem de ferman sendedir.

Referanslar;
1.https://www.acapublishing.com/magazine
2.https://rdvnklc.wordpress.com/2017/11/18/islam-bati-iliskileri-tarihinin-onemli-hadiseleri/

30 Ağustos 2024 Cuma

ilim kadını Fatma el-Fihri

 Dünyadaki ilk üniversite kabul edilen Karaviyyin Medresesini 859 yılında Fas Krallığı'nda kuran Tunus doğumlu Müslüman ilim kadını Fatma el-Fihri 

Karaviyyin Üniversitesi'nin felsefe, tarih, astronomi, tıp gibi alanlarda çok sayıda değerli öğretmen ve öğrenciye ev sahipliği yapmidtir, "Bu kadın ne bir kraliçe ne bir prenses ne de güçlü bir hükümdarın kızıydı. Sadece halktan bir kadındı. Bu yönü eserinin gücünü yansıtıyor. Babasından kalan bütün mirası dine ve bilgiye olan aşkına harcadı." 

1662'de Tunus'un ilk hastanesini kuran Türk asıllı Aziza Osmana'nın da 8 Mart vesilesiyle anılması gerektiğini vurguladı.   

"Karaviyyin Medresesi tüm Akdeniz Havzası'nın meşalesi olmuştur". 

Kayrevan şehrinde dünyanın ilk üniversitesini kuran Fihri'ye ilişkin, "Hiç şüphesiz, Fatma el-Fihri, yenilikçiliğin, cesaretin ve çalışma azminin timsali Müslüman bir kadın olarak günümüz bilim dünyasının ilham teşkil eden figürlerinden biri olmaya devam etmektedir."

"İlk üniversitenin kurucusu olan Fatma el Fihri'nin hayatını vakfettiği eğitim kurumu sadece Afrika'nın değil, tüm Akdeniz Havzası'nın meşalesi olmuştur." 


Türk asıllı Osmana'nın vakıf aracılığıyla Tunus'ta kurduğu hastanenin tıp tarihi açısından taşıdığı öneme de dikkati çekti. 

Hastanenin bir hamamı olduğunu, hastaların ancak o hamamda temizlendikten sonra kabul edildiğini anlatan Ağıldere, Tunus'un Fransa hakimiyetinde olduğu dönem Fransız hekim Charles Nicolle'nin çok yaygın olan tifüs hastalığının bu hastanede alınan basit hijyenik önlemlerle yayılmadığını ve tedavi edildiğini fark ettiğini anlattı. 

"Bu tespit 1928'de Nicolle ve ekibine Nobel Fizyoloji ve Tıp Ödülünü kazandırıyor. Ancak bu Nobel Tıp Ödülü Tunus'a değil, Fransa'ya gidiyor. Aradaki bağlantı, bir Türk tarafından kurulan hastane üzerinden tıp ödülü alınması çok önemli." diye konuştu.

Muhabir: Nazlı Yüzbaşıoğlu

🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀

Charles Nicolle ve Tifüs Hastalığının Bulaşması


Charles Nicolle (1866 - 1936)

Salgın Tifüs Hastalığının Bulaştırıcısı

Nicolle   , 1903 yılında Adrien Loir'in yerine Tunus'taki Pasteur Enstitüsü'nün müdürü oldu. Orada, önemli bilimsel çalışmalarını gerçekleştirdi ve tifüs üzerine Nobel Ödülü kazandıran çalışmasını yaptı. Ayrıca laboratuvar şefi olarak Hélène Sparrow'u da beraberinde getirdi. Bitlerin salgın tifüstaşıyıcısı olabileceğini keşfetmesi, salgın tifüs hastalarının hastane içinde ve dışında diğer hastaları enfekte edebilmelerine ve kıyafetlerinin hastalığı yayıyor gibi görünmesine rağmen, sıcak bir banyo yapıp kıyafetlerini değiştirdikten sonra artık bulaşıcı olmadıklarını gözlemlemesinden kaynaklandı. Hastanın kıyafetlerinin hastalık bulaşmasındaki ana faktör olduğunu fark ettikten sonra Nicolle, büyük olasılıkla bitlerin salgın tifüsün taşıyıcısı olduğu sonucuna vardı.

Charles Nicolle teorisini test etmek için bir şempanzeyi tifüsle enfekte etti. Daha sonra hasta şempanzeden bitleri aldı ve sağlıklı bir şempanzenin üzerine koydu. Nicolle 10 gün sonra sağlıklı şempanzenin de hastalığa yakalandığını buldu. Deneyi birkaç kez tekrarladı ve bitlerin tifüs taşıyıcıları olduğundan emin oldu.

Bir Aşının Zorlu Gelişimi

Bu devrim niteliğindeki keşiften sonra Nicolle, bitleri ezip iyileşen hastaların kan serumuyla karıştırarak basit bir aşı yapabileceğine inandı. Nicolle aşıyı kendi üzerinde denedi ve görünüşe göre sağlıklı kaldıktan sonra daha fazla deney yaptı ve bu sefer aşılarını çocuklar üzerinde denedi. Çocuklar tifüs geçirdiler ancak iyileşebildiler. Ancak Charles Nicolle pratik bir aşı geliştiremedi, bu da Rudolf Weigl tarafından 1930'da başarılmış bir dönüm noktasıydı.

Nicolle, 1928 yılında "tifüs üzerindeki çalışmaları nedeniyle" Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü'ne layık görüldü ve 1929 yılında Bilimler Akademisi üyeliğine seçildi.

Charles Nicolle 1936'da öldü. O zamanlar hâlâ Tunus'taki Pasteur Enstitüsü'nün müdürüydü. Nicolle, kariyeri boyunca birçok kurgu dışı kitap ve bakteriyoloji kitabı yazdı; örneğin Bulaşıcı Hastalıkların Kaderi ; Doğa, biyolojik anlayış ve ahlakTıbbın Sorumlulukları ve İnsan Kaderi .


⚠️Maurice'in kariyeri, Osmanlı Padişahı II. Abdülhamid'in (1842-1918) isteği üzerine Roux'nun onu 1893'ten 1901'e kadar İmparatorluk Bakteriyoloji Enstitüsü'nü yönetmek üzere İstanbul'a göndermesiyle başladı. İstanbul İmparatorluk Bakteriyoloji Enstitüsü ve Maurice Nicolle hakkında Dedet'e ( 2000 , s. 151-154) bakınız.‼️





















isik&Gölge - OPTİK & “RAYLEİGH” SAÇILIMI












⚡️Işık fiziksel bir nesne değil, uzayda seyahat eden bir elektromanyetik dalgadır. Kütlesi yoktur ve diğer nesneler tarafından engellenebilecek parçacıklardan oluşmamıştır. Bu nedenle ışık, engellenebilecek fiziksel bir varlığa sahip olmadığı için gölge oluşturamaz.

saydam olan bütün maddelerin gölgesi yoktur

gölgeyi oluşturan temel etmen ışıktır bu nedenle ışık kaynağının kendisinin gölgesi olmaz


🌑 Siyah/karanlık görünen bölge "tam gölge"dir, buraya hiçbir ışık kaynağından ışık ulaşmaz.

~ gölge yaratmak için önce ışığa ihtiyacımız vardır.

• Gölge, saydam olmayan bir cisim tarafından ışığın engellenmesiyle ışıklı yerde oluşan karanlık alandır.

•Işığı emmeyen, kırmayan veya dağıtmayan hiçbir şey gölge oluşturmaz.

•ateşin gölgesi yoktur. Bunun başlıca nedeni alevin kendisinin bir ışık kaynağı olmasıdır. 




⚠️Işığın büyük bir kısmını geçiren maddelere saydam maddeler denir. (Baktığımız zaman diğer tarafını rahatlıkla görebiliriz. ) Cam, su, hava, buz, naylon, elmas, mercek saydam maddelere örnek verilebilir. 

~•Yarı saydam (bir tarafından bakınca öbür tarafları net görülmez): Şeffaf dosyalar, Buzlu Cam, Yağlı Kağıt, Sis, Bulut, Tül, Zümrüt, Yakut, Renkli Bant, Renkli Cam.

~ •saydam olmayan (opak) Madde (Saydam olmayan maddelerin üzerine ışık düşürüldüğünde, arkasında gölge oluşur.):Tahta, Duvar, Kitap, Plastik, Ayna, Demir, Mermer, Taş, Toprak, Mukavva.‼️


Maxwell denklemleri elektrik ve manyetik alanların birbirileri, yükler ve akımlar tarafından nasıl değiştirildiği ve üretildiğini açıklamaktadır. Bu denklemler sonra İskoç fizikçi ve matematikçi olan ve 1861-1862 yıllarında bu denklemlerin ilk biçimini yayımlayan James Clerk Maxwell' in ismi ile adlandırılmıştır. 


Yeni araştırma, suyun amorf, camsı, donmuş bir sıvı halden viskoz bir sıvıya geçişi olarak H2O molekülleri arasındaki hareketi ve mesafeyi izlemek için iki farklı tipte X-ışını görüntüleme kullandı ve ardından daha düşük yoğunluklu daha da viskoz bir sıvı .

Onların gördükleri, iki ayrı sıvı fazın kanıtıydı.


“Eskiler, ‘Her bin yılda eşi ve benzeri bulunmayan bir insan dünyaya gelir’ demişler, eğer bu söz doğru ise şüphesiz ki o insan Nazzâm’dır” demiştir (İbnü’l-Murtazâ, 30). 


Cabir bin Hayyan hazretleri tebe-i tabiinden olup, bunun hocası Peygamber Efendimizin torunu ,tasavvuf ilimlerinin mütehassısı ve kaynağı Cafer-i Sadık hazretleridir. Muteber kitaplarda deniyor ki: “Cafer-i Sadık hazretlerinin tasavvufta varisi oğlu Musa Kazım,fıkıhta varisi İmam-ı Azam olduğu gibi,fen ilimlerinde ve bilhassa kimya ilminde varisi Cabir bin Hayyan oldu.” Burdan da anlaşılacağı üzere tarikatte silsilesi Cafer-i Sadık hazretlerinden gelen İmam-ı Rabbani hazretleri gibi büyük zatların ilimleri, sadece tasavvuf bilgilerinde değil,kimya fizik ve biyoloji gibi fen ilimlerinde de deryalar kadar büyüktür.


🌀 

Cabir Bin Hayyan: 

kimya kelimesinin İngilizce karşılığı olan “alchemy” kelimesi de, Cabir bin Hayyan’ın çalışmalarının neticesi olarak Arapça “al-Kimiya” kelimesinden türemiştir. 

Dünyada ilk kimya laboratuvarını kuran bilim adamı olarak tarihe geçmiştir. Kimya ilminde kullanılan hassas ölçüm aletlerini yaparak; kristalleşme, damıtma, kalsinasyon, sublimasyon gibi kimyevi teknikleri kimya ilmine kazandırmıştır.  

Maddenin en küçük parçası olan elcüz’ü la yetecezzada(atomda) yoğun bir enerji vardır.  

Cabir, hareket eden ve içi enerji dolu “zerre” mefhumunu kullandı. Cabir’in hareket eden ve birleşen (reaksiyon veren / dönüşen) zerre mefhumunu ortaya atması, insanoğlunun sonraki yüzyıllarda (19. ve 20. yüzyıllarda) atomla tanışmasını sağladı. Bilim tarihçisi Fuat Sezgin’in sunduğu kaynaklarda, Cabir yaptığı çalışmalarla zerre denen atom ve atom gruplarının (bileşik, molekül, iyonların) ölçüye dayalı hareketlerini fark etmiş, bunu "ilmu’l-mîzân" (ölçü ilmi) ıstılahı ile açıklamıştır.   

Cabir, her taneciğin, taneciklerin birbirlerine olan tesirinin, hatta bütün insani duyguların matematik olarak ölçülebileceğini söylemiştir.

Cabir, zerrenin hareketliliği yanında parçalanabilirliğini ve enerjiden ibaret olduğu konusunu da ilk defa gündeme getiren kişidir. 

Bu öyle bir enerjidir ki, bir habbeciğin (taneciğin) bir şekilde parçalanması, Allah saklasın, büyük bir şehri yok edebilir." 

“Maddenin en küçük parçası olan 'cüz-ü la yetecezza' (atom)’da yoğun bir enerji vardır. Bu küçük parçanında parçalanamayacağı net olarak söylenemez. O da parçalanabilir. Parçalanınca da öylesine bir güç (enerji) meydana gelir ki, Bağdat’ın altını üstüne getirebilir. Bu, Allahü Teala’nın kudret nişanıdır.”   

Yazar: 



🌀

Işığın Yansıma

Muhammed bin Hasan Ibni Heyse (Alhazen ) (965- 1051), Kital’ül Menazir (Görüntüler)adlı kitabında ışık, yansıma, görmenin nasıl olduğu, kırılma ve gözün anatomisini çizim ve açıklamalarlaanlatmıştır. Dünyaca optiğin babası olarak bilinen İbniHeysem fotoğrafın ilk modelini, karanlık odayı ilk defa kullanan ve gözlüğü de ilk defa bulan bilim insanıdır.        

                                                                                 

Bilim insanlarından Fermat’a göre ışık iki nokta arasındaki mesafeyi ………………………. sürede alır. Böylece de ışığın …………………………………hayali bir çizgidir.

 

Yansıma Kanunları

 

1. Gelme açısı yansıma açısına eşittir. θ = β
2. Gelen ışın,  yansıyan ışın ve normal ……………………………………………. .
 

 

 

β 

θ 

 

 

 

 

 

 

Yansıtıcı Yüzeyler

 

Bir cismin görülebilmesi için ya ……………………………olması ya da ışık kaynağından üzerine düşen ışınları gözümüze …………………………………….gerekir.

Gökyüzünde güneşi ışık kaynağı olduğu için görebiliriz, ayı ise güneşten aldığı ışığı bize yansıtmasından dolayı görüyoruz. 

Görülebilen her şey ışığı yansıtır. Hiçbir madde mükemmel yansıtıcı ya da soğurucu değildir. 

Cam üzerine düşen ışığın %4 kadarını yansıtır. %96 kadarını ise iletir.

Parlatılmış Gümüş ya da alüminyum yüzey üzerine düşen ışığın %90 ını yansıtır.

 

Denizin mavi olmasının nedeni,

• Beyaz ışık dediğimiz güneş ışığında bütün renkler vardır. Deniz suyu molekülleri bu ışığın dağılımındaki kırmızı dalga boyunda olanları soğurular, mavi -mor dalga boyundakileri de yansıtırlar. Deniz de bu nedenle mavi renkte görünür. 
• Eğer deniz ve gökyüzü arasındaki mesafe yakın ise denizin gökyüzünün de rengini yansıttığını söylemek mümkündür.
• Denizin rengi her yerde aynı değildir yani deniz, koyu mavi, yeşil, türkuaz gibi renklere sahip olabilir. Bu farklılıkların nedeni suyun sıcaklığı, derinliği, içinde yaşayan canlılar, dip tabiatı, tuz oranı gibi etkenlerdir.

 

 

 

 
 

 

Düzgün YansımaDağınık Yansıma


cisimler üzerinde kendimizi net olarak göremeyiz ama bu cisimlerin özelliklerinin  görülmesinde dağınık yansımanın büyük rolü vardır. 

 

 

• 
Cisimler durgun su üzerinde düzgün yansımaya uğrar ve görüntüleri nete yakındır.

• Cisimler dalgalı su üzerinde dağınık yansımaya uğrarlar.       


🌀  

elektronlar, atom çekirdekleri(proton ve nötronların) etrâfındaki küçücük yollarında, bir sâniyede, milyarlarca defa dönmektedir. Atom çekirdeğinin çapı, en küçük elektron yörüngesinden yüzbin defa küçük olduğundan, atomların içi boşdur. Bir nokta sâniyede en az yirmi devr yapınca, hayâlimizde dâire gibi görünür. Elektronlar çok hızlı döndüğü için, atomların içi dolu sanılıyor. Boşluk olduğu hâlde, maddelerin hayâlimizde dolu sanıldığını ilk olarak yazan, 1900’lerden 300 sene evvel yaşamış, çok büyük bir islam alimi olan  İmâm-ı Rabbânî hazretleridir. Onun, Mektûbat isimli eserinin 3. cildi 68. mektubunda yazdığı ve Nokta-i cevvale ismini verdiği yukarıda geçen ipe bağlı taş örneği, günümüzde deneylerle ispatlanmış ve atomların dolayısıyla maddelerin içinin dolu olmadığı, beynimizin bunları dolu zannettiği bilimsel olarak anlaşılmıştır.


⚠️elektronlar, atom çekirdekleri(proton ve nötronların) etrâfındaki küçücük yollarında, bir sâniyede, milyarlarca defa dönmektedir. Atom çekirdeğinin çapı, en küçük elektron yörüngesinden yüzbin defa küçük olduğundan, atomların içi boşdur. Bir nokta sâniyede en az yirmi devr yapınca, hayâlimizde dâire gibi görünür. Elektronlar çok hızlı döndüğü için, atomların içi dolu sanılıyor. Boşluk olduğu hâlde, maddelerin hayâlimizde dolu sanıldığını ilk olarak yazan, 1900’lerden 300 sene evvel yaşamış, çok büyük bir islam alimi olan  İmâm-ı Rabbânî hazretleridir. Onun, Mektûbat isimli eserinin 3. cildi 68. mektubunda yazdığı ve Nokta-i cevvale ismini verdiği yukarıda geçen ipe bağlı taş örneği, ((tıpkı pervaneli uçakların pervanelerinin dönerken bir bütün daire gibi gözükmesi gibi)bir bütün gibi gözüktüğünü misal vererek anlatmaktadır. günümüzde deneylerle ispatlanmış ve atomların dolayısıyla maddelerin içinin dolu olmadığı, beynimizin bunları dolu zannettiği bilimsel olarak anlaşılmıştır.
etrafımızda gördüğümüz tüm maddeler, aslında %99 u boşluktan ibaret olan atomlardan meydana geliyor. Gözümüz, dokunma hissimiz ve beynimiz elektrik sinyalleri ile çalıştığı için bu gerçeği algılamamıza engel olacak şekilde maddeleri bize içi dolu gibi göstermektedir. ‼️



🌀


Kur’an ayetlerini okuyarak Nobel Ödülü’nü aldı


Muhammed Abdüs Salam (1926-1996) elektrozayıf etkileşim ile ilgili çalışmalarından dolayı 1979 yılında Fizik Nobel Ödülü’nü kazanan kuramsal fizikçidir.

 Abdüs Salam, bilim yapmaya kendisini yöneltenin Kur’an olduğunu ifade etmiştir. Fizik çalışmalarını gerçekleştirirken bir yandan da Kur’an dinleyecek kadar Kur’an ile sıcak bir ilişki içerisindeydi. 

Abdüs Salam Nobel Ödül töreninde, Kur’an-ı Kerim’in Mülk Suresi üçüncü ve dördüncü ayetlerini okuyarak ödülünü aldı. O ayetler şöyledir:
O birbiriyle uyum içinde yedi kat göğü yaratmış olandır. Rahman’ın yaratışında herhangi bir kusur bulamazsın. Haydi dön de bir bak herhangi bir çatlak görüyor musun? Sonra bir daha bir daha dön de bak. Bakışların aciz ve perişan olarak sana döner. (67-Mülk Suresi 3-4)
Abdüs Salam konuşmasına şöyle devam etti: “Bu aslında tüm fizikçilerin inancıdır; araştırmamızda ne kadar derine inersek o kadar merak duyarız, gözümüzü diktiğimiz parıltı da o derece artar.”

Kaynak: Bilim ve Yaşam Sayfası/ Pazar Sabah

🌐🌐🌐🌐🌐🌐🌐🌐🌐🌐🌐🌐🌐🌐🌐🌐🌐🌐

Kendi araştirmam’dir=S.Olbrich 

OPTİK & “RAYLEİGH” SAÇILIMI:


Optik kelimesi Yunanca maddenin görmesi anlamına gelen τα ὀπτικά kelimesinden türetilmiştir.

İlk çağlarda optik:


•Bilinen ilk  lensler patlatılmış kristalden, sık sık kuvars mineralinden yapılmıştı ve MÖ 750’lerdeki Nimrud / Layard lensleri gibi Assyria lenslere dayanıyordu. Antik Roma ve Yunanlarda lensler cam yüzeyleri su ile doldurularak yapılırdı. 

•Eski Hindistan’da MÖ 6. ve 5. yüzyıllarda  Samkhyave Vaisheshika felsefi okulları ışık üzerinde teoriler geliştirdi. Samkhya okuluna göre ışık kendi dışında bütün elementlerin oluştuğu beş temel ince elementten biriydi.

Vaisheshika okulu anatomik olmayan eter, boşluk ve zaman yüzeylerinde fiziksel dünyaya anatomik bir teori oluşturdu.

Temel atomlar gerçek anlamları ile karıştırılmaması gereken toprak, su, ateş ve havadır. Bu atomlar molekül oluşturmak için daha çok birleşen ikili molekülleri oluşturmak için alınır. Hareket fiziksel atomların yer değiştirmesi olarak açıklanır. Işık doğrultusu ateş atomlarının yüksek vektörel hız akışı olarak alınır. Işık partikülleri ateş atomlarının hızına ve düzenine bağlı olarak farklı karakteristik özellikler sergileyebilir. MÖ 1. yüzyıl sıralarında Vishnu Prana “Güneş’in 7 ışını” demekti.

•MÖ 5. yüzyılda Empedocles her şeyin ateş, hava, toprak ve su olmak üzere 4 elementten oluştuğunu varsaydı.  

         ~   Lensler ve lens yapımı:

Büyütme erken tarihsel referansının "basit cam mercekler menisküs" tasviri MÖ 5. yüzyılda eski Mısır hiyeroglifine kadar uzanır. MS 1. yüzyılda İmparator Nero'nun bir öğretmeni "Mektuplar, ancak küçük ve belirsiz, suyla dolu genişlemiş ve daha net bir küre veya camdan görülür." demiştir. İmparator Nero da düzeltici mercek gibi bir zümrüt kullanılarak gladyatör oyunları izlediğini söylemiştir. 

heysem

İbni Heysem (965–1040) Batı dünyasında Alhacen ve Alhazen olarak da bilinir. Optik Kitabında iğne deliğinin etkileri, içbükey mercekler ve büyütücü gözlük hakkında yazmıştır. 

Heysem

&&&&&&&&

Modern Bilime Öncülük Eden Roger Bacon'un Bilgi ve Hakikat Arayışı
Rahip Roger Bacon çalışma odasında.   

Orta Avrupa'da optik.  

İngiliz vaftiz Robert Grosseteste (1175–1253) ışığın kozmogonisi teorisi ortaçağda bugün Büyük Patlama diye bilinen evrenin oluşumunu açıklamaktadır. Hem İncil’e hem de ışık bilimselliğine, dayanarak İncil’deki şu bölümden esinlenmiştir (Yaratılış 1:3): "Tanrı dedi ki orada bir ışık vardır.” Böylece yaratılışın genel sürecini ve evrenin genişlemesini fiziğe dayandırarak açıklamıştır.

Dosya:Optics from Roger Bacon's De multiplicatone specierum.jpg

Difraktif optik başlangıcı

değiştir
1803 yılında Royal Society'e başvuran Thomas Young iki yarık kırınımını çizdi.

Işığın kırınım etkileri ilk kez dikkatle Francesco Maria Grimaldi tarafından gözlemlendi ve karakterize edildi. Grimaldi gözlem sonuçları 1665 yılında ölümünden sonra yayınlandı. Isaac Newton, bu etkileri okudu ve ışık ışınlarının büklümünü onlara bağladı. James Gregory (1638-1675) etkili bir şekilde ilk kırınım ızgarası olan bir kuş tüyü neden kırınım desenleri, gözlemledi. 1803 yılında Thomas Young, onun çift yarık interferometresi ile iki yakın aralıklı yarıklar gelen ünlü deney gözlem girişimini yaptı. 


İtalya'da 1284 yılında, Salvino D'Armate ilk giyilebilir gözlük icadını yapmıştır.


11. ve 13. yüzyıl arasında "okuma taşları" icat edildi. Genellikle aydınlatıcı el yazmalarını okumada yardımcı olmak için rahipler tarafından kullanılan bu icadın ilk yarısında cam küre keserek yapılan ilkel dışbükey lens vardı.

🕯💡 

 

OPTİK OLAY OLAN “RAYLEİGH” SAÇILIMI:


    Bulutların en sık rastlanan rengi: Beyaz:

Çocukluğumuzdan beri Güneş’in sari olduğuna inaniyorduk, oysa Güneş’in gerçek rengi aslinda beyazdir. Güneş’in genellikle sari görünmesinin nedeni,Dünya atmosferinin mavi, yeşil, ve mor gibi diğer renkleri daha kolay dağıtmasidir.Öte yandan sari, turuncu ve kirmizi gibi renkleri daha az kolay dağilir, bu da Güneş’e gün boyunca sarimsi bir görünüm ve ufka yakin olduğunda turuncu/kırmızımsı bir ton verir.   

Rengi etkileyen ışığın saçılmasında   garip bir fizik oyunu var ve ardinda duman, toz ve kirliliğin marjinal etkileri geliyor ki bunlarin hepsi Güneş’in çoğu zaman sari görünmesine katkıda bulunuyor.    

data-cke-saved-src=https://bilimgenc.tubitak.gov.tr/sites/default/files/gokyuzu_neden_mavidir_1.jpg

Bulutların en sık rastlanan rengi: Beyaz:

Bulutların içerisindeki su damlacıklarının güneş ışığını geriye yansıtması sayesinde gökyüzünde beyaz topluluklar görürüz. 

  •  Gri veya koyu mavi renkteki bulutlar

güneşi çevreleyen ince tabakanın veya toz zerreciklerinin sayısının arttığı anlamına gelir. 

bulutların barındırdıkları su damlacıklarının sayısına ve boyutlarına göre kalınlaşıp inceldiklerini söyleyebiliriz. 

Gökyüzünde sarı, turuncu, pembe, mor gibi farklı renklerdeki bulutları görmek için bazı koşullar vardır. 

  • Güneşin doğuş veya batış anında olması,
  • Atmosferde yüksek oranda nemin olması,
  • Atmosferde yüksek oranda toz zerreciklerinin olmaması,
  • Buluttaki su damlacıklarının boyutsal olarak homojen bir yapıya sahip olması.

.Güneş yeni doğarken Güneş’ten gelen ışınlar en eğimli açıyla gelirler ve atmosferde çok daha uzun yol alarak yeryüzüne ulaşır. Işığın aldığı yol arttığından, atmosferde daha çok saçılan mavi ve mor ışık yeryüzüne ulaşamadan atmosfere yayılır. Daha az saçılan kırmızı ve sarı ışık ise yeryüzüne ulaşır. Bundan dolayı Güneş batarken ya da doğarken gökyüzünü kırmızı görürüz.   


Nöronlar aksonlar boyunca hareket eden elektriksel sinyaller üretirler. Elektriksel ileti sinaps olarak adlandırılan bağlantı noktasına ulaştığında, nörotransmitterdenen diğer hücrelerin reseptörlerine bağlanıp elektriksel aktiviteyi sürdüren kimyasalların salgılanmasını sağlar.