4 Ağustos 2024 Pazar

Sifali Bitkiler&bitkilerle tedaviye


İslâm âleminde tıbbî konularda, Kur’an-ı Kerim’in bildirdikleri, Peygamberimizin tavsiye ve teklifleri, kıyas ve tecrübe yoluyla elde edilen bilgiler, Tıbb-ı Nebevî kaynaklarında yer almıştır.

İslâmiyet, sağlık noktasında koruyucu hekimliği ön plâna çıkarır.
 


Allah ve Resûlü'nün Tavsiye Ettiği Gıdalar


Peygamberimiz A.S. da sağlık hakkında şöyle buyurmuştur:

“ Sizlerden her kim vücutça sağlıklı, nefsinden, malından korkusuz ve huzurlu , günlük yiyeceği de yanında olarak sabahlarsa, sanki dünyanın bütün nimetleri kendisinde toplanmış gibi olur (Tirmizi zühd Hadis 2346).” 

Yine benzer bir hadislerinde aynı konuya işaret etmişlerdir: “Emniyetli (Korkusuz) yaşamak ve sağlıklı olmak iki büyük nimettir ki, insanlardan pek çoğu bu iki nimetten mahrumdur” (İ. Sünnî vr. 10b).


Yine bir başka hadislerinde; “ Ey insanlar! Şüphesiz ki dünyada insanlara, imân ve sağlıktan daha kıymetli bir şey verilmemiştir. Böyle olunca, yüce Allah’tan bunları isteyiniz” buyurdu (Müsned 1/8). 


bir başka hadislerinde aynı konuya işaret etmiştir: “Allah’a en sevgili olanınız; az yiyenleriniz, vücut bakımından da hafif olanlarınızdır.” (Kenzü’l Ummal 3/7084; Münavi, Feyzu'l-Kadir, 1/175)

bir hadislerinde Peygamber A. S. “ İnsanoğlu midesinden daha zararlı bir kap doldurmamıştır. İnsanoğluna belini doğrultacak birkaç lokma kâfidir. Mutlaka yemesi gerekirse, midesinin üçte birini yemeye, üçte birini içmeye, üçte birini de nefes alıp vermeye (havaya) bırakmalıdır” buyurmuştur (Tirmizi zühd Hadis 2380). 

Çok yeme, pek çok hastalığın sebebi olarak gösterilmiştir: “Bir çok hastalığın gerçek sebebi çok yemedir” (C. Sağır 1/36) .

İsrâ Suresi’nin 82. âyetinde Cenab-ı Hak, “Biz Kur’an-ı müminler için bir şifa ve rahmet olarak indirdik” buyurmaktadır. 
Yunus Suresi’nin 57. âyetinde ise, “Ey insanlar! (İşte bu Kur’an) size Rabbinizden bir öğüt, gönüllerde olan dertlere bir şifa, müminler için doğru yolu gösteren bir hidayet ve rahmet olarak gelmiştir.”ifadesi yer alır.

Peygamber A.S. da; “İki şeyde şifa vardır. Kur’an okumakta ve bal şerbeti içmekte” buyurmaktadır (Hakim tıp 4/200) . 

Peygamberimiz A.S. her hastalığın tedâvisinin mümkün olduğunu beyan etmiştir:” Yüce Allah, şifasını vermediği hiçbir hastalık yaratmamıştır” (Buhari, tıp Hadis 7/12) . 

Bir başka hadislerinde de şöyle buyurmuşlardır: “Ey Allah’ın kulları tedavi olunuz! Çünkü yüce Allah, ölüm ve ihtiyarlıktan başka şifasını vermediği hiçbir hastalık yaratmamıştır” (İbni Mâce, tıp Hadis 3436) .

 

Şifâli bitkiler'den Allah ve Resûlü’nün tavsiye ettikleri:

Bitkilerle tedâvi, tedâvi sırasında ilâç kullanmadan gıda maddeleri ya da benzerleri ile yapılan tedâvidir. Her hangi bir hastalık gıda maddeleri ve perhizle tedâvi edilebilirse, ilâç kullanması tavsiye edilmez. Gıda maddeleri ile tedâvide genel kâide; hastalığın tedâvisi sırasında faydalı gıdaları alıp, zararlı olanlarını terk ederek perhiz etmektir.

Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de gıdaların temiz ve helâl olmasına işaret etmektedir: “Allah’ın sizlere rızk olarak verdiği şeylerden helâl ve temiz olarak yiyiniz! Eğer gerçekten Allah’a ibadet ediyorsanız, Onun vermiş olduğu nimetlere teşekkür ediniz” (Nahl 114) .

Peygamberimiz A.S., hastalığın nasıl önleneceği ile alâkalı olarak şöyle buyurmuştur: “Hastalığın evi midedir. Tedavinin özü perhizdir.” 

Süleyman Peygamber’in Mabedi, Temple of Solomon, archives of Magyar Tudományos Akadémia Bibliatunalmany, Hungary

Peygamberimiz A.S. bir başka hadislerinde de, bitkilerle tedâvinin yüce Allah tarafından öğretildiğini açıklamak üzere şöyle buyurmuştur: “Süleyman Aleyhisselâm her ne zaman namazgâhta namaz kılsa, ansızın önünde bir bitki görür ve o bitkiye: ‘İsmin nedir?’ diye sorardı. Bitki de: ‘İsmim şudur’ diye adını söylerdi. Süleyman Aleyhisselâm: ’Niçin yaratıldın, ne işe yararsın?’ diye tekrar sorardı. O bitki de:’Şunun için yaratıldım’ derdi. Eğer bir hastalığa ilâç olarak yaratılmış ise, yazıp not ederdi. Eğer yer yüzüne dikilmek için yaratılmış ise, toprağa dikerdi” (Abdüllatif Bağdâdî, Tıbb-ı Nebevî s. 58; Süyûti, Tıbb-ı Nebevî vr. 7a, 50b) .

Süleyman Aleyhisselâm’ın ilâhî vahye dayalı olarak bu şekilde tespit ettiği bitkilerin, “Bitkiler Kitabı”nda yer aldığı, ayrıca, pek çok ilacın ve hastalığın bu kitaba dahil edildiği belirtilir (A. Bağdâdî s.58,188) . 


Özellikle İslâm âleminde tıbbî konularda, Kur’an-ı Kerim’in bildirdikleri, Peygamberimizin tavsiye ve teklifleri, kıyas ve tecrübe yoluyla elde edilen bilgiler, Tıbb-ı Nebevî kaynaklarında yer almıştır. 


Biz burada, tedavî noktasında, Kur’an ve hadislerde işaret olunan yiyecek ve içeceklerden bazılarını nazara alacağız.


Yeme ve içme hususunda İslâm dinin koyduğu prensibin başında az yemek gelir. İçilecek şeylerin de bir nefeste içilmemesini öğütler. Nitekim Peygamber A.S. her hangi bir şey içtiği zaman üç nefeste içer ve şöyle derdi: “Bu şekilde içmek daha kandırıcı, sağlık için daha faydalıdır” (Müslim eşribe Hadis 123; Ebu Davut eşribe Hadis 3729; Tirmizî eşribe Hadis188) . 

Yine Peygamber A.S. “ Devenin içtiği gibi suyu bir nefeste içmeyiniz. Bardağı her defasında ağızdan uzak tutarak iki veya üç nefeste içiniz. İçerken besmele çekiniz, içtikten sonra da ’Elhamdülillah’ deyiniz” buyurmuştur (Tirmizî eşribe Hadis 1885) .

Bir hadislerinde de: “Sizden biriniz su içtiği zaman yavaş yavaş içsin, bir nefeste içmesin. Zira, suyu bir nefeste içmek karaciğer iltihabı (ve nefes tıkanıklığı) meydana getirir” buyurmuştur (Adürrezzak 10/428 Hadis 19594).

Bir başka hadislerinde de ayakta su içmenin zararına işaret etmiştir: “Eğer ayakta su içen kimse, midesine verdiği zararı bilseydi, içtiği suyu şüphesiz ki geri kusardı” (Abdürrezzak 10/427 hadis 19588). 
Yine aynı konu ile alakalı olarak. “Sizden biriniz ayakta su içmesin. Her kim unuturdea içerse, kusmaya çalışsın” buyurmuştur (Müslim eşribe Hadis 116) 

Peygamberimizin, güneşte ısıtılan suyun kullanılmaması hususunda da tavsiyeleri olmuştur. Hz. Aişe (R.A): “Peygamber A.S. yanıma gelmişti. Ben ise, güneşte su ısıtıyordum. Bunun üzerine. ”Ey Aişe! Böyle yapma! Zira, güneşte ısınmış suyu kullanmak abraşlık (Alaca, sedef) gibi cilt hastalığı meydana getirir” buyurdu (Dârekutnî taharet 1/38 Hadis 2) .

<p>Kur'an-ı Kerim'de meyve, sebze ve yiyecek isimleri</p>
Kur'an-ı Kerim'de meyve, sebzeler:
Kuran-ı Kerim'de meyve olarak hurma, üzüm, nar, zeytin, incir, muz ve kiraz geçmektedir. Ayrıca zeytinyağı, soğan, sarımsak, mercimek, kabak, zencefil, bal, süt, kudret helvası, su, hoş kokulu bitkiler, bıldırcın eti, helal olan hayvanların eti ve balık eti gibi gıda isimleri de zikredilmektedir. 


Acur (Cucumis anguria)

Kabakgillerden olup, salatalık’a benzer bir sebzedir. Peygamberimizin (A.S.) acuru yaş hurma ile yediği belirtilir (Kamus 1/79, 1247; K. Ummal 10/28281). Acur, idrar söktürür, mesane ağrılarına karşı faydalıdır. Hz. Âişe (R.A.), acurun yaş hurma ile yenmesinin kilo aldırdığını ifade etmiştir (İbni Mâce 3325; A. Bağdadi 141).

Ayva (Cydonia oblonga) 

Peygamber A.S. “Ayva, göğüsteki sıkıntıyı, ağırlığı giderir, gönlü (kalbi) ferahlatıp kuvvetlendirir” buyurmuştur (M. Zevaid 5/45; C. Sağır 2/80; F. Kadir 5/46; K. Ummal 10/28258). Ayvanın kalbi kuvvetlendirdiği ve akciğer iltihabına karşı faydalı olduğu belirtilir (E. Nuaym 61). Ayrıca ayva, idrar arttırır, ishali keser, kusmayı teskin eder. Vücut ısısının düşmesini önler.

Bal

Bal ile alakalı olarak Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor: “Rabbin, bal arısına, ‘Dağlarda, ağaçlarda ve hazırlanmış kovanlarda yuva yap, sonra her çeşit bitkiden ye; sonra da -bal yapman için- Rabbinin gösterdiği yollardan boyun eğerek yürü’ diye öğretti. Onun karınlarından renkleri çeşit çeşit bir içecek çıkar ki, onda insanlar için şifa vardır. Düşünen bir millet için bunda ibretler vardır” (Nahl, 69).

Peygamberimiz (A.S.) da balın şifa olduğunu şöyle açıklamaktadır: “Üç şeyde şifa vardır. Bal şerbeti içmekte, kan aldırmakta ve dağlama yaptırmakta, fakat ben dağlamayı sevmem” (Müslim, Hadis 71). Bir başka hadislerinde de; “Şifa iki şeydedir. Biri Kur’an okumakta, diğeri ise bal şerbeti içmekte” buyurmuştur (İbni Mâce, Hadis 3457). Yine bal şerbeti ile alakalı olarak şunları ifade etmiştir: “Bal şerbetinden daha üstün bir ilaç bulunmaz” (C. Sağır 2/125). “Bal şerbeti gönlümdeki üzüntüyü, sıkıntıyı giderir ve gözümün görme duygusunu da kuvvetlendirir” (E. Nuaym vr. 131b). Böbrek sancısı ile alakalı olarak da bal şerbetini tavsiye etmiştir: “Böbrek sancısı, böbrekteki sinirdendir. Hareket ettiği zaman sahibini hasta eder. Bu hastalığı ılık su ve bal şerbeti ile tedavi ediniz” (C. Sağır, 2/10). Bir baş hadislerinde; “Doğum yapan kadınlar için yaş hurma, hasta kimseler için ise, bal gibi şifa yoktur” buyurmuştur (K. Ummal, 10/28279). Yine bir defasında: “Sizlere sinameki ve sennût’u (tereyağı, bal, hurma ve kimyon) tavsiye ederim. Zira bunlar, sâm’dan başka birçok derde devadır” buyurunca, ashap: “Sâm nedir? Ya Resulallah!” diye sormuşlar. O da: “Ölümdür” diye cevap vermiştir (İbni Mâce, tıp Hadis 3457). Bal şerbetinin ishali kesmesi ile alâkalı bir vakıa. Bir kimse Peygamber A.S. gelerek, kardeşinin ishale yakalandığını söylüyor. Peygamber A.S. da “Bal şerbeti içir” buyuruyor. Adam sonra gelip”Kardeşime bal şerbeti içirdim, fakat bu onun ishalini arttırdı” demiştir. Peygamber A.S. üç defa tekrarlanan bu soruya “Bal şerbeti içir” buyurmuştur. Adam dördüncü defa geldiğinde Peygamber A.S. yine “Bal şerbeti içir” buyurdu. Adam:” Gerçekten hastaya bal şerbeti içirdim, fakat bu ondaki ishali arttırmaktan başka bir şey yapmadı” dedi. Bunun üzerine Peygamber A.S. “Allah doğru söyler, fakat senin kardeşinin karnı yalancıdır” buyurdu. Adam tekrar bal şerbeti içirdi ve hasta iyileşti (Müslim selâm Hadis 91).

Bal ile gargara yapılırsa, boğaz şişlikleri, boğmaca, bademcik ve boğaz iltihaplarına faydalıdır (Şerhu’l Erbain s.49). Müzmin kabızlıklara, vücudu zayıf olanlara, midesinde hazımsızlık bulunanlara ve zehirlenmelere karşı bal şerbeti fevkalâde faydalıdır (Aselün- Nahl s.149-150,157-158, 168-176).

Balın terkibinde bulunan maddeler ( Karabulut, A. Tbbı-ı Nebevi, 1993):

Su: %18
Meyve şekeri : %40
Üzüm şekeri : %34
Kamış şekeri, arpa şekeri ve diğer şekerler : %0.4
Proteinler: %0.3
Madeni tuzlar: %0.2
Diğer maddeler : %7.1

Yukarıda sayılan özellikleri sebebiyle bal, halk tababetinde çok eski devirlerden beri tedavi edici veya tatlandırıcı olarak geniş oranda kullanılan önemli bir drogdur ( Üçer, 1981; Üçer, 1983).Müshil, midevi, besleyici ve kuvvet verici etkilere sahiptir. Mikrop üremesini önleyici ve yara iyi edici özellikleri de vardır. Bitki droglarının tatlandırılması için karışımlara % 15 oranında bal konur (Ülker, 1964; Baytop, 1984).

Et 

Et en kıymetli gıdalardandır. Kur’an-ı Kerim’de et on iki yerde zikredilmiştir. Hayvanlardan bahsedilirken; “Davarlar (Deve, sığır, keçi ve koyunları) da O yarattı. Bunlarda sizin için soğuktan koruyucu yünler ve bir takım menfaatler vardır. Onlardan bir kısmını da yersiniz” (Nahl 5).

Cennet ehli tavsif edilirken de: “Onlara canlarının istediği meyve ve etten bol bol verdik” (Nahl 5). Peygamber A. S. da : “Et, dünya ve ahrette yiyeceklerin efendisidir” buyurmuştur (İ. Mâce etime Hadis 3305). Peygamberimizin (A S.) en çok koyunun kürek etini, ön kolları etlerini sevdiği rivayet edilir. Boyun etinin de hem lezzetli ve hem de hazmı kolaydır. Sırt eti çok gıdalıdır, kan yapar. Nitekim bir hadiste: “En iyi et, sırt etidir” buyrulmuştur. Hayvanların sağ taraf etleri, sol taraf etlerinden daha hafif ve daha üstündür. Et, işkembeden uzaklaştıkça değeri artar (Bağdâdî s.156).

Peygamber A. S. : “Sizlere inek sütünü tavsiye ederim. Zira, ineğin sütü şifa, sütünden elde edilen yağı deva, eti ise derttir” buyurmuştur (C. Sagır 1/51; K. Ummal 10/28209).
 Sığır eti sert ve kurudur. Bazı hastalıkları meydana getirir. Çok çalışanların haricindekilerin yemesi iyi değildir (İ. Sünni vr.68b). 
Sığır eti basur hastalığını tahrik eder. Bu bakımdan basur hastalarının sakınması gerekir (L. Ukûl 1/533). 
Sığır etinin yan etkilerinin karabiber ve tarçın gibi baharatlarla giderilmesi tavsiye edilmektedir. 
Yaşlı ve zayıf olan sığırların etleri daha zararlıdır. Hazım bakımından özellikle yaşlı kimseler için iyi değildir (Bağdâdî s. 155-157). 
Dana eti böyle değildir. Hazmedildiği takdirde vücuda güçlü gıda verir. Nitekim Hz. İbrahim’in A.S. misafirlerine semiz dana kebabı ikram ettiğini Kur’an-ı Kerim haber vermektedir (İ. Kayyim s.418; Hûd 69-70; Zâriyât 26).

Yaşlı keçi etinin hazmı iyi değildir. Keçi etinin en iyisi, iki yaşında olanının etidir. Dişi keçinin eti erkeğininkinden daha faydalıdır. Oğlak etinin hazmı kolaydır, kan yapıcı özelliği vardır (İ. Kayyim s.416-418; Bağdâdî s.156-157).

Etlerin en kıymetlisi ve en gıdalısı koyun etidir. En iyisi bir yaşındaki koyunun etidir. Kan yapıcı özelliği vardır (İ. Kayyim s.416-418).

Peygamberimiz A.S. da bir hadislerinde: “Sizden biriniz-çorba yapmak için- et satın aldığı zaman, suyunu çok koysun. Zira-yiyen kimse- çorbanın içinde et bulamaz ise,suyundan içer. Çünkü et suyu, iki etten birisidir” (Tirmizî et’ime Hadis 1832) .

Tavşan eti kabızlık yapar, idrarı söktürür ve böbrek taşlarını parçalar. Tavşan eti kirli kan yapar (Bağdâdî s. 64) .

Balık eti hafıza zayıflığını gidermek için faydalıdır. Sinirler, ilik ve kemik için iyidir. Balık eti, diğer etlerden midede daha çabuk hazmolur (el-Edviyye s. 60-61) .

Hastalar ve hastalıktan yeni kalkmış kimseler için ilk tavsiye olunacak gıda, genelde kuş etidir (el-Edviyye s. 58) . 
Peygamberimiz A.S., Cenab-ı Hakk’ın, mü’minlere Cennette kuş ikram edeceğini belirtmektedir: ”Gerçekten sen Cennette bir kuşa bakar ve onu arzu edersin, hemen o kuş kızartılmış kebap olarak önüne gelir” (İ. Kesir 4/287) . 
Tavuk eti de kuş eti grubundandır. Tavuk eti, mideye hafif gelir, hazmı kolaydır. Zekayı güçlendirir ve meniyi arttırır, sesi iyileştirir. Kan yapıcı özelliği vardır.

Et en kuvvetli gıdalardandır. Vücudu şişmanlatır. Et yemek gönüle ferahlık verir. Diğer taraftan, et romatizma, tansiyon yüksekliği ve böbrek iltihabı gibi hastalıklar için zararlıdır. Mafsal ve romatizma ağrılarını arttırır (El –Edviyye s. 46, 52).

Zeytin (Olea sativa): 

(Bunların) kimi birbirine benzer, kimi benzemez. Bunlar meyvelendikleri zaman meyvelerinin olgunlaşmasına bakın! Bunlarda inanan bir toplum için ibretler vardır.” (Enam Sûresi/99)

Zeytin kelimesi Kur’an-ı Kerim’de 6 yerde geçmektedir. Cenab-ı Hak: ”İncir’e, zeytin’e, Tûr-i Sinâ’ya ve şu emin beldeye (Mekke’ye) yemin ederim ki, gerçekten biz insanı en güzel bir şekilde yarattık” buyurmaktadır (Tîn 1-4) .

“(Yine sizin için) Tûr-i Sinâ’da yetişen bir ağaç meydana getirdik ki, bu ağaç hem yağ (Zeytin yağı) ve hem de yiyenlerin ekmeğine katık edecekleri (Zeytin) verir (Mü’minun 20).

Zeytin mideyi kuvvetlendirir, cinsi istek ve arzuyu tahrik eder, ağız kokusunu giderir (Bağdadi s.115). Peygamber A.S. “Sizlere zeytinyağı tavsiye ederim. Hem yiyiniz ve hem de onunla yağlanınız. Zira zeytinyağı bâsur hastalığı için şifadır” buyurmuştur (C. Sağır 2/54;F. Kadir 4/349;M. Zevaid 5/100;Ramuz s. 318, Bağdâdî s. 115;K. Ummal 10/28295). Bâsur hastalığı için zeytinyağının çiğ olarak içilmesi ve bâsur memelerine sürülmesi tavsiye edilmektedir (Bağdâdî s. 115) .

Zeytinyağı cildi yumuşatır, saçların beyazlaşmasını geciktirir. Zeytin yağı, sürülen organı kuvvetlendirir (İ. Kayyim s. 366; Bağdâdî s. 114) . Zeytinyağı, tedavi sırasında ağızdan alınır veya lavman olarak makattan verilir, ya da merhem gibi yaralara veya bütün cilde sürülür. Zeytinyağının, adale ve mafsallara sürülerek ovuşturulması faydalıdır. Zeytinyağı, cilt hastalıkları için de faydalıdır (Bağdâdî s.114) .

Zeytinyağı, oleik asit gliseritlerini %75 oranında bulundurur. Ayrıca A ve E vitaminlerini ihtiva eder (Okay,1944; Baytop, 1984) . Zeytinyağı, damar sertliği, peklik, ülser, karaciğer ve romatizma hastalıkları ile böbrek taşları ve kuma karşı faydalıdır. Tansiyon düşürücü özelliği vardır (Acartürk, 1996).         

İncir (Ficus carica):

“Andolsun İncire ve zeytine” (Tin Sûresi / 1)

İncir, besleyici gıda olup hazmı kolaydır. Meyvelerin çoğundan daha gıdalıdır.

Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de: ”İncir’e, zeytin’e, Tûr-i Sinâ’ya ve şu emin beldeye (Mekke’ye) yemin ederim ki, gerçekten biz insanı en güzel bir şekilde yarattık” buyurmuştur (Tîn 1-4) .

İncir, Öksürük için faydalıdır. Boğaz, göğüs ve gırtlak sertliğini giderir. İdrarını yapamayanlar için faydalıdır. Gözeneklerdeki tıkanıklığı giderir. Böbrek taşlarını ve mesâneyi temizler. Bâsur hastalığı ile mafsal ve eklem ağrıları için tavsiye edilmektedir (Bağdâdî s. 79-80; K. Ummal 10/28280, 28307) . İncir süt içinde kaynatılıp içilirse, çiçek ve kızamık hastalıklarına karşı faydalıdır.

Bir hadiste de: “Her kim kalbinin rahat çalışmasını isterse, incir yemeye devam etsin” buyrulmuştur (C. Sağır 2/80).

Sirke

Sirke, hurma, şeker, bal, incir ve üzüm gibi meyvelerin şırasının çıkarılıp ekşitilmesiyle elde edilir. Sirke, gıda maddesi olarak kullanıldığı gibi, temizlikte ve hekimlikte de kullanılmıştır. Peygamber A.S. bir hadislerinde: “Sirke ne güzel bir katıktır. Allahım! Sirkeyi bereketlendir. Zira sirke benden önceki peygamberlerin de katığı idi. İçinde sirke bulunan ev, katık sıkıntısı çekmez” buyurmuştur (İ. Mâce et’ime Hadis 3318) .

Sirke, iştahı açar, iltihaplı mideye faydalıdır, zehirleme yapan ilâçların zehrini giderir, vücutta katılaşan kanı inceltir ve çözer. Dalağa faydalıdır. Sıcak olarak ağızda gargara yapılırsa, diş ağrılarına karşı faydalı olup, diş etlerini de kuvvetlendirir (Bağdâdî s. 106) . Sirke, parmakların uçlarında ve tırnak diplerinde meydana gelen dolama, egzama, ateşli şişlikler ve ateş yanığına karşı faydalıdır (İ. Kayyim s.354-55) .

Sirke temizlik maddesi olarak da kullanılmıştır. Elbisedeki mürekkep ve benzeri lekeleri sudan daha iyi çıkarır (İ. Meâlimü’s Sünen 1/96).

Çörek otu (Nigella arvensis):

Düğünçiçeğigiller ailesinden otsu bir bitkidir. Bunun susam büyüklüğündeki siyah tohumları bu adla anılır. Börek ve pasta üstlerine çeşni için konur. Bu tohumların yağı da çıkarılır. Çörek otu, özellikle soğuktan ileri gelen hastalıkların tedavisinde kullanılmıştır. Pek çok hastalık için şifa kaynağı olarak gösterilmiştir.

Peygamberimiz A.S. : “Sizlere şu çörek otunu tavsiye ederim. Zira bunda, ölümden başka bir çok hastalık için şifa vardır” buyurmuştur (Buhari tıp 7/14). Yine bir başka hadislerinde de buna işaret etmiştir: “Bilmiş olunuz ki, mantar göz ilâcıdır. Medine’nin acve isimli hurması ise cennet meyvelerindendir. Tuz ile karıştırılmış çörek otu ise, ölümden başka bir çok hastalık için şifadır” (Müsned 5/346) .

Enes İbni Mâlik (r.a.) : “Peygamber A.S. hastalandığı zaman, ağzına bir avuç çörek otu atar, üzerine de su (Zemzem suyu) veya bal şerbeti içerdi” demiştir (Râmuz s. 525) .

Çörek otu, şişkinliği, midenin suyunu alır. Çörek otu baş ağrısına, yarım baş ağrısına, baş dönmesine, unutkanlığa yüz ve ağız felçlerine karşı faydalıdır (Bağdâdî s. 89) .

Çörek otu havanda dövülüp bal ile macun yapılarak ılık su ile içilirse, böbrek ve mesâne taşlarını eritir, birkaç gün devamlı alınırsa idrarı, âdet kanamasını ve sütü arttırır.

Çörek otu yağı, deri kavlaması (sedef hastalığı)’, sivilce ve siğiller için tavsiye edilir. 4-5 gram içildiği zaman nefes darlığına iyi gelir. Havanda dövülmüş çörek otunun, sirke ile karıştırılıp macun yapılarak abraş (Alaca) ve mantar gibi hastalıklar için cilde sürülmesi faydalıdır (İ. Kayyim s. 347-49).

Peygamberimiz A.S.’ın çocuğunun Sâr’a hastalığından şikayetçi bir kadına, çörek otu tavsiye ettiği nakledilir (Fâik 3/330) .

Üzüm (Vitis vinifera) :

“... Senin bir hurma bahçen ve üzüm bağın olmalı; öyle ki, içlerinden gürül gürül ırmaklar akıtmalısın.” (İsra Sûresi/91)

Üzüm hem gıda ve hem de hekimlikte kullanılmıştır. Meyveler içinde en üstün ve en çok gıdalı olanlarındandır. Meyvelerin kıralı olan üç yiyecekten biridir. Bunlar; hurma, incir ve üzümdür (İ. Kayyim s. 262, 387-88). Yaş ve kuru halde yenir. Kur’an-ı Kerim’de on bir yerde üzümün adı geçmektedir. Bir âyet-i Kerime’de “Hurma ağaçlarının meyvelerinden ve üzümlerinden şerbet, şıra (meyve suları, meyve şekeri, bal) ve güzel rızk elde edersiniz. Düşünen bir millet için bunda bir ibret vardır” buyrulmuştur (Nahl 67).

Üzüm hazmı kolaylaştırır ve kabızlığı giderir. Bâsura, böbrek taşlarının düşürülmesine ve mafsal ağrılarına karşı faydalıdır. Karaciğeri takviye eder. Zayıflara ve hastalıktan yeni kalkmışlara üzüm yemeleri tavsiye edilir (el-Edviyye s. 118).

Peygamberimizin A.S. meyveler içerisinde üzüm ve karpuzu sevdiği belirtilir (Süyûtî vr. 22a) . Kuru üzümün sinirleri kuvvetlendirdiği, yorgunluğu giderdiği , ağız kokusunu güzelleştirdiği, balgama karşı faydalı olduğu belirtilir (K. Ummal 10/28268) .Kuru üzümün hafızayı da geliştirdiğine işaret edilmiştir. Nitekim İmam Zührî (r.a.) bu hususta şöyle demiştir: “Her kim hadis ezberlemek isterse, kuru üzüm yesin.”

14- Kumran'da Gıda Muhafazası

Archaeological İnterpretation and Debates, 175. sayfa

Üzüm, Üzüm suyu

Topluluğun şarap (şıra/üzüm suyu) sıktığının en önemli kanıtı üzüm sıkmakta kullanılan aracın varlığıdır. Site içinde üzüm sıkılan binada yetenekli üyeleri üzümleri sıkarak şarap ayini için temiz/saf gıda üretmişler. Ayrıca çanta şeklinde saklama küplerinin iç yüzeyleri morumsu-gri renkli lak ile emdirilmiştir(laklama/vernikleme). Bu küplerle karakteristik özelliği olarak uzun süre üzüm suyu saklanmıştır. Pis yemek konusunda duyarlı olduklarından pis birinin dokunduğu ya da nemlenen yiyecekleri yememişler.

Hurma ve Hurma Balı ve Şırası, 176. sayfa

Kumran'da belirgin bir şekilde kömürleşmiş hurma çekirdekleri bulundu. 1950 lerden beri yapılan kazılarda mağaralarda ve kazı alanları dahil her ikisinde kömürleşmiş hurmalar, üzüm sıkma yerinin bitişiğinde bulundu. Hurma balı (hurma pekmezi) ve hurma şırası sitenin geçmişinde üretildi.



Karpuz (Citrillus vulgaris):

Kabakgiller ailesinden olan karpuz, hararet giderici olarak alınır. Hz. Aişe (r.a.), peygamberimizin karpuzla yaş hurmayı birlikte yiyip şöyle dediğini nakleder: “ Hurmanın hararetini karpuzun soğukluğu ile, karpuzun soğukluğunu da hurmanın harareti ile kırıp gideriyoruz” (E. Davud et’ime Hadis 3836) .

Karpuz ve kavun, mideyi ve bağırsakları temizler, idrarı arttırır,böbrek ve mesane taşlarını eritir. Cinsi münasebet gücünü arttırır, cildi güzelleştirir. Karpuzun yemeklerden önce yenmesi tavsiye edilmektedir. “Karpuz yemeklerden önce yenirse,organları temizler ve hastalığı siler götürür. Eğer yemeklerden sonra yenirse, kusma meydana gelir” (İ. Kayyim s.337) .

Kekik (Thymus vulgaris): 

Ballıbabgillerden bir bitkidir. Çiçekleri, tomurcukları ve sapı baharat olarak kullanılır. Bazı türlerinin çiçekli, ve yapraklı dallarından damıtma usulüyle kekik yağı elde edilir. Yapraklı dalları çay olarak da içilir. Güzel ve hoş kokusu vardır. Peygamberimiz bir hasislerinde. “Evlerinizi- zaman zaman- akgünlük, yavşan, kekik ve gelin çiçeği gibi güzel kokulu otlarla tütsülendiriniz” buyurmuştur (Râmuz s.243).

Kekik, midedeki gazı çıkarır, mide ve karaciğer üşütmelerine karşı faydalıdır. Şişkinliği giderir, ağır yemekleri hazmettirir. Şehveti tahrik eder, koklanması nezleye iyi gelir (Bağdâdî s. 124) . Ayrıca, İdrarı ve adet kanamasını arttırır. Gözlerin görme duyusunu keskinleştirir, hafızayı kuvvetlendirir. Yılan ve akrep sokmalarına karşı, bal ile karışık kekik macunu bol olarak yenirse, yılan ve akrebin zehrini tesirsiz hale getireceğine işaret edilmektedir (el-Mutemed s.285-287).

Kekik yağı, ağız yoluyla alındığında akciğer ve göğüs hastalıkları için gayet faydalıdır. Safrayı arttırır ve bağırsak kurtlarını düşürür.

“Yapraklı daneler ve hoş kokulu reyhan vardır.” (Rahman Sûresi/12)

“Orada, karışımı zencefil olan bir kâseden içirirler.” (İnsan Sûresi/17)


Pırasa (Allium porrum):

Pırasa et ile pişirilirse etin yağını alır. Vücutta kötü sıvılar meydana getirir, gözü zayıflatır. Tansiyonu düşürür. Hazmı zordur. Ağızda kötü koku hasıl eder.

Peygamberimiz A.S., huzuruna gelen bir cemaatte pırasa kokusunu hissetti ve onlara: “Bu sebzenin yenilmesini ben size yasak etmedim mi? Çünkü insanların rahatsız oldukları şeylerden melekler de rahatsız olurlar” buyurdu (İ. Mâce et’ime Hadis 3365) .

Sarımsak (Allium sativum):

Bu bitkinin toprak altındaki baş kısmı hem yenir ve hem de baharat olarak kullanılır. Hoşa gitmeyen bir kokusu vardır. Hadis-i Şeriflerde soğan ve sarımsağa “habis” hoşa gitmeyen şey denilmiştir. Nitekim Peygamber A.S.: “Her kim şu kötü kokulu (habis) bitkiden (sarımsaktan) yerse, ağzının kokusu gidinceye kadar mescidimize gelmesin” buyurmuştur (Müslim Hadis 76) . Yine bezer bir hadiste buna temas edilmiştir: “Her kim soğan veya sarımsak yiyecek olursa, (Kokusu gidinceye kadar) yanımıza ve mescidimize yakın olmasın, evinde otursun” (Buhârî, ezan 1/207).

Sarımsak, haşarat sokmalarında dövülüp macun haline getirildikten sonra yılan ve akrebin soktuğu yerlere merhem gibi sürülürse zehiri çeker ve vücudu ısıtır. Bu sebeple soğuktan meydana gelen şişliklere karşı da panzehir olarak kullanılır. Sarımsak şişkinliği giderir, hazma yardım eder. Kan dolaşımı aksaklıklarını giderir. İdrar ve balgam söktürür. Kanser tümörlerinin büyümesini önler. Sarımsak bal ile macun yapılır alaca hastalığının tedavisi için cilde sürülürse faydalıdır (İ. Kayyim 345) . Sarımsak koruyucu olup, gıdaların bozulmasını önler. Hz. Ali (r. A.), sarımsağın bir çok hastalık için şifa olduğunu söylemiştir (Müntehabü’t-Tıbbı Nebevî li Ebî Nuaym vr. 60b) .

Sarımsağın zararlı tarafları da vardır. Baş ağrısı yapar, dimağa ve gözlere zarar verir. Görme gücünü ve cinsel arzuyu zayıflatır.


“Hani bir zamanlar, “Ey Musa, biz tek çeşit yemeğe asla katlanamayacağız, yeter artık bizim için Rabbine duâ et de bize yerin yetiştirdiği şeylerden; sebzesinden, acurundan, sarmısağından, mercimeğinden ve soğanından çıkarsın” dediniz.

Kimyon (Cuminum cyminum):

Maydonozgillerden otsu, güzel kokulu bir bitkidir. Tohumlarıyla birlikte bu adla anılır. Kurutularak baharat olarak kullanılır. Geçmişte hekimlikte de faydalanılmıştır.

Peygamber A.S. bir hadislerinde: “Sizlere sinameki ve sennûtı (tereyağı, bal ve kimyon) tavsiye ederim. Zira bunlar Sâm’dan başka her derde devadır” buyurunca, oradaki sahabeler tarafından: “Sâm nedir, ya Resûlallah?” diye sorulduğunda, Peygamber A.S.: “Ölümdür” diye cevap vermiştir (İ. Mâce tıp Hadis3457)  

Kimyon iştahı açar, sindirimi kolaylaştırır, mide ve bağırsaklardaki şişkinliği ve ağız kokusunu giderir. Kimyon, bal ve şeker ile şerbet yapılacak olursa, bağırsak ve kulunç ağrılarına iyi gelmektedir. Kimyon, İdrarı ve sütü arttırır. İdrarı zor yapanlara tavsiye edilmektedir. Karaciğer için faydalıdır. Kimyon diş ağrılarına ve diş etlerindeki inmeye karşı da faydalıdır (Bağdâdî s.147-148) .

Süt:

Sütün terkibinde sodyum, potasyum, kalsiyum, magnezyum, fosfor, bakır kükürt ve klor gibi madeni tuzlar ile protein, şeker ve yağ gibi besinler mevcuttur. Bu bakımdan süt hem yiyecek ve içeceklerin yerini tutan iyi bir gıda maddesi ve hem de bir çok hastalık için şifadır. Cenab-ı Hak sütü, Kur’an- Kerim’de muhtelif âyetlerde zikretmiştir.: “...Hayvanlarda da sizin için alınacak dersler ve öğütler vardır. Sizlere hayvanların bağırsak muhteviyatı ile kan arasından meydana gelen, içenlere halis ve içimi kolay süt içiriyoruz” (Nahl 65-66) . “Hayvanlarda da sizin için muhakkak ki ibretler vardır. Onların (Yedikleri bitkilerden) karınlarında meydana getirdikleri sütten size içiririz. Onlarda sizin için daha bir çok faydalar vardır, ayrıca etlerini de yersiniz” (Mü’minûn 21). Yine bir başka âyet-i Kerime’de: “... Bu hayvanlarda onlar için içilecek sütler ve daha nice faydalar vardır. Hala şükretmezler mi?” buyrulmaktadır (Yâsin 72-73) .

Peygamber A.S. da : “Yüce Allah bir kişiye süt ikram ederse o kimse (Sütü içeceği zaman): “Allahım bize bu sütü bereketli kıl, bize daha çok süt ver!” diye dua etsin. Çünkü yiyecek ve içeceklerin yerini tutan, açlığı ve susuzluğu gideren, sütten başka bir gıda bilmiyorum” demiştir (İ.Mâce et’ime Hadis 3322) . Yine bir başka hadislerinde: “Sizlere inek sütünü ve sütünden meydana gelen yağını tavsiye ederim. Etinden ise sakınınız. Zira sütü ve yağı deva, eti ise derttir” buyurmuştur (C. Sağır 1/51) . Bir diğer hadislerinde de inek sütünün şifa olduğuna işaret etmiştir: “İnek sütü ile tedavi olunuz. Çünkü ben yüce Allah’ın bunda şifa yarattığı kanaatindeyim. Zira inek her çeşit ottan otlamaktadır”(K. Ummal 10/28208) .

Umumiyetle süt, insan bedeni için en faydalı bir içecektir. Çünkü hem gıda verir, hem kan yapar. Vücudu temizler, cinsi münasebet gücünü arttırır. Zekayı geliştirir. Süt her türlü zehirlenmeye karşı bir panzehirdir. Bal ile şerbet yapılıp içildiği zaman yılan ve akrep sokmasına karşı iyi gelir (F. Kadir 4/348) . Süt, bazı hastalıklar ve hastalıktan yeni kalkanlar ile hamile ve emzikli kadınlar için gayet faydalıdır. Aşırı yorgunluk ve halsizlik için iyi bir ilâçtır (el-Edviyye s.34-37) .

Süt, safradan meydana gelen hastalıklar için iyi değildir. Bazı sütler, özellikle soğuk içildiği zaman gaz yapar. Süt ağır bir gıda olduğu için herkes buna tahammül edemez. Bilhassa koyun sütü daha ağırdır. Böyle yağlı sütlerin içerisine bir miktar su katılması, içimini hafifletir. Nitekim Peygamber A.S.’ın, koyun sütünü içerken bir miktar su karıştırdığı nakledilir (Buhari eşribe 6/245-47) .

Sütlü bulamaç

Sütlü bulamaç, arpa veya buğday ununa yağ ve süt karıştırılarak ateş üzerinde yapılan bir nevi çorbadır. Sütlü bulamaç olarak da bilinir (İ. Kayyim s.190-191) . Bazen bu karışıma bal da ilâve edilir. Sütlü bulamaçla alakalı peygamberimizin A.S. muhtelif hadisleri vardır: “Gerçekten sütlü bulamaç hastanın midesini kuvvetlendirip rahatlatır. Bazı üzüntülerini de giderir” (Buhari tıp 7/14) . “Gerçekten sütlü bulamaç, üzüntülü ve kederli kimsenin midesinin kuvvetlendirip rahatlatır. Sizlerden birinin yüzündeki kiri su ile yıkayıp temizlediği gibi, bu sütlü bulamaç da hastanın gönlünden üzüntü ve kederi öylece giderir” (İ. Mâce tıp Hadis 3445). Hz. Âişe (r.a) da: “ Peygamber A.S. aile fertlerinden bir kimse hastalandığı zaman, sütlü bulamaç çanağı ateşin üzerinden inmezdi. Taki hasta iyileşince veya ölünceye kadar” demiştir (İ. Mâce tıp Hadis 3446 ) . Yine Hz. Âişe (r.a.) şöyle demiştir: “Bir defasında göğsümde bir sertlik ve başımda bir ağrıdan dolayı, Peygamber A.S. ‘a şikâyette bulundum. O “: ” Ey Âişe! Sana
sütlü bulamacı tavsiye ederim. Zira sütlü bulamaç bu şikayetlerinizi gidericidir” buyurdu (Müntehabü’t Tıbbı Nebevi 34a) .

Sinameki (Cassia acutifolia):

Baklagillerden bir bitkidir. Mekke’de yetişen türü meşhur olduğu için Mekke Senâsı anlamına gelen bu kelime, halk dilinde Sinameki olarak kullanılmıştır. En büyük özelliği, müshil olarak kullanılmasıdır. Yan etkisi yok denecek kadar azdır. Yaprakları kurutularak değerlendirilir. Az miktarda alınması halinde mide ve bağırsakları yumuşatır. Fazla miktarda alınırsa ishal eder (Şerhu’l-Erbain s.60; İ. Kayyim s.145) .

Peygamber A.S.’ın hanımlarından Ümmü Selem (r.a.), bir defasında kabızlığı gidermek için sütleğen sütü içmişti. Bunun üzerine Peygamberimiz A.S.: “Sakın bir daha kullanma! Zira sütleğen hararet verici ve zehirleyicidir. Sizlere sinameki, yağ, bal ve kimyonu tavsiye ederim. Çünkü bunlar ölümden başka bir çok hastalık için şifadır” buyurmuştur (Tirmîzî tıp Hadis 2081) . Peygamberimizin A.S. sinamekiyi hurma ile birlikte kullandığı belirtilmektedir (M. Ledüniyye).

Mantar:

Mantarın hazmı zordur, mideye ağırlık verir, kulunç ağrısı meydana getirir, idrarı zorlaştırır, kirli kan yapar. Ancak, göze sürme çekildiği zaman gözün görme duyusunu kuvvetlendirir. Mantar suyu, normal su ile karıştırılıp başa sürüldüğünde, saç dökülmesine karşı faydalıdır (Şerhu’l-Erbain s. 56; Dımeşkî s. 65; Aynî 8/466) .

Mantarla alâkalı olarak peygamber A.S.: “Sizlere yaş mantarın suyunu tavsiye ederim. Zira o, İlâhî bir kudretle kendiliğinden biten bir bitkidir. Suyu ise göz hastalığına karşı şifadır” buyurmuştur (Tirmîzî tıp Hadis 2069) .

Mantar suyunun sürme ile macun yapılıp göze sürme çekilmesiyle en iyi göz ilâcının yapılmış olacağı, bununu; göz kapaklarını güçlendireceği, gözün görme gücünü arttıracağı belirtilir (İ. Kayyim s. 410) .

Bazı bitkilerin ve gıdaların Kur’an’da ve hadiste tavsiye edilmesinin hikmetleri:

Bunun pek çok sebebi olabilir. Evvel emirde insanlığa, hastalıklardan kurtulmak için tedavî yollarını ve şeklini gösteriyor. Cenab-ı Hakk’ın Şâfî ismini gösterecek tıp ve eczacılık ile kimya ve biyoloji gibi ilim sahalarının yoluna işaret ediyor. İnsanları ilme ve araştırmaya sek ediyor. İnsan sağlığının ehemmiyetini nazara veriyor. Bitkilerin meyve, çiçek, yaprak ve köklerinin, insanın çeşitli ihtiyaçlarına cevap vermesi, kâinatla insan arasındaki münasebeti ortaya koyuyor. Bir başka ifade ile, mideyi kim tanzim edip yaratmışsa, ona uygun besinleri de yine O’nun yarattığını belirtiyor.      

“Meyveleri salkım salkım dizili muz ağaçları” (Vâkıa Sûresi/29)


“Ama onlar (Bizden) yüz çevirip uzaklaştılar ve bu yüzden setlerini/barajlarını yıkıp geçen, sahip oldukları (son derece verimli) iki bahçeyi sadece acı-dikenli çalı, ılgın ve birkaç tane (yabani) kiraz ağacından ibaret (vîrâne) bir bahçeye çeviren bir sel (Arimi) gönderdik.” (Sebe Sûresi/16)

“Hurma dalını kendine doğru silkele ki, üzerine taze, olgun hurma dökülsün.” (Meryem Sûresi/25)
 

“Üzerine kabak cinsinden bir ağaç bitirdik.” (Sâffât Sûresi/146)


"Denizde avlanmak ve onları yemek size helâl kılındı ki; hem size hem de yolcu olanlarınıza faydalı olsun." (Mâide, 5/96)

Mâide Suresi - 95-98 . Ayet Tefsiri : Âyette geçen bahr kelimesi Arapça’da “deniz” anlamına geldiği gibi ister tatlı, ister tuzlu su ihtiva etsin akarsuları ve büyük su birikintilerini ifade etmek üzere de kullanılır. Müfessirler, burada kelimenin bu geniş anlamıyla kullanılmış olduğu kanaatindedirler. Bu sebeple meâlinde “deniz avı” yerine “sularda avlanma” denmiştir. Âyetin “ve onu yemek” şeklinde tercüme edilen “ve taâmuhû” kısmı, “ve onun (suların) yiyecekleri” şeklinde de anlaşılmıştır. Avlanma ile birlikte yemeden veya yiyecekten ayrıca söz edilmesi daha çok şöyle açıklanır: Beslenme dışındaki amaçlarla da avlanılabileceğinden su ürünlerinden ihramlı iken gıda maddesi olarak yararlanılabileceği özel olarak belirtilmiştir. Bazı müfessirler ise âyetteki sayd kelimesini taze, taâm kelimesini tuzlayıp kurutma vb. yollarla muhafaza altına alınmış su ürünü olarak açıklamışlardır.

1-ipek-yolu




 

İslâm âleminin ve Osmanlıların bitkilerle tedaviye yaklaşımları:

Gerek İslâm âleminde ve gerekse Selçuklular’la Osmanlılar dönemlerinde, bitkilerle tedavi hususu genelde tıp ilmiyle birlikte değerlendirilmiştir.
 İslâm âleminde özelikle Araplar’da tıbbî bitkilerin hangisinin ve hangisinin zehirsiz olduğunu ayırt etmek için hayvanlardan istifade etmişlerdir. İlk defa tedavi pratiği eczacılıktan ayrılarak ilâçlar bilimi ortaya konmuştur. 
⚠️Sekizinci yüzyılda Cabir İbni Hayyam, Abu Nadir İbni Şumayl ve Abu Zeyd el-Anşari ve İbni el-Sıkkit, bitkierin ismleri, morfolojik yapıları ve kullanım alanları üzerinde durmuşlardır. Yine bu devirde Abu Said el-Aşmai’nin Kitab el Nebat vel Şecer (Bitki ve ağaçların kitabı), benzer konuları ihtiva ediyordu.‼️

(
Abu Hanifa Dinawari (828-896)'nin 8 ciltlik eseri Kitab el-Nebat, İslam botaniğinin önemli eserlerinden biri sayılıyor...
Abu Hanifa Dinawaris (828–896) achtbändiges Werk „Kitab al-Nebat“ gilt als eines der bedeutendsten Werke der islamischen Botanik …)


⚠️Dokuzuncu yüzyılda özellikle bitkilerin tıbbi yönleri üzerinde durulmuştur. Ali İbni Rabban el-Tebari’nin Firdevs el-Hikmet (Aklın Cenneti) adlı eseri ve Ebu Hanife el-Dinavari’nin Kitap el-Nebat (Bitkiler Kitabı) adlı eserinde bu konular yer alır.‼️

⚠️Onuncu yüzyılın başında Türk bilim adamı meşhur İbn-i Sina (980-1037) yüzden fazla ilmî eser bırakmıştır. En büyük eseri 3 ciltlik “Alkanun-fittıb” tır. Onun bu eserinde 900 den fazla tıbbî bitki, hayvani ve inorganik menşeli ilâç yer almaktadır. İbn-i Sina , 7 bölümlük Tabiat Tarihi ve Şifa kitabında bitkilerin farmokolojik yönlerini incelemiştir.‼️

⚠️O zaman Müslümanlar 1600’den fazla tıbbî bitkiyi bilmekte idiler (Hayati Zade Mustafa Fevzi Efendi -Ölümü 1740-, Bitkilerin tıbda ilaç olarak kullanılmaları, terkipleri, alınma şekilleri ve ölçü sistemi; Tatlı, Â. Genel Biyoloji, 2000, s. 244; Makaklı, B. Şifalı Bitkilerle Tedavi (Tercüme), İstanbul, 1990) .‼️

{Yabani Bitkiler Sözlüğü 1.Cilt, Hayati Zade Mustafa Feyzi Efendi, Çeviren Hadiye Tuncer.}


⚠️On üçüncü yüzyılda Endülüs’te yetişen İbnü’l Baytar, Basit İlâçlara ve gıdalara İlişkin Bütün Bilgiler (Kitab’ül-Câmi’li Müfredeti’l-Edviye ve’l-Agdiye) adlı kitabında minerallerden, bitkilerden ve hayvanlardan yapılan 1400 ilâcı, Yunan ve İslâm kaynaklarına dayanarak tanıtmıştır. Bunlardan 300 tanesi tamamen kendisine hastır ve ilk defa vermiştir (Tekeli, S. ve ark. Bilim Tarihine Giriş,1999) ‼️

⚠️Osmanlılar devrinde özellikle tıbbî tedâvî ile ilgili olarak, İshak ibni Murat, Hacı Paşa, İbni Şerif ve Hekim Nidâî ön plâna çıkmaktadır (Tekeli, S. ve ark. Bilim Tarihine Giriş,1999) ‼️

https://sorularlaislamiyet.com/blogsorularlaislamiyet.com/blog/allah-ve-resulunun-tavsiye-ettigi-gidalar

Hemen Rabbi Meryem’i memnûniyetle kabul buyurdu, onu en güzel şekilde büyütüp yetiştirdi ve onu Zekeriya’nın himâyesine verdi. Zekeriya ne zaman mâbette onun yanına girse, orada değişik bir rızık bulur da: “Ey Meryem! Bu sana nereden ve nasıl geliyor?” diye sorardı. Meryem ise: “O, Allah’tan geliyor. Şüphesiz Allah, dilediğini hesapsız olarak rızıklandırır” derdi. ~ Âl-i İmrân / 37.

🪻DİPNOT:Selda Olbrich araştırması🔭


8-kalay-yolu


11 Ocak 1930 tarihli Cumhuriyet gazetesinde Gavei Zalim (Hüseyin Suat Yalçın) imzasıyla yayınlanan Ihlamurname.

Defne dalı
(William Bouguereau - (XIX. yy)

Isabella ve Fesleğen saksısı, William Holman Hunt, 1868.

Doğu’dan Batı’ya Taşınan Lezzet: Baharat Yolu

2-baharat-yolu


Baharat Yolu’nun rotası Doğu’yu Batı’ya bağlayan deniz yollarından geçiyordu. Özellikle biber, karanfil, tarçın, hindistan cevizi Avrupa’da en çok rağbet gören ürünlerdi. Ancak 15. yy. öncesinde Doğu’ya erişim Kuzey Afrikalılar ve Arapların kontrolünde olduğundan o dönemde bu baharatlar oldukça nadir bulunuyordu ve çok pahalıydı. 15. ve 17. yy boyunca süren Keşifler Çağı’nda Avrupalılar yeni navigasyon teknolojileri sayesinde yelkenli gemilerle uzun mesafeli deniz yolculukları yapabilmeye, Endonezya, Çin ve Japonya gibi ülkelerle doğrudan ticari ilişkiler kurmaya başladılar. Bazıları baharat ticaretinin, yakıt kullanan daha hızlı gemilerin keşfiyle yeni toprakların keşfedilmesini ve Doğu ile Batı arasında yeni diplomatik ilişkilerin kurulmasını sağladığını iddia ediyor. Özellikle Kristof Kolomb’un 1492’de Amerika’da son bulan yolculuğunun asıl amacının, baharat ticaretinin Avrupalılar tarafından kontrol edilmesini sağlayacak yeni bir güzergah bulmak olduğu düşünülürse, bu iddia hiç de yanlış sayılmaz. Bugün Endonezya adı verilen Doğu Hint Adaları, karanfil ve hindistan cevizinin tek kaynağı olan Mölük ve Baharat Adaları olarak biliniyor; Flemenkler ve İngilizler tarafından kontrol edilen bu bölgeden baharat ihraç ediliyordu. Savaşlar çıktı, topraklar kolonize edildi ve baharat ticaretinin arkasında yatan servet, bu ticaret yollarını küreselleşmenin en önemli faktörlerinden biri haline getirdi.

Eski Yunan, Çin, Sümer, Asur, Mısır ve Roma’da şifalı ot olarak hastalıkları iyileştirmede baharatların kullanıldığı bildirilmektedir. Hypokratus, Galenus, Dioskorides gibi ünlü hekimler baharatlı ilaçlar yapmışlardır. Ticaret ağları yoluyla dünyayı dolaşmış ilk ürün olan baharat, binlerce yıldır efsanelerde ve tarihte adından sıkça söz ettirmiştir. Örneğin, erkek kardeşi Hz. Yusuf’u sattığı zaman, onu satın alanlar Arabistan’dan Mısır’a giden baharat tüccarlarıydı. Saba Melikesi, Hz. Süleyman’ı ziyaret edip de erdemini sınadığında, ona ödül olarak Kraliyet armağanı olan, Arabistan baharatı vermişti. Baharata duyulan istek, Vasco da Gama’nın Afrika’yı dolaşan yeni bir deniz yolu açmasını ve bu olayla hemen hemen eşzamanlı olarak, Kristof Kolomb’un Yeni Dünya’yı keşfini sağladı.


12. yüzyılın tanınmış eczacı ve şairi  “Attar” ın (apotekari) dükkânından günümüze erişen dokuz bitki özünün insan sağlığına yararları şöyle sıralanmış. 
 

Romalı askerlerin maaşlarının bir kısmı tuzla ödenirdi; İngilizce’de maaş anlamına gelen “salary”; Latince tuz anlamına gelen “sal” kelimesinden geliyor. Ayrıca tuz o derece değerliydi ki; “beş para etmez” demek olan “tuzuna değmez-not worth his salt” deyimi de yine sıkı çalışmayan Roma askerlerinin tuz ödemesi alamayacaklarını ifade ederdi. 

Kuzey Avrupa’nın en bol tuz kaynağına sahip Kuzey Almanya’daki Lüneburg’dan, Almanya’nın kuzey sahillerindeki Lübeck’e giden 100 km’lik Eski Tuz Yolu’ydu. Ortaçağ boyunca balıkların bozulmasını önlemek maksadıyla Almanya’dan İskandinavya’ya hareket eden balıkçı filolarına tuz sağlamak gerekiyordu.


çay üreticisi Çin’den başlayarak Tibet ve Hindistan’ı kapsayan yaklaşık 10 bin km’lik fırtınalı bir rota. Sayısız nehrin üzerinden geçen bu rota, aynı zamanda antik zamanlarda kullanılan ticaret yollarının en tehlikelisi. Bu yolu takip eden tüccarların temel hedefi, Çin çayı ve Tibet savaş atlarının, çay verip at almayı ya da vice versa kapsayacak şekilde doğrudan ticaretini yapmaktı. Yolun bir kısmının kullanılmaya başlanması MÖ. 1600’lere kadar uzanıyor fakat güzergahın tamamının kullanılmaya başlanması MS. 7. yy’a denk geliyor. Bu yol vasıtasıyla yapılan en büyük ölçekli ticaretler Song Hanedanlığı (960-1279) zamanına denk geliyor. 




"fesleğen/reyhan" 

 "fesleğen/reyhan" kelimesi, "kraliyet" anlamına gelen eski Yunanca "basilikhon" kelimesinden geliyor

Yapraklı daneler ve hoş kokulu reyhan vardır”  ~ Rahman sûresi / 12

“Ona rahatlık, güzel kokulu reyhan ve Naîm cenneti vardır” ~Vâkıa sûresi / 89         

geleneksel Çin tıbbı gibi halk hekimliği uygulamalarında fesleğenin tedavi edici özelliklere sahip olduğu düşünülür.    

antioksidanlar, antosiyaninler ve beta-karotenlerle birlikte, vücutta hücre hasarına yol açabilecek serbest radikallerle savaşmaya yardımcı olur ve kanser, kalp hastalığı, artrit ve diyabet gibi çeşitli sağlık koşulları için riskinizi azaltır. İçinde bulundurduğu fitokimyasallar ile, akciğer kanserikaraciğer kanseriağız kanseri ve cilt kanseri dahil olmak üzere farklı kanser türlüne karşı korunmaya yardımcı olabilir.   

Reyhan ayrıca kasların ve kan damarlarının gevşemesine izin vererek kan akışını iyileştirmeye yardımcı olabilecek magnezyum içermektedir.

Reyhan, Ayurveda tıbbında popüler bir bitkidir. Araştırmalar, zihinsel sağlığı iyileştirmek de dahil olmak üzere birçok faydası olduğunu göstermiştir. Kaygı ve depresyonu hafifletmeye, net düşünme yeteneğini artırmaya ve yaşa bağlı hafıza kaybı riskini azaltmaya yardımcı olabilecek bileşiklere sahiptir.

Fesleğen bitkisi Anavatanı olan İran dolaylarından gelmiştir. Akşamları açıkta yenilen yemeklerde masaların fesleğen ile süslenmesi, bebeklerin yanına fesleğen konulması, yaz aylarında evlerin açık camlarının önünde fesleğen saksılarının olmasının sebebi fesleğenin yaydığı güzel kokunun yanında sinekleri kovucu özelliği olmasıdır.

Taze ot, kaynar suda hızlı bir şekilde haşlandıktan sonra buzdolabında plastik torbalarda kısa bir süre veya dondurucuda daha uzun bir süre saklanabilir. Kurutulmuş otu da aromasının çoğunu kaybeder ve geriye kalanı az lezzetli, saman gibi az kumarin aromasıyla çok farklı bir tada sahiptir.

Pişirildiğinde tadını çabuk yitirdiği için, genellikle yemeklere son anda katılır.



KiMYON:maydanozgiller familyasına ait bir bitkidir.  

Baharatın kökeni binlerce yıl öncesine dayanmaktadır. M.Ö. 5000 yılına kadar uzanan tarihi kaynaklar, kimyonun Mısır'da yetiştirildiğini ve kullanıldığını göstermektedir. Eski Mısırlılar, bu baharatı mumyalama işlemlerinde kullanıyorlardı. Antik Yunan ve Roma dönemlerinde de kullanıldığı bilinmektedir. Romalı yazar Pliny, bu ürünü "tüm baharatlararasında en önemlisi" olarak tanımlamıştır.

Ortaçağ'da, Avrupa'da bu baharatın kullanımı yaygınlaşmıştır. Ürün, Avrupa mutfağında çorba, et yemekleri, turşu ve peynir yapımında kullanılmaktadır. Bu baharat, Hindistan ve Orta Doğu mutfağındaki yemeklerin vazgeçilmez bir baharatıdır. Geleneksel Hint yemeklerinde kullanılan baharat karışımı olan garam masala'nın da önemli bir bileşenidir. 

Günümüzden 4 bin yıl öncesinin Mezopotamya medeniyetinden, Anadolu’nun tarihi pazar yeri Kültepe’deki kazılardan günümüze ulaşan çiviyazılı tabletlerde aynı baharat “kamunu” diye anılıyor.

3 bin 400 yıl önceye dayanan Miken uygarlığının saray kayıtlarında kimyon kullanıldığının izleri bulunuyor.  

Romalı devlet insanı Marcus Porcius Cato’nun tarımsal ürünleri konu alan kitabında ise zeytin salatasının ana lezzet unsurlarından biri olarak karşımıza çıkıyor.

Deniz ürünlerini harmanlayıp biber ve kimyonla buluşturup köfte yapan lüks ve pahalı yiyeceklere düşkünlüğüyle tanınan Romalı Marcus Gavius Apicius’un, “Biber, yabani kereviz, maydanoz, kuru nane, bol bol kimyon, bal, sirke” diye malzeme listesini verdiği sos da aynı dönemlerden günümüze ulaşan bir tarif.   

Yemek yazarı Michael Krondl, iktisat tarihçilerini, baharatın “bozulmayı önleyici madde ya da bozulmuş yiyeceğin tadını gizlemek için kullandıklarını laf arasında söyledikleri” gerekçesiyle eleştirir. Uygulamalar ise baharatın her iki işlevinin de bulunduğunu kanıtlar.

Yemek kültürü konusundaki çalışmalarıyla bilinen Christian Boudan, 4 bin 500’ü aşkın yemek türü üzerinde yapılan bir araştırmanın sonuçlarını okura iletirken yemeklere konulan kimyonun olası bakteri üremesini dörtte üç oranında azalttığını not eder. 

Sultan III. Ahmet’in dört şehzadesinin 1720 yılında şenlikleri sırasındaki ziyafetlerde pişirilen etlerin terbiyesi için 7.5 kilodan fazla kimyon alınmış olması Osmanlı döneminde de bu baharata gösterilen ilginin işaretidir.

Mesir Macununun malzeme listesine giren, çorbaya da dolmaya da konan, peynirle, nohutla buluşan, birçok mezenin lezzet vericisi, et yemeklerinin vazgeçilmezi kimyonun etkili gaz söktürücü olarak bilinen, kullanılan yağı da ünlüdür.

Artık kitaplar ve anılarda kalan Mecidiyeköy Likör Fabrikası’nda üretilen “Altın Likörü” ile 16. yüzyılda Hollandalıların gözde içeceği “Kümmel” likörünün benzeri “Mükemmel” markalı liköre de lezzet veren bitkiler arasında kimyon vardır.  

❗️Baharat olarak tohum ya da çekilmiş toz halinde neredeyse her yemeğe ilave edilebilen kimyon, aromatik tadıyla özellikle etle hazırlanan köfte, kokareç, lahmacun ve güveç gibi yemeklere, soslara ve harçlara hatta sebze ve baklagil türünde ki gıdalara dahi lezzet katar.  

Henüz öğütülüp toz haline gelmemiş tohumlarından kimyon çayıda yapmak içinde kullanılabilir. Özellikle çay olarak tüketildiğinde, B, B12, A ve C  gibi vitaminleri barındırdığı için vücut fonksiyonlarının aktif çalışabilmesine de yardımcı olur. 

ntioksidan özellikleri ile kimyon inflamasyonu iyileştirme, gaz ve şişkinlik gibi mide ve sindirim sistemine yardımcı olma, kan şekeri ve kolesterol seviyelerini düzenleme, zayıf bağışıklık sistemini güçlendirme ve viral enfeksiyonlara karşı önlem almayı sağlar.


Biberiye (Rosmarinus officinalis)  

Bilimsel Adı (Latince) : Salvia rosmarinus (2017’ye kadar Rosmarinus officinalis olarak da bilinirdi.)  

Rosemary (İngilizce), Romero (İspanyolca), Romarin (Fransızca), Rosmarin (Almanca)   

Köhler'in Tıbbi bitkileri‘inden bir resim

Birçok tıbbi ve mutfak otunu içeren ballıbabagillerin (Lamiacea) adlı nane familyasının üyesidir. "Rosmarinus" adı Latince "ros marinus" ("deniz çigi") kelimelerinden türemiştir.

Bitkiye bazen "çiçek" anlamında eski Yunanca (anthos) da denir.   

Biberiye bitkisinin; nane, rezene, hardal, kekik, kimyon, kişniş, çemen, sedefotu ve safran ile birlikte baharat olarak Mezopotamya’da kullanıldığı bilinmektedir. Yine biberiye bitkisinin dallarının Mısır uygarlığında, eski hanedanların mezarlarında yer aldığı bilinmektedir.

Biberiye tarih boyunca yaygın olarak kullanılmış lezzetli bir baharat ve şifalı bir bitkidir. Biberiye Eski Yunanlar ve Romalılar tarafından hem mutfakta hem de tıbbi amaçlı kullanılırmış.

Biberiyenin hafızayla ilişkisi Antik Yunan'a dek uzanıyor. Antik dönemde öğrenciler, öğrendiklerini unutmamak, anımsayabilmek için biberiye çelenkleri takarlarmış. Mavi çiçeklerine ve orijinal habitatı Akdeniz kıyılarına atıfta bulunan Latince adı Rosmarinus officinalus, "denizin çiyi" anlamına geliyor. Biberiye, Shakespeare'in zamanında çok değerli bir bitkiymiş ve birçok farklı yerde kullanılıyormuş. Mutfakta yemeklere katılmış, mekanı kokulandırmak için yerlere serpilmiş, damıtılarak ilaçlar yapılmış. 

Anadolu’da kuşdili olarak da bilinen biberiye bitkisi, Osmanlı Mutfağında ise birçok lezzette kullanıldığı gibi, hekimbaşı Nuh Efendi’nin 17. yüzyıla ait olması muhtemel bir yazma yemek risalesinde yer alan balık turşusu tarifinde de kullanıldığı görülmektedir.   

Kokusu lavanta ile çam kokusu arasında olan biberiye bitkisinin görünümünde de bu iki bitkiden benzerlikler taşıdığı söylenebilir.

Lavanta, kekik, ıhlamur, adaçayı ve birçok diğer bitki gibi arıların polen topladığı bitkilerden olması nedeniyle, biberiye bitkisi ekosistem açısından da kıymetlidir. 

Bahçıvan, sporcu ve ahçının vazgeçilmezi. Fiziksel ve zihinsel uyarıcı. Yağı kas ağrısı, yorgunluk, depresyon, hafıza, baş ağrısı, soğuk algınlığı, saç bakımında yararlı.  

Çiçekleri haşlanarak uyarıcı bir şurup yapılmasının yanı sıra "biberiye ispirtosu", kolonya vb. yapmaya yarayan değerli bir esans da çıkarılır.   

bitkinin genç sürgünleri baharat olarak kullanılır. Yapraklar, dolma ve kızartma etleri gibi çeşitli yiyecekleri tatlandırmak için kullanılır.     

Rosmarini Folium (kuş dili yaprağı) oral yoldan hipotansiyon, dolaşım bozuklukları ve hazımsızlık endikasyonlarında kullanılır. Haricen, romatizmanın adjuvan tedavisi, periferik dolaşım bozuklukları ve hafif antiseptik etkisi nedeniyle yara iyileşmesinin hızlandırılması amacıyla da kullanılmaktadır. Halk ilacı olarak karaciğer ve safra fonksiyonlarının iyileştirilmesi ve hazımsızlığa karşı da kullanılmaktadır.  

Biberiye güçlü antioksidan, antiseptik, kanser karşıtı, iltihap sökücü ve dezenfektan özelliklere sahip harika bir bitkidir.

Biberiyenin içerdiği besinler ve vitaminler; yüksek miktarda A vitamini ve C vitamini yanında B6 vitamini (piridoksin), B1 vitamini (tiamin) ve B9 vitamini (folat) içerir. Magnezyum, kalsiyum, bakır, manganez ve demir minerallerini barındırır. Doymuş yağ oranı ve diyet lifi yüksek, sodyum oranı düşüktür. İçeriğinde kafuru, sineol, kamfen, pinen, borneol ve bornilasetat vardır. 

Yetiştirildikten sonra, yapraklar, dallar ve çiçekli uçlar kullanım için çıkarılır. Biberiye bahçelerde süs bitkisi olarak kullanılır. 

Meşhur “Dört Hırsız Sirkesi” nin içerdiği bitkilerden birisi olan biberiye bitkisi ile çay yapılabilmekte, siyah çayın içine koku ve lezzet verici olarak kullanılabilmekte, kurutulup ufalanarak yemeklerde baharat olarak kullanılabilmektedir.    

Özellikle Fransız ve İtalyan mutfağında çeşit çeşit lezzetler hazırlanırken kullanılan kuru ot torbacıkları arasında mutlaka yer almaktadır.

Bir başka kullanımı, körpe biberiye yapraklarının dövüldükten sonra şeker ile karıştırılıp saklanması ve bu körpe yaprakların hoş tatlımsı tadını lezzetlere katmak için, bu şekere tatlı hamur işlerinde kullanılabilir. Aynı şekilde tuzlu lezzetlerde kullanmak için, iri deniz tuzu da bu şekilde biberiyelenebilir.  

Yapraklarının dışındaki kullanıma gelirsek, tıpkı mercanköşkün sapları gibi, biberiye bitkisinin sapları da, tütsüleme malzemesi olarak kullanılabilir. Bu sayede tütsülenen malzemeye biberiye tadı ve kokusunu verilebilir. Yine mangal yaparken kömürün üzerine, etlerin altında atılacak az miktarda biberiye, etlere hem biberiye tadı hem de tütsü tadı verecektir. 

ürünlere aroma vermek için eklenen ve bekletilen biberiyelerin taze olması durumunda acımsı bir lezzet vermesi muhtemeldir. Bunun için yağlar ve sirkelere kuru biberiye eklemek, bunun tüm dışındaki kullanımlarda öncelikli olarak taze biberiye kullanılması doğru olacaktır.  

Bu hususa dikkat ederek kekik ve karabiber ile uyumu yüksektir. Bunun dışında sarımsak konfit örneğinde olduğu gibi sarımsak, maydanoz, çamfıstığı, fındık ve ceviz ile iyi uyuşur. 

Doğal Yetişme Alanı
Biberiyenin doğal yetişme alanı Akdeniz kıyılarıdır.





Kekik  (Thymus Vulgaris: Bahçe Kekiği)  

Bilimsel Adı (Latince): Thymus Vulgaris

Thymus (İngilizce), Thymus (İspanyolca), Thym (Fransızca), Thymiane (Almanca)   


Mezopotamya’da kekik bitkisinin; biberiye, nane, rezene, hardal, kimyon, kişniş, çemen, sedefotu ve safran ile birlikte baharat olarak kullanıldığı bilinmektedir.    

Latince adı “Thymus” olan Kekik, güzel kokusuyla tanınan, çokyıllık otsu bir bitkidir. Binlerce yıllık geçmişi bulunan kekiğin ilk kullanımının Antik Yunan’a kadar uzandığı biliniyor. Güzel kokusuyla tapınaklarda tütsü olarak kullanılmıştır. Eski Mısır’da parfüm üretiminde ve mumyalama işleminde kullanılmıştır. Eski Yunanlılar ve Romalılar peynir ve alkollü içecekleri kekikle tatlandırmışlar. Cesaret ve hayranlığın simgesi olan kekik, şövalyelerin kostümlerinde motif olarak işlenerek baş tacı yapılmıştır.    

Mısırlılar ise maydanoz, dereotu, kişniş, kimyon, mercanköşk ile birlikte kekik bitkisi de mutfaklarında kullanmıştır.    

Yine Mısırlıların ve Troya Savaşı sonrasında Troya Antik Kenti’nden İtalya Yarımadası’na göç ettikleri söylenegelen Etrüsklerin ölülerini mumyalamak için kekik kullandıkları bilinmektedir.  

Troya Savaşı ve Düşündürdükleri

M.S. 1. yüzyılda yaşamış olan hekim Dioskorides Pedanius, De Materia Medica adlı eserinde kekik bitkisinden bahsetmiştir. Yine aynı yüzyılda yaşayan ünlü Romalı doğa tarihçisi Gaius Plinius Secundus da sık sık kekiğe ve özelliklerine değinmiş, “zihnin sapmalarını iyileştirdiğini” söylemiştir. 

Antiseptik özelliği nedeniyle eski çağlarda meyve ve şarapları korumak için kullanılmış olan ve adını Grekçede önceleri duman, sonraları da “ruh” ve “cesaret” anlamına gelen “thymos” sözcüğünden alan  thymus’un yani kekiğin, cesareti, enerji ve dayanıklılığı arttırdığına da inanılmıştır. Buna inanışa bağlı olarak Romalı askerlerin -muhtemelen antiseptik etkisi nedeniyle sağlığı arttıran- kekikli banyolarda yıkandığı bilinmektedir.  

Adaçayıbiberiyemercanköşk gibi Akdenizli olan kekik Avrupa’nın geri kalanıyla, Ortaçağ’da Benedikten rahiplerin Alplerden toplayıp getirmeleriyle tanışmıştır. Bu nedenle kekik Akdeniz dışında yazılı kaynaklarda pek yer almazken, bu tanışıklık ile birlikte 1500’lerden sonra yer almaya başlamıştır. 

Anadolu’daki ilk büyük uygarlıklardan olan Hititler‘in, Boğazköy metinlerinde kekik bitkisinin “ḪAŠU” olarak geçtiği dolayısıyla da Hititlertarafından kullanıldığı bilinmektedir. 

Kadim gelenek çerçevesinde eskiden olduğu gibi bugün halen, Anadolu’nun birçok yerinde meyveler kuruturken kekikli suya bir batırılıp çıkarılmaktadır ya da bakliyatları saklarken kavanoz ya da torbalara bir kaç dal kekik konulmaktadır .  

Anadolu’da geniş coğrafyalarda konar göçer hayat sürdürmüş olan yörüklerin uzun sürelerdir, yazın yaylalardan topladıkları adaçayı bitkisi ve kekiği kahvaltıda yedikleri ve kışın çay olarak tükettikleri bilinmektedir. Kekiğin –adaçayı gibi- bu şekilde çay olarak tüketilmesi oldukça yaygındır.  

antik dönemden beri Attika Yarımadası’ndaki Atina şehrinin kekik balı meşhur olmuştur ve bu bilinirlik Osmanlı İmparatorluğu döneminde de devam etmiştir. Nitekim Evliya Çelebi Seyahatnâme’sinde Atina balının “neftî renginden ve misk kokulu” olduğunu ve “Atina balından yapılan paludenin (pelte) lezzetli olduğunu” belirtmektedir. Felix Beaujour ise 1800 tarihli eserinde ise Atina balının koku ve tatlılık açısından en iyi Fransız ballarından üstün olduğunu ve bu bölgede üretilen balın hemen hepsinin Topkapı sarayında ve Osmanlı’nın ileri gelenlerce tüketildiğini belirtir.  

Biberiye, lavanta, ıhlamur, adaçayı ve birçok diğer bitki gibi arıların polen topladığı bitkilerden olması nedeniyle, kekik bitkisi ekosistem açısından da kıymetlidir.  

taze kekiğin tadının daha hoş ve yumuşak bir tada sahip olduğunu, günler geçtikçe kekiğin tadının güçlendiğini ve özellikle yazın iyice keskinleştiğini söylemek de gereklidir. 

Kekiğin aroması güçlüdür bu nedenle kullanım miktarına dikkat edilmelidir. biberiye, karabiber ve mercanköşk ile uyumu yüksektir.  

Kekiğin tıpkı biberiyemercanköşkcivanperçemi gibi çayı yapılabilmekte ve siyah çayın içine koku ve lezzet verici olarak eklenebilmektedir.  

Yapraklarının dışındaki kullanıma gelirsek, tıpkı mercanköşkün ve biberiyenin sapları gibi, kekik bitkisinin sapları da, tütsüleme malzemesi olarak kullanılabilir. 

Tıbbi Faydaları

Kekik bitkisi ısıtıcı, sıkılaştırıcı, balgam söktürücü, sindirimi teşvik edici, spazm çözücü, öksürük kesici, ansiteptik ve mantar  yok edici özelliklere sahiptir. genellikle öksürük, soğuk algınlığı, grip, bronşit ve astım için önerilir. Ayrıca mide ve bağırsak kaslarını gevşettiği için sindirim sorunları için de kullanılmaktadır. 

En önemli faydalarından biri  iştah açması, bağışıklığa iyi gelmesi ve öksürüğü azaltması olan kekik aynı zamanda idrar söktürür, sindirimi iyileştirir, akneleri azaltır, hazımsızlığı giderir, adet dönemi ağrılarını azaltabilir, kalp-damar hastalıklarını riskini azaltabilir.     

  • Dağ Kekiği: Suriye kekiği olarak da bilinir. Dağlarda ve kayalık bölgelerde doğal olarak yetişir. Yemeklerde kullanılmasının yanı sıra çay şeklinde de tüketilir.

Mercanköşkyarpuznanekekikada çayılavantabiberiyefesleğenmelisareyhanballıbaba bitkileri bu familyada yer almaktadır.

Doğal Yetişme Alanı
Kekiğin doğal yetişme alanı Akdeniz kıyılarıdır.


♻️


Mercanköşkün anavatanı Kıbrıs ve Türkiye'nin güneyleridir ve Antik Yunan ve Roma'da mutluluk sembolü sayılmıştır. 

Özellikle yağı sindirim, solunum ve dolaşıma iyi gelir. Anti-enflamatuar ve antiseptiktir. Böcek ve sinekleri uzak tutar. 

Mercanköşk bitkisinin adı batı dillerinde Marjoramşeklini alsa da geçmişte, bazı yerleşimlerde Macaron kelimesine de dönüşmüştür. Bu kelime Fransız kökenli tatlı bir kurabiye çeşidi olan MaKaron (Macaron) 'dan farklı olarak, Türkçe yazıldığı gibi MaCaron şeklinde okunur.   

Mercanköşk, çorba, yahni, sos ve terbiyelerde kullanıldığı gibi ondan bitki çayı da yapılır.  

Genellikle herbes de Provence ve za'atar gibi baharat karışımlarında kullanılır. 


Akdeniz defnesi (Laurus nobilis)     

Defne yaprağı neye iyi gelir? Defne yaprağı faydaları

Hristiyanlıkta defne ağacı Hz. İsa'nın yeniden dirilişini sembolize eder. Çin tarihi ve mitolojisinde de defneninönemli bir yeri vardır. Yunan mitolojisindeki destana göre ise, Apollon su perisi Daphne'ye sevdalanır, Dafne ise Apollon'un aşkına karşılık vermez. Bir gün yine Apollon'dan kaçarken Daphne artık köşeye sıkıştığını, daha fazla kaçamayacağını hisseder ve babası deniz tanrılarından Peneus'la konuşur. Peneus kızı Daphne'yi bir defne ağacına dönüştürerek yardım eder. Daphne sonsuza dek ağaç olarak kalır ve hikayesi Yunan kültüründe zaferlerin ve başarıların simgesi olarak başlara takılan defne yapraklarından taç şeklinde ölümsüzleşir.  

Kahramanlara, alimlere ve bilgelere verilen defne yapraklı tacın kaynağı budur.  

Latince övgü(laus) ile asil (nobilis) anlamlarına gelen ve aromatik tıbbi bir bitki türü olan defnenin, güneş, sanat, kehanet tanrısı Apollon ile güzeller güzeli bir nympha olan Daphne (Defne)’nin arasında geçen platonik bir aşkın hikayesi.  

Delfi'teki kahinler de kehanette bulunmadan önce defne yaprakları çiğnerlerdi veya yakarlardı. 

⚠️Orta Çağlarda üniversitelerde alimlere defneden taç giydirilirdi. Tıp okullarında genç doktorların başına konan taçlar defne yaprakları ve meyvelerinden oluşurdu; Fransa'da lise diplomasının adı olan "baccalauréat" (Latince bacca laurea : defne meyvesi) buradan kaynaklanmaktadır. ‼️

her mevsim yeşil kalabilen, güzel kokulu bitki. Yemeklere lezzet kattığı gibi alternatif tıpta da birçok yararı vardır. Defne yaprağı, yemeklerde tat vermek için kullanılmaktadır. Avrupa'da genelde önce kurutulur ve salça yapılırken beraberce pişirilir. süs bitkisi olarak yetistirilir ve ayrica dona çok duyarlı olduğu için daha soğuk yerlerde ise ev bitkisi olarak yetiştirilmektedir.     


Defnenin kendine has tadını ve kokusunu veren daha çok öjenol adlı esansiyel yağdır.

Defne dünya mutfaklarında popüler bir aromatik baharattır
Özellikle Akdeniz mutfağı yemeklerinde defne ağacıyaprakları karşımıza çıkar. İtalyan makarna soslarında, Türkiye'de balıklarda, et yemeklerinde defnekullanılır. Defne yaprağı keskin tadı ve kokusuyla yemeğin tadını değiştirir, genellikle aromasını verdikten sonra yemek servis edilirken defne yaprakları yemekten çıkartılır. Defne yapraklarının normal sıcaklık ve nem koşullarında 1 yıl gibi uzun bir raf ömrü vardır. Bloody Mary adlı içkide dedefne zaman zaman aroması için kullanılır. Bir yiyeceği tütsülerken defne yaprağı yakmak da defne aromasından faydalanmanın farklı yollarından birisidir.  

Genellikle kuru halde kullanılan defne yaprakları, yemek pişirilirken içine atılarak tadını yavaşça verir. Özellikle et yemeklerinde ve soslarda defne yaprağının benzersiz kokusu ve lezzeti vazgeçilmezdir. 

Şifalı ot olarak romatizma, deri kızarıklıkları ve kulak ağrıları için kullanılır.

Tıbbi literatürde defne yaprağının antioksidan, analjezik (ağrı kesici), antienflamatuar  ve antikonvulsant (antiepileptik) yararlarının olduğu belirtilmektedir.  

Defne yaprağıAnti-bakteriyel, anti-enflamatuar ve anti-kanser özellikleri ile, h.pylori gibi mide bakterileri yanı sıra mantar enfeksiyonlarını önler, stresi azaltır, solunumu iyileştirir, metabolik sağlığı destekleyerek sindirime yardımcı olur.


Karanfil    

 Giuseppe Castiglione, “Painting of Purple and White Cloves”, Atlas of Immortal Blossoms in an Everlasting Spring, 18. Yüzyıl, kaynak: Vision Times

Karanfil ile ilgili birden fazla anlam vardır. Karanfil baharatı Syzygium aromaticum ağacından elde edilirken, Karanfil çiçekleri Dianthus petraeusbitkisinden elde edilirler.  

Adı Fransızca clou (çivi) dan gelir; çünkü tomurcuklaririli ufaklı çivileri andırırlar.  

İlk olarak  Endonezyanın Molluk (Malluca) adalarında  bulunmuştur. Karanfil ağacı dört mevsim yeşil kalır. Karanfil çiçeklerine Karanfil baharatı(Syzygium aromaticum) ile benzer kokuya sahip olduğu için bu ad verilmiştir.  

Kristof Kolomb da İspanya’dan batıya doğru yola çıktığında bu baharat adalarını arıyormuş. Bu adalardan Ternate ve yanındaki Tidore uzun süre dünyanın tek karanfil baharatı kaynağı olmuş. Karanfil, buradan İpek Yolu ile Çin’e, Ortadoğu’ya ve Avrupa’ya taşınıyormuş. 

1001 Gece Masalları’nın ünlü kaptanı Sinbad’ın da bir baharat tüccarı olarak bu adalara gelmiş olması lazım. Portekiz ve İspanya 16. yüzyılda Cava Denizi’ne hâkim olana kadar karanfillerin yetiştiği yerler gizli tutulmuş.  

 Bugün British Library’de olan bir ortaçağ yemek kitabında pek çok baharatlı tarif var. Hatta birinde, tek boynuzlu atın karanfil ve sarımsakla marine edilip döküm tavada pişirilmesi tavsiye ediliyor. Kitabın 14. yüzyılda İngiltere Kraliçesi Hainaultlu Philippa’nın saray mutfaklarında çalışmış olan Geoffrey Fule tarafından yazıldığı düşünülüyor.

Geoffrey Fule’un yemek kitabından tek boynuzlu at ızgara, kaynak: British Library Medieval Manuscripts Blog

Karanfil mutfak dışında anestezik, iltihap önleyici özellikleri ile tıbbi amaçlar ile kullanılıyor. Bir diğer önemli kullanım alanı ise aroması nedeniyle tütsü yapımı. Tütsü yakmak dünyanın en yaygın dini ritüellerinden biri ve karanfil en sık kullanılan aromalardan. Budizmin etkisi ile Japon aristokrasisinde yayılmaya başlayan tütsü üretimi ise burada bir sanata dönüşmüş. 16. yüzyılda mevsime ya da ruhsal duruma göre farklı karışımlarda tütsüler üretmek ve bunları bir farkındalık ile kullanmak Koh-Do [the way of incense] pratiğini ortaya çıkarmış. Bugün Japonya’daki tütsü üreticilerinin çoğunun 300 yılı aşkın bir geçmişi var.

Japon kültürünü Batı dünyasına tanıtan en önemli isim, 1895’te Koizumi Yakumo adını almış olan Lafcadio Hearn. Hearn, bir gazeteci olarak gittiği Japonya’ya yerleşmiş ve araştırmaları ve gözlemleri ile pek çok eser vermiş. Birbirinden ilginç kitaplarından ölümünden sonra basılan Kwaidan’ın [Ghost Stories] 1964’te Masaki Kobayashi tarafından filmi çekilmiş. In Ghostly Japan (1899) kitabının bir bölümünü ise tütsüye ayırmış. Hearn’e göre müzik, nakış gibi yeteneklerin dışında Meiji dönemi4öncesi genç bir kadının üç ritüeli adabıyla yapması bekleniyordu: çiçek düzenleme, çay seremonisi ve tütsü eğlentisi. Bir oyun niteliğindeki Ko-kwaiadlı bu eğlentide önemli olan farklı aromaları barındıran tütsülerin içeriğini tanıyabilmekmiş.

Milattan Önce 3. yüzyılda Çin imparatorları ve aristokrasisi, bütün ziyaretçilerine ağız kokuları için karanfil ikram etmeden görüşmezlerdi. Eski Romalılar'da karanfili baharat olarak kullanıyorlardı. Romalı Plinus'un, "Bir yıl geçmiyor ki, Hindistan, Roma İmparatorluğunu 50 milyon sesterce kurutuyor" sözünü İlk ve Orta Çağ Batı Uygarlıklarında karanfilin yüksek fiyatına kanıt olarak gösterebiliriz. 17. ve 18. yüzıl İngiltere'sinde karanfil, yüksek fiyatı sebebiyle altın ile eşdeğerdi. 15. yüzyıldan itibaren karanfil, Avrupa'da yeniden tanındı.  

Orta Çağ İngiltere’sinde  büyük bir kasabanın pazarındaysanız tarçın, karanfil, Hindistan cevizi, meyankökü gibi egzotik ürünler satan baharatçılar da bulabilirsiniz. Ancak bunlar sadece zenginler için. 

Tüm dünya mutfaklarında baharat olarak kullanılır. Karanfil, öğütülerek baharat olarak kullanılmakta. Karanfil ağacının çiçek tomurcuklarından elde edilen baharat, odunumsu, siyah renkli ve güzel kokuludur. Acımsı ve ekşi bir tada sahiptir.   

Karanfilin sağlık açısından yararları: sindirimin iyileştirilmesi, bakteri ile mücadele, karaciğeri korumak, akciğer kanseri ile savaşmak, kan şekerini düzenlemek, bağışıklık sistemini geliştirmek, iltihapla mücadele, ağız sağlığını desteklemek, solunum yolu enfeksiyonu tedavi etmek, baş ağrısını iyileştirmek, stresi azaltmak, yaraları tedavi etmek, desteklemek, akne tedavisi, genç cildi teşvik etmek ve mide ülserlerini önlemek vardır.  

Anti bakteriyel etkisi vardır. Enfeksiyonu engelleyici ve ağrı kesici etkisi olan anti bakteriyel, antiseptik bir bitkidir. Aynı zamanda diş ağrısı ve sindirim için de kullanılır. İçerdiği "Eugenol" maddesinin etkisi ile hafif ve orta şiddette diş ve dişeti ağrılarına karşı lokal uyuşturucu olarak kullanım alanı bulunur.  

Karanfil’in Yüzdürme testi: karanfilin kalitesini öğrenmek için kolay bir yoldur. Kaliteli karanfil suya atılınca ya dibe iner ya da suda başı yukarıda dikey şekilde asılı kalır. Adi karanfil ise, su üzerinde yatay bir biçimde yüzer.



Sarımsak (Allium sativum)

ya da sarmısakAmaryllidaceae familyasına dahil olan Alliumcinsinden, soğanlı bir bitki türüdür. Yakın akrabaları arasında soğanarpacık soğanıpırasaFrenk soğanı ve Çin soğanı bulunur.

yaklaşık 7000 yıldır insanoğluna kokusuyla eşlik eden bu arkadaşımız orta asya'nın yerlisidir, fakat yıllardır akdeniz bölgesinde de bulunmaktadır.   

Sarımsak hasadı, Tacuinum Sanitatis, 15. yüzyıl (Bibliothèque nationale de France).         

Çok sayıda çivi yazısı kaydı, sarımsağın Mezopotamya'da en az 4000 yıldır yetiştirildiğini göstermektedir. Çin ve Mısır'da da sarımsak kullanımı binlerce yıl öncesine dayanmaktadır. Tutankhamun'un mezarında (MÖ 1325) iyi korunmuş durumda bir sarımsak bulunmuştur.

 Antik Yunan ve Romalı; askerler, denizciler ve köylüler (VirgilEklogues ii. 11) ve Pliny'e göre (Naturalis Historia xix. 32) Afrika köylüleri tarafından sarımsak tüketilmiştir. Sarımsak, Hekate için bir akşam yemeği olarak, eski Yunanlar tarafından kavşaklarda taş yığınlarının üzerine yerleştirilmiştir (TheophrastusCharacters, The Superstitious Man).

Sarımsak geleneksel İngiliz mutfağında nadir kullanılırdı (1548'den önce İngiltere'de yetiştirildiği söylenmektedir) ancak Akdeniz Avrupa'sında yaygın bir bileşen olmuştur. Assize of Weights and Measures'in bir çevirisi -genellikle 13. yüzyıla tarihlenen bir İngiliz tüzüğüdür- standartlaştırılmış sarımsak üretimi, satışı ve vergilendirme birimleriyle ilgili bir pasaj içerir ancak metnin Latince versiyonu, sarımsak yerine ringa balığı anlamına da gelebilir.

Sarımsak, The Book of Health, 1898, Henry Munson Lyman

sarımsağın en iyisi kastamonu'nun taşköprü ilçesinde yetiştirilmektedir.   

Kâşgarlı Mahmud'un 11. yüzyıla tarihlenen Dîvânu Lugâti't-Türk eseridir ve "sarmusak" olarak kaydedilmiştir.  

Allil metil sülfür (AMS) sindirilemez ve kana geçer.     

 

PlinyNaturalis Historia adlı kitabında sarımsağın faydalı olduğu düşünülen durumların bir listesini verir (N.H. xx.23). İkinci yüzyılda Galen, sarımsağı "köylülerin tiryakı" (her şeyi iyileştiren) olarak övmüştür (bkz. F. Adams Paulus Aegineta, s. 99). İbn-i SinaEl-Kanun fi't-Tıb'da (1025), artrit, yılan ve böcek ısırıkları, parazitler, kronik öksürük ve bulaşıcı hastalıklar gibi çok çeşitli rahatsızlıkların tedavisinde sarımsağı antibiyotik etkisi sebebiyle önermektedir. 12. yüzyılın yazarı Alexander Neckam (Wright's, hatte s. 473, 1863), sarımsağın, tarla işçiliğinde güneşin ısısını hafifletmek amacıyla palyatif olarak kullanımını tartışmıştır. 17. yüzyılda, Thomas Sydenham sarımsağı, çiçek hastalığındabir uygulama olarak önermiştir ve William Cullen'ın 1789 tarihli Materia Medica'sı, sarımsağın ödemleri tek başına tedavi edebileceğini bulmuştur. 

Sarımsaklı ekmek, sarımsaklı tost, bruschetta, crostini ve kanepe gibi çeşitli klasik yemekleri yapmak için sarımsak, genellikle tereyağı veya sıvı yağda farklı ekmek türlerine uygulanabilir. Genellikle soğandomates veya zencefil ile eşleştirilir.


 Limon 🍋   

LİMON NEDİR?

Bilimsel adıyla Citrus medica türünden gelmektedir.

Arapça ve Farsça aynı anlama gelen  līmūn veya līmōnليمون  sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük Sanskritçe aynı anlama gelen  nimbū sözcüğünden alıntıdır.   

günümüzden yaklaşık 8 milyon yıl önce, Çin'in Yunnan bölgesinde, Himalayalar'ın eteklerinde yaşadığını, sonrasında Avustralya ve Asya'nın geri kalanına yayıldığını ortaya koydu.

Antik çağdan beri bilinen acı limonun ( citron ) değişik türü olarak Avrupa ülkelerine 12. yy"da Arap ülkelerinden getirilmiş ve adı Arapçadan alınmıştır.   

halk arasında kabuğu, meyvesi ve suyu; soğuk algınlığı, sabah yorgunluğu, artirit, romatizma ve cilt bakımı gibi farklı durumların yanı sıra ayrıca yemeklerde lezzet verici olarak sıklıkla kullanılır. İçerdiği bioflavonoidler sağlık için yarar sağlamaktadır. Aynı zamanda limon çok az miktarda yağ ve protein içerir.   

Limonun kabuğu, suyu ve posasının tüketimi, eklem iltihabına iyi gelir, sindirimi destekler, demir emilimini arttırarak kansızlık oluşmasını engeller, kilo vermeye yardımcı olur, böbrek taşı oluşumunu önler, boğaz enfeksiyonuna iyi gelir ve kalp krizi riskini azaltır.  

LİMON NASIL TÜKETİLİR?

15. yüzyıla ait eski tıp kitabı İbn-i Şerîf’in Yâdigâr adlı eserinde limon şarabının tarifi verilmiştir. 

Limon şerbeti limon suyu, toz şeker, su, süzme bal ve karanfil ile kaynatılarak yapılır.

Bu tarife göre, limonlar dilimlenip üzerine şeker atılır ve bekletilir, bir gün gibi bir zaman içerisinde süzülüp posası atılır.  


Lavanta (Lavandula)

Böcekleri kovmak için satılan lavanta demetleri.   


Lavanta bitkisinin  yaklaşık 2500 yıl önce Akdeniz, Ortadoğu ve Hindistan bölgelerinde  kullanıldığına ilişkin kayıtlar bulunuyor. Eski Mısırlılar, lavantayı yatıştırıcı ve iyileştirici merhemlerde, parfüm olarak ve mumyalamada kullanırlarmış. Tutankamon’un mezarı açıldığında, lavanta merhemi benzeri bir materyal içeren kavanozlar bulunmuş. O dönemin zenginleri, bu merhemin katı halini başlarına koyarlar, erimiş halini ise vücutlarında parfüm olarak kullanırlarmış.

Eski Yunanlılar ise, Suriye’nin Naarda kentinde yetişen bu çiçeklerden dolayı lavantaya “nardus” adını vermişler. İncil’de de adı geçen, o dönemde “spikenard” olarak bilinen lavanta Hristiyanlarca kutsal sayılan bir bitkiymiş.

Eski Roma’da lavanta; şifa verici ve antiseptik olan nitelikleri, böcekleri uzaklaştırmadaki faydaları ve temizlikte kullanıldığı için tanınmış. Romalı askerler, savaş yaralarına pansuman yapmak için lavantayı seferlerde yanlarında götürmüşler. Lavanta, ortamın kokusunu tatlandırmak, hasta odalarını dezenfekte etmek ve dini törenlerde tütsü olarak kullanılmış. Ayrıca bu değerli aromatik bitkinin yatıştırıcı ve iyileştirici niteliklerinden de haberdarlarmış.

Akdeniz’de gemicilikle uğraşan Fenike halkı ticaret için İngiltere’ye gittiklerinde, lavantayı da beraberlerinde  götürmüşler. Lavantayı çok seven Kraliçe Elizabeth I,   yılın her günü lavanta çiçeklerini taze olarak görmek istermiş.

14. yüzyılda Fransa’da Marsilya şehrini tahrip eden korkunç “Büyük Veba” sırasında, hastalığa karşı bağışıklık kazandıran ve “4 Hırsız Sirkesi” olarak bilinen gizemli bir formül ortaya çıkmış; sonrasında bu formülün sirkeye batırılmış aralarında lavantanın da bulunduğu birçok şifalı bitkinin sirke içinde bekletilerek elde edildiği öğrenilmiş. Aynı dönemlerde, Londra’da vebadan korunmak için insanlar bileklerine lavanta bağlamışlar. Lavantanın bu kullanımı, onun vebayı taşıyan pire gibi böcekleri uzaklaştırma özelliğinden gelmektedir.

1700’lerin Fransa’sında farmakoloji henüz gelişmemiş olmasına rağmen, kurulan ordu hastaneleri lavanta kullanımını da içeren yeni tedavilere öncülük etmiştir. Parlamento, lavantanın sahip olduğu zengin özelliklerin farkına varıp hasatı ve uçucu yağının damıtılması ile alakalı düzenlemeler getirmiştir. 

Osmanlı döneminde de esansiyel yağların ve kokuların kullanımı oldukça yaygınmış. Hürrem Sultan’ın hayatında erguvan ve lavantanın önemli bir yer tuttuğu biliniyor. Lavantanın sahip olduğu cilt onarıcı ve stres giderici etkilerinden dolayı sultanlar ayaklarına lavantayla masaj yaptırırmış. 

Bitkilerin uçucu yağları ile birlikte tedaviler üzerinde çalışan ve tarihteki ilk “Aromaterapi” kitabını 1936 yılında yazan GatteFosse, lavanta bitkisi ile aromaterapi teriminin ilk adımını attı  zira Gattefosse lavantanın iyileştirici etkisini 1906 yılında laboratuarında elini yakıp canhavliyle lavanta yağının içine sokmasıyla keşfetti. 1800 lerde ise yeni yeni  gelişmeye başlamış olan ilaç sanayii ile birlikte fitoterapi geleneksel tamamlayıcı tıp olarak görülmeye resmen başlanmış ve aromaterapi fitoterapinin bir alt kolu olarak günümüze kadar devam etmiştir.  

Antik Yunanlar lavanta bitkisini : nárdos, Suriyenin Naarda kentinden (muhtemelen modern Duhok, Irak). Aynı zamanda yaygın olarak "nard" da denildi.

Geç Latince adı, "lavanda"dan (yıkanacak şeyler), "lavāre" (yıkamak) fiilinden gelen "lavandarius" idi.

Lavanta 1600'lerde İngiltere'ye tanıtıldı. Kraliçe Elizabeth'in masasında bir lavanta reçelini beğendiği söylenir, bu nedenle lavanta o zamanlar reçel olarak üretildiği ve hem tıbbi olarak hem de tadı için çaylarda kullanıldığı söylenir.

Lavanta, 20. yüzyılın başında geleneksel güney Fransız yemeklerinde kullanılmadı. Fransız kuzularının etlerini daha yumuşak ve kokulu hale getirdiği iddia edildiği için lavanta üzerinde otlamasına izin verildi. 1970'lerde baharat toptancıları tarafından 'herbes de Provence' adı verilen bir bitki karışımı icat edildi.

Geleneksel tıp, ile ilgili Alman bilim komitesi, lavanta çiçeğinin Herboloji uygulamalarında, huzursuzluk veya uykusuzluk (insomnia), Roemheld sendromu, bağırsak rahatsızlığı ve kardiyovasküler hastalıklar için kullanımı da dahil olmak üzere kullanımlarını bildirdi.

Mutfak lavantası genellikle İngiliz lavantası olup yemek yapmada en çok kullanılan türdür (L. angustifolia 'Munstead').Aromatik olarak limon veya narenciye notaları ile tatlı bir kokuya sahiptir. Baharat olarak kullanılır. veya makarnalarda, salatalarda ve soslarda ve tatlılarda çeşnidir. Lavanta, lezzetli yemeklerde kullanılır, yahnilere ve azaltılmış soslara aromatik etki verir. Yeşil kısımları biberiyeye benzer şekilde kullanılır veya tuzlu yemeklerde et ve sebzeleri tatlandırmak için biberiye ile birleştirilir. 

Lavanta aromalı unlu mamuller ve tatlılar, özellikle çikolata ile iyi uyum sağlar. Amerika Birleşik Devletleri'nde hem lavanta şurubu hem de kurutulmuş lavanta tomurcukları lavanta çörekleri ve hatmileri yapmak için kullanılır.

Lavanta tomurcukları, uçucu yağların ve kokunun aktarılmasını sağlamak için iki hafta boyunca şekere konur; daha sonra şekerin kendisi pişirme işleminde kullanılır. Tariflerin biberiye gerektirdiği ekmeklerde lavanta kullanılabilir. Ayrıca börekleri, kremaları ve şerbetleri kokulandırmak için de kullanılır. 

Lavanta çiçekleri bazen siyahyeşil veya bitki çayıları ile karıştırılır. Çiçeklerle yapılan çaylardan daha yumuşak bir çay yapmak için de kullanılabilirler.

Lavanta yeşillikleri, biberiye ile kıyaslandığında tadı daha hafiftir.

Kurutularak dolaplara konan çiçekleri giysileri böceklerden korur.

Lavanta Akdenizkökenli bitki türlerinin ortak adıdır.




misk ise balinaların okyanuslara bıraktığı salgılar.

Eskiden güzel kokusunun yanı sıra yatıştırıcı, ağrı kesici, hâfıza, göz ve kalp kuvvetlendirici, ayrıca cinsî iktidar arttırıcı özelliklerinden dolayı tıpta da kullanılmıştır. Sâbit b. Kurre miski akrep sokmasına karşı iğnenin battığı yer üzerine konulabilecek maddeler arasında sayar (eẕ-Ẕaḫîre, s. 145).

Bazı kokulu bitkilere de bu ad verilir: Misk otu, çiçeği, gülü, orkidesi, kavunu gibi. Endülüslü ünlü botanikçi Ebü’l-Hayr el-İşbîlî misk-i Cidde, miskü’l-arz ve miskü’l-berden bahseder (ʿUmdetü’ṭ-ṭabîb, I, 177, 178, 496; II, 604, 670).  

 Amber Yolu

4-amber -yolu
Amber ya da kehribar… Yaklaşık olarak MÖ. 3000 yıllarından başlayarak amber ticaretinin Baltık ülkelerinden Mısır’a kadar uzanan bir coğrafyada yapıldığına dair arkeolojik kanıtlar mevcut. Romalılar tarafından geliştirilen Amber Yolu, hem dekoratif hem de tıbbi amaçlarla kullanılan bu taşa çok değer verilmesiyle ortaya çıkmış. Milyonlarca yıl önce ormanların kapladığı bir alan olan Baltık Denizi’nin altında, devasa bir amber kaynağı bulunuyor. Büyük fırtınalarla birlikte bu değerli taşlar karaya vuruyor ve tacirler, Baltık Denizi’nin muhtemel sahillerinden amber toplayarak işlerini yürütüyor. Ancak, 12. ve 13. yüzyıllarda Haçlı Seferleri sırasında, amber üreten bölgeleri kontrol eden Töton Şövalyeleri için önemli bir gelir kaynağıydı. Şövalyeler amber toplayan ya da satmaya çalışan yerel Prusyalıları acımasızca idam ettiler. Eski Amber Yolu’nun izleri, önemli güzergahlarından biri olarak bilinen Polonya’da bugün hala görülebiliyor.


Amber erkek geyiklerin vücudundan elde edilen bir maddedir. 

amber, eski devirlerden beri bazı önemli ihtiyarlık hastalıklarına iyi geldiği, kan yapıcı ve hararet verici olduğu, hâfızayı ve sinirleri güçlendirdiği, özellikle felç rahatsızlıklarını iyileştirdiği görülerek ilâç yapımında kullanılmış ve afrodizyak özelliğinden dolayı da kuvvet macunlarıyla aristokratların bazı yiyecek ve içeceklerine konulmuştur.

İskender’den sonra Hindistan’da başlayan Doğu Helenizmi sırasında hakîmlerin (filozof-hekim), ihtiyarlık rahatsızlıklarına iyi geldiği için onları gençleştirdiğine inanılan ve mahiyeti de esrarlı olan bu güzel kokulu okyanus ürününü, ölümsüzlerin yiyeceği efsanevî ambrosiaya benzetmiş oldukları anlaşılmaktadır. Mevcut bilgilere göre amber Avrupa’ya XIII. yüzyılda Endülüs Arapları tarafından tanıtılmış ve ambra/amber kelimesi de o devirden itibaren Orta Latince’ye girmiştir. 

Sultan Birinci İbrahim, kudreti amber koklamakta ya da amberi kahve içinde eritip içmekte ariyormuş.




Hatmi Çiçegi/Hibiskus

Hibiskus, ekşimsi bir tada sahip, susuzluğu giderici bir etkisi olan antioksidan açısından zengin bir bitki türüdür. hibiskus bitkisi iyi miktarda C vitamini barındırır ve sağlık açısından birçok fayda sağlar. hatmi çiçeği olarak da bilinen hibiskus bitkisi, hoş kokulu yapısıyla da bilinir.

Hibiskus, antioksidan bakımından oldukça zengindir.bakteri ve kanser hücrelerinin büyümesini azaltabilir, kalp ve karaciğer sağlığını destekleyebilir, solunum yolu ve sindirim sistemi rahatsızlıklarının giderilmesinde etkilidir.

Antiinflamatuar özelliklere sahip olan hibiskus içerdiği antioksidanlar, antosiyaninler ve polifenoller vücuttaki iltihaplanmayı atmayı kolaylaştırır, kandaki yağ oranını azaltarak kalp hastalıklarını önler ve kan şekeri seviyesini düzenlemeye yardım eder.    


Melisa otu   

Melisa otu, genellikle “limon otu” veya “nane otu” gibi adlarla da anılırlar. 

Melisa otunun tarihsel kökeni, Mısır, Yunan ve Roma medeniyetlerine kadar uzanır. Antik Mısır’da melisa otunun mumyalama işleminde kullanıldığına dair kayıtlar bulunmaktadır. Yunan ve Roma dönemlerinde ise melisa otu, tıbbi amaçlarla kullanılmıştır. Antik Yunanlı doktorlar, melisa otunu sindirim problemlerini tedavi etmek ve zihinsel rahatlama sağlamak için önermişlerdir. Bu dönemde melisa otu, “balsamon” adıyla da anılmıştır.

Orta Çağ boyunca melisa otu, manastır bahçelerinde yetiştirilmiştir ve özellikle ruhsal ve fiziksel rahatlama amacıyla kullanılmıştır. Rönesans döneminde, melisa otu tıbbi reçetelerin önemli bir parçası olarak kabul edilmiştir ve popülerliği artmıştır. Melisa otunun çayları ve yağları, 19. yüzyılda popüler bir içecek ve uçucu yağ olarak kullanılmıştır.

Özellikle melisa çayı, stresi hafifletmek, uykusuzluğu azaltmak ve sindirim sağlığını desteklemek için tercih edilen bir içecektir. Aromaterapi uygulamalarında melisa yağı kullanılarak zihinsel rahatlama sağlanır. 

Melisa otunun antiviral özellikleri de bilinmektedir. Özellikle herpes virüsü enfeksiyonlarını hafifletmeye yardımcı etkisi bulunmaktadır. Ayrıca, melisa otu antioksidanlar açısından zengin bir bitkidir ve vücudu serbest radikallerin neden olduğu oksidatif stresten korur.


Adaçayı (Salvia officinalis)

Eski çağlardan beri kullanılmış, lezzet vermek amacıyla yiyeceklere eklenmiş ve günlük beslenmede tedavi amaçlı yer almıştır. “Salvia” kelimesi “iyileşmek için” anlamına gelir. Orta Doğu ve Akdeniz’e özgü aromatik bir bitki olan adaçayı; Avrupa’da geleneksel tıpta sindirim sistemi rahatsızlıkları, öksürük ve bronşit, fazla terleme, yaşa bağlı kognitif hastalıklar, boğaz ağrısı ve deri iltihaplanmasında kullanılmaktadır.

Adaçayı K, A, C ve E vitaminleri, magnezyum çinko ve bakir yanı sıra kanser riskini azalttığı bilinen antioksidanlar içerir. Kanın pıhtılaşması, hafızayı güçlendirmesi, menopoz semptomlarını azaltması, vücudun iltihapla savaşmasına yardım etmesi, kan şekeri ve kolesterol düzeylerini düşürmesi yanı sıra ağız ve cilt sağlığını desteklemesi adaçayının bilinen faydalarındandır.

diş plaklarına neden olan mikropları da etkisiz hale getirebilir. Ağız sağlığını desteklemesi için adaçayı gargara olarak kullanılabilir.





Rezene; havuç, maydanoz, kereviz ve dereotu ile yakın akraba olan Umbelliferae (Apiaceae) familyasının bir üyesidir. 

Antik çağlardan beri kullanılan rezene, Romalılarda bir başarı sembolüydü ve oyunlarda galipleri taçlandırmak için rezene yaprakları kullanılmaktaydı.

Roma döneminde bol bol tüketilmiş, Roma’nın ünlü yemek yazarı Apicius, bu bitkiye hayranlığını dile getirmiştir. Romalıların baş tacı olan Rezene gladyatörlerin güçlü ve haşin olmalarını sağlamak amacıyla bol bol tüketilmiştir.     

OPHELIA (Krala) bu çöreotlarıyla (rezene) size. 

Ophelia'nın yere saçtığı bir başka bitki de çöreotu, yani rezene... Rezenelerin çiçekleri çok çabuk solar. Hızlı ölümün sembolü olarak anılır burada. Orta Çağ'da rezene tohumları, oruçlu hacılara yardımcı olmak için iştah kesici olarak kullanılmış. Rezenenin, Anglo-Saksonlar tarafından kutsal sayılan dokuz bitkiden biri olduğu düşünülüyor. 


Geleneksel olarak hem tıbbi amaçlı hem de lezzet verici olarak kullanılmaktadır. 

Rezene soğanı iyi bir lif, potasyum, manganez ve C vitamini kaynağıdır. Ayrıca kalsiyum, demir, folat ve antioksidanlar lutein ve zeaksantin içerir. 
  • Tek başına çiğ olarak ya da bazı yemeklerde baharat olarak tüketilebilir. Özellikle salatalarda ve çorbalarda taze bir bitki olarak veya garnitür olarak kullanılabilir. 

Fransızların soslarda kullandığı rezene, Cezayir’de ise ince ince doğranıp limon ve zeytinyağıyla salata halinde tüketiliyor.


Rezene çayı günümüzde, hazımsızlıkta, gaz şikayetlerinde, öksürük ve bronşitte, anne sütünü arttırmada ve uyku kalitesini artırma konusundaki faydaları nedeniyle yaygın olarak kullanılmaktadır. Bebeklerde kolik durumunda, adet kramplarında ve menopoz ile ilişkili semptomlarda da kullanılmaktadır. Bazı çalışmalar, rezene çekirdeklerinin kalp sağlığını korumada ve kanseri önlemede etkili olabileceğini de desteklemektedir. Ayrıca diyabet ve hipertansiyonun tedavisinde de rezene kullanılabilmektedir.

Rezene çayı; kas spazmlarını önlemeye ve rahatlatmaya, sindirimi iyileştirmeye, irritabl bağırsak sendromu, ishal, mide ekşimesi, gaz ve mide krampları gibi gastrointestinal sorunları tedavi etmeye yardımcı olabilecek lezzetli ve popüler bir çay çeşididir. Organik rezene çayı tercih edenler için kurutulmuş rezene tohumu kullanmak en iyisidir.



Dere otu (Anethum graveolens), maydanozgiller(Apiaceae) familyasından

Antik Yunanca güçlü kokulu anlamına gelir. Yapraklarının aromatik kokusuna işaret eder. Büyük ihtimalle anason ile aynı kökten gelmektedir. Türkçe yaygın adı olan dereotu, Farsça kökenli tare (تره) kelimesinden gelse gerek. Bu kelime taze sebze anlamına gelir. Kelime ayrıca Lepidium sativum (tere) için de kullanılır. Tür adı Latince güçlü kokulu anlamına gelir. Türün belirgin kokusuna işaret eder.

Antikçağda kullanımı

Galen’e göre idrar söktürücü ve gaz gidercidir. Yine ona göre sarhoşluğun verdiği etkileri aza indirmek için bitki başa taç halinde takılmıştır. Özellikle Roma ve Hellen uygarlığında çiçeklerden taç yapılarak başa takılması hayli yaygındır. Her ne kadar çiçek taçları daha sonra müsabakalarda ya da savaşlarda başarı gösterenlere verilen bir ödül olarak karşımıza çıksa da, olasılıkla kökeni bu hadisedir.

Türk Uygarlığındaki yeri

Torak otı (طورق اوتى) bitkinin Türkçedeki karşılığıdır. Günümüzde dere otu olarak bilinmektedir. Metinlerimizde bitkinin Arapçadaki karşılığı olan şebis (شبث) ve Antik Yunancadaki karşılığı olan anethon (ἀνήθου)’dan muharref anasû (آنثو) adları da kullanılmıştır. 

Halîmî, şibt ve turak otının aynı bitki olduğunu ifade etmiştir. Sabuncuoğlu’na göre ise şibis ve torak otı aynı bitkidir. Dioscorides, tüketildiğini, rahim hastalıkları ve hıçkırık vakalarında başvurulduğunu, idrar söktürücü, düşük yaptırıcı, gaz giderici ve süt arttırıcı olarak faydalanıldığını; merheminin vulva rahatsızlıklarında, eklem ve diş eti şikâyetlerinde kullanıldığını aktarmıştır.

Sileymûn, süt arttırıcı olduğunu; İbn Varrâk, mideye zararlı olup bulantıya neden olmakla birlikte süt arttırıcı ve idrar söktürücü olduğunu; İbn Mâseveyh, yağının ateş vakalarında; Şerîf, sinir rahatsızlıklarında etkili olduğunu kaydetmiştir. Gâfikî, gaz giderici; Îsâ bin Mâsa, süt arttırıcı; Râzî, sırt ağrısı giderici ve kusturucu olduğunu belirtmiştir. 

Dioscorides 1-51: Dereotu merhemi şöyle hazırlanır: Dereotu çiçeği zeytinyağında bir gün bekletilir, ardından elle sıkılarak saklanır. Rahmi yumuşatır ve genişletir. Tekrarlayan titreme ve hararete iyi gelir. Yorgunluk giderir ve eklem ağrılarını geçirir. 

 Genellikle balıkve deniz ürünlerinden yapılan yemeklerde kullanılır. Ayrıca zeytinyağlı yemeklere de hoş bir tat ve koku verir.



Maydanoz

yaprakları, eski Yunanlılar ve Romalılar tarafından da aroması nedeniyle tercih ediliyormuş.

Yapılan araştırmalara göre, maydanoz böbrekten su atımını kolaylaştırarak ödem atıcı etki gösteriyor.

maydanoz yoğun yeşil rengi ve keskin aromasıyla öne çıkıyor ancak vadettikleri bu özelliklerinin ötesine geçiyor. İçerisinde yoğun miktarda bulunan C vitamini, kalsiyum ve lif gibi besin maddeleriyle maydanoz, basit bir ottan çok daha fazlası.

Maydanoz ayrıca oldukça iyi bir A ve K vitamini kaynağı. K vitamini hem kemik sağlığını destekliyor hem de kanın pıhtılaşması için gerekli bir vitamin. A vitamini ise normal bağışıklık sistemi fonksiyonları, üreme ve diğer organların düzgün çalışması için temel bir vitamin.


Papatya.     

 

Papatya adı, tadı ve kokusu elmayı andırdığı için, Latin kökenli olan ve “yer elması” anlamına gelen “Chamomillae” kelimesinden gelmektedir.

Antik Mısır’a dayanan papatya, genelde soğuk algınlığı tedavisi için kullanılan bir bitki olarak yaygınlaşmıştı.

Eski Mısırlılar, papatya çiçeklerini tanrılara adak adama törenlerinde kullanmışlardır. Ortaçağ Avrupa’sında ise papatyanın yakınlarında yetişen bitkilere bile can verdiğine inanılmıştır. Bu yüzden çiftçiler, yetiştirdikleri ürünlerin arasına mutlaka Mayıs Papatyası ekmişlerdir. 

Romalılar, papatyayı iyileştirici içecek olarak tüketmenin dışında, tütsü olarakta kullanırlardı.

19.yy’da Roma Kolezyumunda bitkiyi yetiştirmiş olan bir botanikçi tarafından isimlendirilmiştir.


Alman papatyası (Anthemis nobilis) Orta Avrupa'da yetişir ve kültürü de yapılır. Dişli çiçekleri beyazımsı renklidir. Türkiye'de 50 kadar Anthemis türü bulunmakta bunlar İzmir papatyası, yabani papatya, beyaz papatya gibi isimlerle bilinmektedir.

 

Zengin C vitamini içerdiğinden papatya yaprakları, dünya mutfağında salataların hem görünümünü hem de lezzetini arttırmak için kullanılır. 


Papatyanın spazm çözülmesinde, gaz ve âdet sancılarının giderilmesinde faydalı olduğu ifade edilmektedir. Papatyada bulunan Alfa bisabolol maddesi ülsere iyi gelmektedir; Azulene ise mide yanmasına karşı etkilidir. Gastrit ve ülseratif kolit tedavisinde kullanılır. Ayrıca ağız iltihaplarını iyileştirir.    

çay halinde sabahları aç karnına bir bardak içilebilir. İdrar çoğaltıcı, iştah açıcı, yatıştırıcı ve gaz söktürücü etkilere sahiptir. Basur memelerinde ağrı kesici, tedavi edici etkiye sahiptir.   

Özellikle papatya çayı, sakinleştirici etkileriyle bilinirler ve uyku problemlerini hafifletmede yardımcı olur. Ayrıca, papatya yağı ve esansiyel yağı, aromaterapi uygulamalarında kullanılırlar ve stresi azaltmaya, sakinleştirmeye ve rahatlatmaya yardımcı olur.   

Papatyanin uygun  şartlarda kurutulan papatya, ağzı kapalı bir cam bir kavanozda, loş, serin ve kuru bir ortamda saklanıldığında ömrü 1 yıldır.


En iyi türleri Alman ve Romen papatyası olarak bilinir. Uykusuzluk ve sinir sistemine iyi gelir. Yanıklara, çocukların yaralarına, astım, egzama ve romatizmaya iyi gelir, sakinleştirici etkisi vardır. Aynı zamanda kırışıklık kremi, vb ürünlerde kullanılır.

Tarihsel olarak, çeşitli sağlık sorunlarını tedavi etmek amacıyla kullanılan papatya, rahatlatıcı ve sakinleştirici özellikleriyle bilinir. Bu nedenle, bir hastaya papatya göndermek, iyileşme dileklerinizi iletmek için bir yol olabilir.



Muskat(Myristica) diğer adı ile hint cevizi. 

Muskat cevizi olarak da adlandırılan bitki, çeşitli yemeklere ve tatlılara farklı bir aroma katar.

 İnsan sağlığına önemli etkileri bulunan ürünün yeterli ve düzenli tüketilmesi durumunda kronik uykusuzluk çeken kişilerin uykuya dalış sürelerini azaltma ve uyku kalitesini arttırıcı niteliktedir. Sinir sistemini yatıştırıcı etkiye sahip olduğu düşünülen ürün, ağrı kesici özelliği ile de vücudu destekler. Düzenli tüketimi ile migren, mide şişkinliği ve hazımsızlığı, cilt sorunları, ağız ve diş eti hastalıkları, sindirim sistemi düzensizliği gibi rahatsızlıkların giderilmesine katkı sağlar. Zengin lif kaynağı sayesinde kabızlıkşikayeti yaşayan kişilerin sorunlarının çözülmesinde etkilidir.  

Muskat bitkisi ve cevizinin afrodizyak bir etkisi olduğu düşünülür. İçeriği itibari ile mutluluk hormonu salgılar ve libidoyu yükseltir. 

Rendelenerek kullanılması ve tüketilmesi uygundur. Hamur işlerinde, salata ve sos tariflerinde farklı aroma tadı ile lezzet katan içeriğe sahiptir.

Muskat, yemek, sos, salata, hamur işi ve tatlılarda kullanılır. Meyvesi; genellikle baharat olarak tercih edilir. Patates püresi, haşlanmış makarna, brokoli çorbası, çeşitli salatalar, karnabahar yemekleri ve soslarda aroma verici ve lezzet arttırıcı özelliği bulunur. Kullanımı kremalı yemeklerde ise ayrı bir tat ve aroma verici özelliğe sahiptir. Ayrıca meyvenin etli kısmından çeşitli tatlılar yapılır. Muskat bitkisi cevize benzer yapısı ile yemek ve soslarda rendelenerek kullanılabilir. Kişilerin tercihine göre demleme usulü çay olarak ya da ağızda çiğneme yoluyla tüketilebilir. 


Ihlamur (Tilia) 


Ihlamur çayı, tarih boyunca birçok kültürde farklı amaçlar için kullanılmış olan ıhlamur (Tilia) ağacının çiçeklerinden yapılan bir çaydır. Ihlamur çayının tarihçesi, antik dönemlere kadar uzanmaktadır ve birçok kültürde tıbbi, ritüel ve keyif amaçlı kullanımını içermektedir.   

Antik Dönemler: Antik Yunan ve Roma kültürlerinde  ıhlamur çayı, tıbbi amaçlar için yaygın olarak kullanılmıştır. Yunanlı doktorlar, ıhlamurun sakinleştirici ve stres giderici özellikleri olduğuna inanarak çeşitli tıbbi uygulamalarda kullanmışlardır.

Orta Çağ: Orta Çağ'da, ıhlamur çayının tıbbi kullanımı devam etmiştir. Monastırlarda ve manastırlarda, ıhlamurun içildiği içecekler üretilmiştir. Bu dönemde, ıhlamurun çeşitli rahatsızlıklara karşı iyileştirici özelliklere sahip olduğuna inanılmıştır.

Orta Avrupa'da eskiden birçok köyde ıhlamur vardı. Merkezde bulunur buluşma noktası olarak kullanılırdı. Ayrıca burada haber alış verişinde bulunulur, gelinler kendilerini gösterirlerdi. Mayıs başında dans festivalleribu ağacın altında düzenlenirdi. Bunlarla beraber köy mahkemeleri genelde yine burada kurulurdu. Bu yüzden ıhlamur, mahkeme ağacı ya da mahkeme ıhlamuru olarak da bilinir.  

German ve Slav mitolojisinde kutal ağaç olarak kabul edilir. Alman mitolojik karakteri Siegfried, ejderha kanında yıkanarak ölümsüzlük kazanır ancak sadece bir yeri ıhlamur yaprağı kapattığı için orası Siegfried’in zayıf noktası olarak kalır (Buna benzer çok sayıda form vardır ve en bilineni Aşil hikayesidir. Keşanlı Ali Destanı’nda kurgu bu zayıflık üzerinedir). 

ıhlamur çayı Osmanlı tıbbında önemli bir yer tutmuştur. Osmanlılar, ıhlamur çiçeklerini kaynatıp içmişler ve çeşitli rahatsızlıklara karşı bir çare olarak kullanmışlardır. İhlamur çayı, Osmanlı İmparatorluğu döneminde saraylarda bile tüketilen bir çaydır. İhlamur; öksürük, soğuk algınlığı, ateş düşürücü ve terletici olarak kullanılır. Bağışıklık sistemini güçlendirir ve sindirim sistemine iyi gelir. Ayrıca, stres ve uykusuzluk problemlerine de faydalıdır.    

tıbbi ve geleneksel kullanımlar için değerlidir. Özellikle ıhlamur çiçekleri, tıbbi çay yapımında kullanılır ve sakinleştirici, uykusuzluğa karşı etkili ve antioksidan 

Modern tıp araştırmaları, ıhlamurun antioksidan özelliklere sahip olduğunu ve bazı  sağlık faydalarına katkıda bulunabileceğini göstermektedir. Yatıştırıcı ve rahatlatıcı özellikleriyle bilinen ıhlamur çayı, özellikle uyku problemleriyle başa çıkmak, stresi azaltmak ve genel bir rahatlama sağlamak için tercih edilmektedir.



Isırgan Otu (Urtica).  

Latince adı ‘Urtica’ yakmak anlamına gelen Isırgan otu:  

İlkbaharın başlangıcından sonbaharın bitimine kadar doğada boy gösteren ısırgan, Mayıs ve Ağustos ayları arasında çiçeklenir.    

M.Ö 1. Yüzyılda yaşayan Latin Şair Ovidius “Ars Amatoria” isimli eserinde ısırgan otunun faydalarından bahsetmiştir.  

Ovidius: Her şey değişir hiçbir şey yok olmaz. 

Isırgan otu, tarih boyunca çoğu zaman bir elyaf kaynağı olarak kullanılmıştır. Gemiciler ısırgandan yapılmış yelken bezlerini kullanarak ısırganın yüksek dayanımı sayesinde açık denizlerde başarılı keşifler yapmışlardır. Ayrıca 1. Dünya Savaşı ve 2. Dünya Savaşı dönemlerinde özellikle Alman askerlerinin üniformalarında ısırgan elyafı kullanıldı. 

Dünyada ısırgan tekstili İskandinavya, Almanya, Fransa, Rusya, Polonya ve İngiltere’de kullanıldı. Isırgan 1860’lı yıllara kadar güçlü ve dayanıklı kumaş üretimi için kullanılmış daha sonra sentetik ucuz kumaşların gelişimi ile ısırgandan kumaş üretimi azalmıştır. I. ve II. Dünya Savaşı zamanlarında Almanya’nın pamuğa ulaşımının kısıtlı olması sebebi ile ısırgan Almanya için tekrar stratejik önem kazanmış. Bu elyafı işlemek amacıyla tesisler kurulmuştur.   

Tekstil sektöründeki uygulamalar Finlandiya’da müzelerde bulunan gövde liflerinden imal edilen kumaşlar üzerine yapılan çalışmalarda ısırgan lifinden elde edilmiş kumaşlara rastlandığı ifade edilmiştir.   

Dayanıklı tekstil ve kompozit uygulamaları altmışlı yıllarda İngiltere’de ipek işleyen firma yetkilileri ısırgan lifini “yapay ipek” olarak tanımlamışlardır. Isırgan otu lifinin, neredeyse tamamen selülozdan oluştuğu için normalde kullanılan odun hamurundan daha üstün olduğu ifade edilmiştir.   

Dışı yakıcı, içi şifa dolu ısırgan otu 

Isırgan otu türleri oldukça besleyici olup sindirilmeleri de kolaydır. Yaprakları başta olmak üzere bitkinin toprak üstü kısımları demir, C ve A vitamini, esansiyel aminoasitler, askorbik asit, çeşitli mineral elementler ve esansiyel sabit yağ asitleri bakımından oldukça zengindir.  Besleme değerinin yüksek olması, ısırgan otu yaprakları bünyesindeki flavanoidler, klorofiller ve karetonoidler ile onların indirgenme ürünleri, vitaminler, proteinler, mineral maddeler, organik asitler, yağ ve diğer komponentler yönünden zengin içeriğinden kaynaklanmaktadır. Özellikle demir, vitamin ve klorofil içeriği yüksek olmasından dolayı kansızlığa karşı kullanımı tavsiye edilmektedir.   

Karotin, sekretin, mineral tuzlar, reçine, acetylcholin, histamin, enzimler, vitamin A ve vitamin C bakımından zengin olan ısırgan sebum kontrolü sağlar, sıkılaştırıcı, kepek önleyici özelliğe sahiptir. Kan dolaşımını ve saç köklerindeki mikro sirkülâsyonu artırır. Saç dökülmesini engeller. Parlak ve canlı saç oluşumunu destekleyicidir. Defne ile birlikte kullanıldığında ısırgan ekstraktı saçı ve saç derisini besler. Yoğunluk ve hacim kazandırır. Saçı korur ve renginin matlaşmasını engeller.  

Isırgan otu fenolik bileşikler, terpenoidler, flavonoidler, steroller, yağ asitleri, alkaloidler ve lignanlar gibi antiviral, antimikrobiyal, antihelmintik (parazit giderici) ve antikanser özelliklere sahip, farmakolojik olarak aktif fitokimyasallar içerir.   

Diüretik etkisi nedeniyle; zayıflama çaylarının, idrar yollarını yıkamaya ve romatizmal ödemlerin boşaltılmasına yönelik çayların ve bitkisel ilaçların bileşimine girmektedir.    

Eskiden büyük miktar ısırgan otu kurutulur ve kış aylarında yemek ve ilaç olarak kullanılmak amacıyla. Isırgan ile birçok geleneksel yemek de hazırlanır. Ki ayrıca ısırgan etli yemekleri de çok güzel süsler.  

romatizma hastalarına ısırgan yaprakları iyi gelir. Isırgandan hazırlanan yemeklerin yeşil rengi ise depresyon hastalıklarında tedavi olarak kullanılır. Bu yakıcı bitkiden hazırlanan kürler ise kalbe, şeker hastalığına ve aşırı kilolarla mücadelede çok faydalıdır. Ayrıca bahar yorgunluğu sırasında ısırgan bire birdir.   


Ege mutfağında önemli bir yeri olan, yoğurtlu ısırgan otu salatası hazırlanır. Bazı kültürlerde tıpkı ıspanaklı börek gibi ısırgan otlu börek pişirilir. Ispanağa benzeyen yaprakları, zeytinyağlı yeni lezzetler elde etmek için mükemmeldir. 


Halk arasında “Gukuk kuşu öttü mü, ısırgan yeşerdi mi – demek ki bahar gelmiş” sözü çok yaygın.  



TARCIN:  "Cinnamomum“

Tarçının bilimsel adındaki cins adı olan "Cinnamomum", Grekçe de "tatlı odun" anlamına gelir.Yunancadaki "kinnamomon" sözcüğünden geliyor.

Türkçedeki tarçın sözü «Çin ağacı» anlamına gelen Farsça dārçïn (دارچين) kelimesinden alıntıdır. Farsçadaki uzatımlı diğer bir form olan  dārçïnï (دارچينى) kelimesinden de Arapçaya dārşïnï (دارشينى), Tibetçeye dal çinibiçiminde geçmiştir.


egemen-baharat-tarihce






İnsanlık tarihinin en eski baharatlarından biridir. M.Ö. 3000 Çinlilertarafından kullanılıyordu. Avrupa'da 16.'dan 18.yy'a kadar en değerli ve pahalı baharatlarından biri sayılıyordu. Ünlü tüccar Anton Fugger 1530'da İmparator V. Karl'ın borç senetlerini onun gözleri önünde tarçın baharat çubuklarından oluşan bir ateşle yakmış, böylece kendi zenginliğini kanıtlamıştır. 

Çin tarçınından yapılan baharatın tarihi çok daha eskiye uzanıyor. MÖ 3000'lerden beri Çinlilerin gündelik yaşamında var. Antik Çağ’da, İpek Yolu boyunca ticareti yapılırmış. 16.'dan 18.yy'a kadar Avrupa'nın en değerli ve pahalı baharatlarından biri olmuş. Dioscorides ve Yaşlı Plinius'un metinlerinde de geçiyor.

MS tahminen 46-120 yıllarında yaşamış, Antik Yunan tarihçi, biyografi ve deneme yazarı Mestrius Plutarchus, Antik Mısır'ın son kraliçesi Kleopatra'nın mezarına altın, gümüş, zümrüt ve incilerin yanı sıra kraliyet hazinelerinin en değerlisi olarak tarçın kabuklarının da konduğunu yazmış. Antik Çağ’da tarçın pahalı bir madde, tütsü ve afrodizyak olarak ve bugün hala olduğu gibi her türlü rahatsızlığa ilaç olarak kullanılıyordu. Antik Mısırlıların ölüleri mumyalamak için kullandığı malzemelerden biridir tarçın ayrıca.  

Arap tüccarlar eski Yunan ve Romalılara tarçın temin etmişlerdir ama kesinlikle kaynağını söylememişlerdir. Bununla da kalmayıp tarçın toplamanın çok tehlikeli bir iş olduğu üzerine rivayetler uydurmuşlardır. Ancak 15. yy. Arap yazarları sırrı açığa vurmuşlar ve 16. yy.da Portekizliler, ardından da 17. yy.da Hollandalılar bu tekele son vermişlerdir.  

İbni Sina'nın bahsettiği, Hindistancevizi ve Meksike vanilyası..

Orta Çağ’da ticaretin  bir parçası olarak İstanbul ve Venedik tüccarları aracılığıyla Avrupa'ya ithal ediliyormuş. On beşinci yüzyılın sonlarında, deniz yollarını keşfeden Portekizli maceracılar, tarçının kaynağının Sri Lanka'da olduğunu keşfederler. 

1771 ve 1801 yılları arasında Madrid Kraliyet Botanik Bahçesi Müdürü Casimiro Gómez Ortega ve 1783'te New Granada'ya Kraliyet Botanik Seferi'ni başlatan İspanyol botanikçi José Celestino Mutis gibi insanlar için önemli bir hedef olmuş. Gómez Ortega, 1779 yılında dünyanın dört bir yanındaki doğa bilimcilerini -özellikle tarçın ağacı odak noktasına koyan-, İspanyol imparatorluğunun yararına bitki bilgisine katkıda bulunmaya davet eden bir talimat yayınlamış.

geleneksel Çin tıbbında mide bulantısı, sindirim sorunları, soğuk algınlığı ve ateş, ishal gibi çeşitli hastalıkların tedavisinde kullanılmaya devam ediyor.


Osmanlı'dır ki hükmettiği geniş topraklardan vücuduna aldığı gıdalar kimliğine de yansımıştır;  o günün ateşbaz aşçıları büyük din adamları gibi değer bulmuştur.

Osmanlı’da tarçının yeri yazılı kaynaklardan derlenmiştir ve sonuç olarak: kırmızı etlerden, balıklara; çorbalardan pilavlara; şerbetlerden, tatlılara kadar birçok grupta yer alarak, bu esanslı kabuğun Osmanlı halkının yaşamına tat kattığı, olmazsa olmazlardan olduğu belirtilmiştir.  

- 14 ve 15. yy.larda Ahmed Bican Efendi’nin Dürr-i Meknûn adlı eserinde şifalı bitkiler dökümünde; İbn-i Şerîf’in Yâdigâr, Şerafettin Sabuncuoğlu’nun Mücerreb-name adlı eserlerinde tıbbî kullanım alanında ve sarayın satın alma listelerinde rastlanmaktadır. Tarçınlı koyun başının sevilen yemekler arasında olduğu bilinmektedir. 15. yy.da karabiber kadar yaygın kullanılmayan tarçın zamanla bu baharatla yer değiştirmiştir.
 
- 16. yy.da Derviş Nidaî Mehmed Efendi’nin Menafiü’n-nas adlı eserinde32, yine aynı yüzyılda (1594-1595) III. Mehmed’in şehzadelik döneminde Manisa sarayı mutfağı alım kayıtlarında, helva yapımında ve ziyafetlerde tarçın bulunmaktadır. 

- 17. yy.da pahalı olan tarçın, zencefil ve safran gibi baharatın makul miktarlarda kullanılması, Bu dönemde padişahlara yapılan tavuk çorbasında, Salih Bin Nasrullah’ın Gayetülbeyan Fi tedbiri Bedenil İnsan adlı tıbbi eserinde ve Evliya Çelebi seyahatnamesinde tarçın geçmektedir. 
 
- 18. yy.da baharat o kadar değerli ve önemli görülmekteydi ki Avrupalı elçilere hediye olarak esmeramber, kırmız, sakız, kakule, karanfil, tarçın ve safran hediye olarak verilmekteydi. Osmanlı mutfağında, yemeklerde uzun dönem karabiber kullanılması ardından, 18. yy.da, neredeyse safran kadar pahalı olan tarçının yumuşak lezzeti ağırlık kazanmıştı. Öyle ki tarçın sadece tatlılarda değil et yemeklerinde de kullanılıyordu. Dönemin saray-ı amire kayıtlarında46, Ömer Şifaî’in El-Cevherü'l-Ferid fî Tıbbi'l-Cedîd adlı eserinde ve yemek tariflerinde tarçın bulunmaktadır.   

- Tarçın, sarayda sevilen ve tüketilen bir baharat olmasının yanında Osmanlı halkı da kullanıyordu ki 19. yy.daki Ramazan mânilerinde49 de aşağıdaki gibi yer alıyordu: “...Hind’den gelir cümle bahar Tarçın karanfil ne ki var. “...Kimyonî ile tarçîni Gümüşîye var pesendim…“
 
Yunan Kıralı aşçısının batı Türkiye izlenimleriyle yazdığı ve 1837’de yayımladığı Doğu’da Tatlıcılık adlı eserde, III. Napolyon’un İstanbul’da misafir kaldığı sürece kullanılan malzemeler arasında ve diğer yemek kitaplarında tarçına rastlanmaktadır. 
 
Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim’in eşi Hafsa Sultan’ın Manisa’da hastalanması üzerine Merkez Efendi’nin tedavi amacıyla hazırladığı mesir macununun ve Osmanlı’da yapılan diğer macunların; akide şekeri gibi şekerlerin içeriğinde de tarçın bulunmaktaydı. 

Tatlılara, özellikle de sütlü tatlılara çeşni olarak katılır. Kahveçikolata ve meyve soslarında, içeceklerde de yaygın olarak kullanılır.Mutfakta Kullanılışı Kuzu eti, tas kebabı, çeşitli soslar, sütlü ve pirinçli tatlılar, çikolatalı kekler, tartlar, punç, sıcak şarap, çay vb.


Prof. Dr. Turhan, “Tarçın, tarçın ağacının iç kabuğundan yapılan bir baharat. Antioksidan yönünden zengin tarçın, tip-2 diyabete ve obeziteye faydalı. Kan şekeri kontrolü ve kalp hastalığı için bazı risk faktörlerinin azaltılması gibi sağlık yararlarıyla bağlantılı. Tarçın kabuğu halk arasında; gaz, karın ve kabız ağrılarını giderici olarak da kullanılır. Ayrıca toz tarçının iştah açıcı etkisi de biliniyor. Tarçın, az veya orta miktarlarda yenmesi halinde, güvenli ve sağlıklı bir baharat” dedi.


KiSNIS:   

MÖ 7000’lere kadar gidiyor… o döneme ilişkin kazılarda kişniş tanecikleri bulunmuş… Mısır’da, firavun Tutankhamun’un mezarına koyulan yiyecekler arasındaymış… Yani, Akdeniz mutfağında da var. Antik dünyanın ünlü hekimi Hipokrat’ın heybesinde de rastlıyoruz kişnişe… Romalılar etleri muhafaza etmek için kişnişten faydalanmışlar… Ortaçağ’da afrodizyak olarak da kullanılmış.

Binbir Gece Masalları’nda da karşımıza çıkıyor… Antiseptik özelliği taşıdığı söyleniyor.    

Kişniş, Divân-ı Lügati’t Türk’te yuvarlak, yuvarlanan şeylere verilen “yumgak tene” adı ile geçiyor. 14 ve 15. yüzyıllarda sarayın satın alma listesinde kişnişin olduğu, Fatih Sultan Mehmet’in balık yanına soğan ve kişniş karışımından olan bir garnitür hazırlattığı biliniyor.

Dhania dal adı verilen kavrulmuş kişniş tohumları atıştırmalık olarak yenir. Kişniş, Coca-Cola'nın gizli formülünde orijinal bileşenlerden biri olarak listelenmiştir .

meyvelerinin kurutulması ya da öğütülmesiyle elde edilir. Ayrıca bitkinin taze yaprakları salatalarda ve kökleri de baharat olarak kullanılır. Ferahlatıcı hoş bir kokusu, tatlımsı baharlı ve meyvemsi bir lezzeti vardır. Et yemeklerinde ve zeytinyağlı dolmalara çeşni katmak için kullanılan yaprakları, yakıcı bir tat verir. Köfte baharının ana maddesidir.

etli dolmalar, Çerkez tavuğu, mercimek yemekleri, İzmir köftesi, enginar, patlıcan, kereviz, av etleri, kuru fasulye ve balık çorbaları. Ayrıca soğanlı, mayonezli veya sosisli yemek tariflerinde kişnişten bolca yararlanılır, çay olarak da tüketilir.


Turp (Raphanus sativus L.Brassicaceae familyasından sebzedir.

Turpun isim kökeni olan Raphanus sativus kelimesi "Kokan Soğan" anlamına gelmektedir.

      Macarca torna „Turp“ bir Türk dilinden alintidir.


Turp Helenistik ve Roma dönemlerinde iyi bilinen bir bitki.

Mozaiklerin milattan sonra 1. veya 2. yüzyıl Roma dönemine ait. o dönem insanlarının yaşamıyla ilgili bilgiler veriyor. Mozaiğin birinde bir turp ile kucağında keklik ve elinde üzüm olan bir insan figürü yer alıyor. 

Yrd. Doç. Dr. Bayram Yurt: turpun ihtiva ettiği vitamin ve mineral madde açısından önemli bir sebze olduğuna dikkat çekerek, bu sebzenin sürekli tüketilmesi gerektiğini söyledi.  

Turp çeşitlerinin vücuda fayda sağladığını ve özellikle kırımızı turpun bağışıklık sistemini güçlendirir. "Turpta bulunan besin öğeleri doğal hastalık önleyici dediğimiz antioksidan etkilerinden dolayı koruyucu hekimlik açısından son derece önemli bir yere sahiptir. Turpun halk hekimliğinde çok geniş bir uygulama alanı mevcuttur. Turpta doğal olarak bulunan pigment ve bazı bileşikler vücudumuzun hastalıklara karşı mukavemetini artırarak vücudun bağışıklık sistemine yardımcı olmaktadır"

"Her bir gıda maddesinin mevsiminde tüketilmesi çok önemlidir. 

Her mevsim soframızda yer alabilecek olan turp, yaz, kış ve sonbahar turpu olarak tam bir şifa kaynağıdır. Hastalıklara dayanıklılık ve enerjik olmak, daha kolay kilo kontrolü ve cilt sağlığı açısından turpun tüketilmesi gerekmektedir. Turpta fazla miktarda bulunan mineral maddelerden potasyum, kalp kası dahil kasların düzgün çalışmasına yardımcı olmaktadır. Potasyumca zengin sodyumca fakir gıdalar sağlık açısından önem kazanmıştır. Özellikle fazla sodyum ile yüksek kan basıncı arasında bir bağıntı mevcuttur. Turp, glisemik indeksi düşük kan şekerini yavaş yükselten ve yüksek posalı olduğu için şeker hastalarının çok rahatlıkla tüketebileceği bir sebzedir. Lif içeriği yüksek olduğu için kan kolesterolünü azaltıcı, kalın bağırsak kanseri başta olmak üzere, kansere karşı koruma sağlayıcı etkilere sahiptir.   

Halk arasında sıkça kullanılan “Turp gibi” deyimi, sağlıklı ve güçlü kişileri işaret ediyor. 


Turp ye turp gibi ol

Siyah turp ve bal

Balgamlı öksürüğe karşı hazırlanan siyah turp ve bal karışımının sağlık açısından da birçok faydası bulunur. Orta boy siyah turpta 3-4 delik açıldıktan sonra bal eklenir ve bal bu deliklerden süzdürülür. Bal tamamen süzüldükten sonra balgamlı öksürüğe karşı bu karışımı kullanabilirsiniz. 


 Kumran'da Bulunan Baharatlar

Qetoret (Kutsal Tütsü) Vendyl Jones, 1992 kazılarda bulunan tapınak tütsü örneklerini inceler. Sütun Mağarası Kuzey girişinde kazı ekipleri tarafından 1992 yılı baharının sonlarında Tahminen 600 lbs. "kırmızımsı toprak"ın neye benzediğini araştırmış, bu maddenin tarçın olduğu tespit edilmiştir.

Dr Marvin Antelman Wiezmann Enstitüsü tarafından yapılan ön analizde gerçekten organik olduğunu ortaya çıkardı. "Yoğunluğu sudan daha hafif malzeme kırmızı toprak ya da kırmızı mineraller kategori dışında olduğunu gösterir ...... aynı zamanda yüksek oranda kül tipik bitki kaynağına işaret eder." ...

Son zamanlarda, Dr. Terry Hutter, daha ayrıntılı bir analiz yaptı ve ifade etmiştir. "Kırmızı-kahverengi baharat örnek dokuz farklı ve benzersiz bitkilerden oluşur.Bitkilerin polen ve organik maseral türleri ile dikkatleri üzerine çekiyor." Dr Hutter listelenen bu: Üç tür tarçın, safran Balsam, sakız, Galbanum'dan, Cassia, buhur. Tütsü miktarı da önemli. Bir yıl için hazırlanan günlük tapınağı hizmet miktarına karşılık gelir. Tevrat sadece Qetoret(Kutsal Tütsü) dört madde listeler.

...

Talmud ve Siddur listelenen on bir Qetoret (Tütsü) Baharatları:

On bir ana baharat hazırlamak için kullanılan diğer maddeler: 9 kabin Karshina-fiğ sodalı su, 3 se'in Kıbrıs kapari şarap ya da yaşlı, beyaz şarap, 1 / 4 ve 3 kabin (21 litre) (9 litre Kaplan göre) Sodom kab (1 su bardağı) tuz-nitrat maaleh ashan ("duman üreten bitki" - nitrik asit içeren muhtemelen leptadenia pyrotechnica) yanı sıra küçük miktarda ve Ürdün kehribarı (muhtemelen cyclomen).



O, gökten su indirendir. Biz, her türlü bitkiyi o suyla yetiştiririz. O bitkiden bir filiz, filizden de üst üste dizili dâneler, başaklar çıkarırız. Hurma ağacının tomurcuklarından yere doğru sarkan salkımlar, üzüm bağları, zeytin ve nar bahçeleri çıkarırız. Bunların hepsinin hem birbirine çok benzeyen yönleri, hem de birbirinden çok farklı özellikleri vardır. Her birinin meyvesine bir ilk ortaya çıktığı, bir de olgunlaştığı zaman bakın. Gözünüzün önünde cereyan eden bu işlerde, iman eden bir toplum için elbette nice dersler ve ibretler vardır. ~ En'âm / 99. 


O Güzel Kokuları, O Güzel Develere Yükleyip Getirdiler: Tütsü Yolu

3-tutsu-yolu
O zamanlar sadece Arap Yarımadası (bugünkü Yemen ve Umman)’nın güney ucunda bulunan mür ve buhuru Kudüs’e kadar taşımak için kullanılan güzergah. Hem mür hem de buhur, Güneş’te kurutularak koku olarak kullanılabilen ağaç özleridir. Bu ağaç özleri; tütsü olarak yakılır, parfüm olarak ve ölülerin bedenlerini mumyalama esnasında, defin işlemlerinde geleneksel olarak kullanılırdı. MÖ. 1000 civarlarında develerin evcilleştirilebilmesi sayesinde Araplar, önemli bir bağlantı merkezi olan Akdeniz bölgesine bu değerli tütsüleri taşımaya başladılar. Mür ve buhur, Mısırlılar, Yunanlılar ve Romalılar için gerçekten önemli bir meta haline geldi. Örneğin; Roma İmparatoru Nero’nun sevgilisinin cenazesinde yakılan buhurların bütün bir yılın hasadı olduğu belirtilmiş. Bu karayolu ticareti öylesine gelişmişti ki, bir yıl içinde Roma’ya üç bin ton mür ve buhur getirilebiliyordu. Romalı tarihçi Büyük Plinius açgözlü yerleşimciler yüksek vergiler isteyerek, belirlenmiş asıl yolun dışından kervanları yürütmeye zorluyor olsa da bu yolun 62 günde tamamlanabildiğini yazıyor. MS. ilk yy’dan itibaren tekne tasarımlarının gelişmesiyle birlikte deniz yolları daha çok tercih edilmiş ve eski karayolu gereksiz hale gelmiş.


❗️“Edelweiss, Alp Dağları’nın yüksek kesimlerinde yetişen beyaz bir çiçektir. 1907’de Avusturya imparatoru Franz Joseph tarafından dağcı birliklerinin sembolü haline gelmiştir.  

https://youtu.be/yj5IqDx4Z9U?si=aEUwu02Cnkk2_g0X   


⚠️Berry Punch, böğürtlen ve çilek gibi orman meyvelerinin doğal aromalar ile harmanlanmasıyla elde edilir.
Muhteşem aromasıyla Berry Punch hem sıcak hem de soğuk ve buzlu olarak içilebilir.
Bu harman, “fruit punch” olarak da anılır. 

İçindekiler: Böğürtlen, çilek, gül yaprağı, hibiskus, portakal kurusu
Hazırlama önerileri: 85 °C – 100 °C sıcaklıktaki 250 ml suya 1 çay kaşığı eklenerek 6-8 dakika demlenmesi önerilir. Aynı çay 2 defa demlenebilir.
Net: 50 gr
Servis sayısı: Ortalama 35 fincan‼️



Bingöl’de yetişen ve yenilebilir bazı yabani bitkiler:  Anadolu Adları (Bingöl’e özgü adları)

  1. Arap otu, Ekinebesi, Karamık, Karamuk, Karanfil (Mastiyerık)
  2. Körmen, Sir, Yabani sarımsak, Yabani soğan (Sir, Sirmo)
  3. Dana soğanı, İt soğanı, Kuzukulağı (Tırşık, Tırşok)
  4. Dağ körmeni, Dağ sarımsağı, Karga sarımsağı, Körmen (Sirek, Kahar)
  5. Sirken, Horozibiği otu (Selmı)
  6. Sığırdili, Yılandili (Gelzun)
  7. Melek otu (Helerg)
  8. Yılan burçağı, Yılan pancarı (Kardı)
  9. Kuşkonmaz (Melcı, Melacu)
  10. Çobançantası, Kuşekmeği, Kuşkuş (Pencek)
  11. Aksirken, Akkaz ayağı, Yabani ıspanak (Leğendur)
  12. Çiriş, Dağ pırasası, Gülük, Sarı çiriş, Gulik (Çiriş, Yeling)
  13. Eşek dikeni, kenger (Guetık)
  14. Çakşır, Çaşır, Köfte otu, Sarı çaşır, Cağ otu (Heliz)
  15. Govalak, Govalat, Işgın, Revam, Revas, Rimbez, Şingi, Uçkun (Işkın, Rıbês)
  16. Labada (Tırşık Bayır)
  17. Kuzukulağı, Evelek (Tırşık)
  18. Yemlik (Marşıng)
  19. Acırga, Eşek turpu, Hardal otu, Ispata, Turp otu, Mamanik, Giyle (Vaş Terew)
  20. Cızgan, Dalağan, Dalan, Isırgan Otu (Gerzınık, Geznık)
  21. Su teresi (Kıje, Tuzik)
  22. Çiğdem (Henek, Pivok)
  23. Yarpuz (Pune, Pung)
  24. Dağ kekiği (Unıx) 25. Zahter, Cahtiri (Zature)
  25. Ekinebesi, Yumurta otu (Mastêrık, Dolma)
  26. Semizotu (Perpar, Pırpır)


                                            XXXXXXX



Natur erleben und Kräuter kennenlernen


Über mich



Mein Name ist Annette Luhmann und als Heilpflanzenpädagogin freue ich mich darauf, Sie in die spannende Welt der Wildkräuter mitzunehmen. Bei Kräuterwanderungen in Hannover und Umgebung erfahren Sie, wo Sie spezielle Wildkräuter finden können. In verschiedenen Workshops eignen Sie sich Wissen über Heilpflanzen an.


Ausbildung zur Heilpflanzenpädagogin


Nach einem abwechslungsreichen Berufsleben habe ich 2015 mit der Heilpflanzen-Ausbildung begonnen.

Meine Ausbildung startete an der Sebastian-Kneipp-Akademie in Bad Wörishofen. Dort wurde ich zur Kursleiterin für Heilfplanzenkunde ausgebildetet. Es folgte 2016 und 2017 eine Ausbildung an der PhytAro Heilpflanzenschule in Dortmund zur Dipl. Kräuterfachfrau.

Daran schloss sich 2019 bis Mai 2020 die Ausbildung zur Heilpflanzenpädagogin (staatlich zertifiziert nach WBFöG M-V) an der PhytAro Heilpflanzenschule in Dortmund an.KONTAKT KONTAK


5- Edirnekapı’da günlük yaşam (Gouffier)

Edirnekapı’da günlük yaşam (Gouffier)


Yeni çağlardan itibaren, Avrupa harita ve kitaplarında bu yarımadaya "Turquie d'Europe" veya "Empire ottoman d'Europe" denildiği görülüyor ki, sonradan Türkçe neşriyatta, bu adlara muadil olmak üzere, "Avrupa-i Osmânî" ve "Rumeli-i Şâhâne" tabirleri kullanılmıştır.

Rumlar; Anadolu'nun yerli halkı ile Yunanların, Yunan dili ve kültürü lehine karışması ile ortaya çıkmışlardır. 

Rum Kırımı ve Mübadele sonucu Hristiyan Rumlar ve Türkler Yunanistan'a giderken Müslüman Rumlar ve Rumlarla uzun süre yaşamış olan Lazlar yoğun oldukları bölge Trabzonve Rize'de yaşamaya devam etmiştirler. Müslüman Pontus Rumlarının bir kısmı hala Trabzon ve Rize'de dillerini konuşmaktadırlar. 

"Yunan olmak" ve "Rumluk" aynı şey değildir. Günümüzde Anadolu topraklarında yaşayan Rum kökenli aileler Trabzon'un Of bölgesinde yoğunlaşmıştır. En çok bilinen Yazıcı, Beyazıtlar, Melesler, Altukalar, (Altıokka) ve Çelikler'in soyları San. Papandreu ve Rodos Rahiplerine dayanır.

Tarihte Doğu Roma İmparatorluğu'nu oluşturan 6. yüzyıla kadar Latince konuşan ve 6. yüzyıldansonra Yunanca konuşan kimselere Müslüman ülkelerde Rum denirdi. 

Selçuklu Anadolu'suna 9. ve 10. yüzyıllardan başlayarak verilen isim olup harfiyen Rûmların beldeleri/memleketi demektir. Aynı anlamda Diyâr-ı Rûm    

Rûm Arapların Romalılara verdiği isimdir. 

Rum sözcüğü Helen kökenli Rumları kapsamaktadır. Diyar-ı Rum'da (Anadolu'da) yaşayan ve farklı dinlere ve etnik gruplara mensup olan kimseler için de "Rumî Eski Türkiye TürkçesindeAnadolu'ya Diyar-ı-Rum yani “Roma ülkesi” denirdi. 

Türkler Anadolu'ya geldikten sonra da bu ismi kullanmışlardır. Öyle ki kendilerine Anadolulu anlamında Rum ya da Rumi (örneğin Mevlana Celaleddin-i Rumi) dedikleri olmuştur. Tarihçilerin Anadolu Selçukluları dediği devletin o zamanki asıl ismi de Rum Selçukluları'dır.

Bilâd er-Rûm tabirinin daha dar anlamda Anadolu’yu kastettiği de genel olarak kabul edilmiştir. Türkiye Selçukluları zamanında Anadolu'ya hakim olan Türklerden bahsederken ‘Konya Rum sultanlığı’, ‘Rum sultanı’ gibi isimlerin yanı sıra, Mevlana Celaleddin RûmîEşrefoğlu Rûmî gibi tarihi simâların taşıdıkları adlar Türklerin bu isim zarfında, Akdeniz dünyasına dahil edilmiş olduklarını gösterir. İdrisî (12. yy), İbn-i Hurdazbih (9-10. yy), İbn Havkal (10. yy), Istahrî(10. yy) gibi kimi Müslüman coğrafyacıların eserlerinde, haritalarında Bahr er-Rûm tabiri ile Akdeniz’in aynı zamanda bir Rûm/Roma denizi olduğu kabul edilmekte, ancak aynı denizin Bahr eş-Şâm tabiriyle de zikredilmesi, bu denizin Müslümanlarca da sahiplenildiğini göstermektedir.

Suriyeli Arap coğrafyacı Yâkût el-Hamavî el Rûmî tarafından 1224-1228 yıllarında yazılan Mucemü’l-Büldân adlı ansiklopedik kitapta İslam coğrafyacılarındaki yedi iklim (الأقاليم السبعة) anlayışına bağlı olarak 5. İklim bölgesi için er-Rûm terimi kullanılır ve "Mısır körfezi, Mağrib, Bahrü’l-Ahdar (yeşil deniz), Türk Yecüc, Irak, Nusaybin, Endülüs arasında" olarak tanımlanır. Yâkût'un bu kitabında Bilâdu’r-Rûm’a dair iki önemli madde bulunmaktadır. Biri “er-Rûm” maddesi; diğeri ise “Rûmiye” maddesidir. Rûm tabiri ile, öncelikle bir halk kastedilir (“Bilâd er-Rûm denen çok büyük bir ülkede yaşayan bir kavimdir”)

 9. yy Farslıcoğrafyacı İbn-i Hurdazbih'in Arapça kaleme aldığı Kitabü’l-Mesâlik ve’l-Memâlik adlı coğrafya kitabından Rumların dârülmülkleri (payitaht/başkent) Rûmiye (Roma) idi, orada on dokuz kral hüküm sürdü, iki kral Amûriye’de konaklamıştır. Amûriye, Haliç’in altındadır, Kostantîniyye ile Amuriye arası altmış mildir. Bu iki kraldan sonra iki kral daha Rûmiye’de kaldı. Sonra Büyük Kostantin Rûmiye’de hüküm sürdü, sonra Bizentiye’ye intikal etti, oraya bir sur yaptırarak Kostantîniyye adını verdi. 
   

İbn Batûta Anadolu'yu işaret ederek “Ahîler, Bilâd-ı Rum’da sâkin Türkmen akvâmının her vilâyet, belde ve karyesinde mevcuttur” demiştir.     

Yeni̇ Cami̇ ve İstanbul Li̇manı, Jean-Bapti̇ste Hi̇lai̇r [Hi̇lai̇re], 1789, K&amp;amp;amp;amp;acirc;ğıt &amp;amp;amp;amp;uuml;zerine suluboya, 40,5 x 57,5 cm.

Yeni Cami ve İstanbul Limanı, Jean-Baptiste Hilair [Hilaire], 1789, Kâğıt üzerine suluboya, 


O zamanki adıyla Rum ülkesinin yüreğinde, Konya’da aşkla sema duran Mevlâna’nın bir hikmet bahçesi olan Mesnevi’sindeki ibret dolu öyküler. 
 "Hikmet Bahçesi" veya "Gül Bahçesi" gibi benzetmelerle de anılan Mesnevî, içinde bulunan derin anlamlar ve öğütler nedeniyle bir bilgi ve güzellik hazinesi olarak görülür; bu hikmetler, okuyucuya sunulan güller gibidir.

İlim, gönle geçerse dost olur, bedene kul olursa yük olur.

Hali̇&amp;amp;amp;amp;ccedil;&amp;amp;amp;amp;rsquo;te Gezi̇nti̇, Tri̇stam (Tri̇stram) James Elli̇s, 1888, Karton &amp;amp;amp;amp;uuml;zerine suluboya ve tempera, 39,5 x 72 cm.
Haliç’te Gezinti, Tristam (Tristram) James Ellis, 1888, Karton üzerine suluboya ve tempera, 

Şehrin buğday arzında da süreklilik göze çarpmaktadır. İstanbul’un buğdayı büyük oranda Karadeniz yoluyla taşınmaktaydı. Osmanlılar, kentte kıtlığı engellemeye yönelik ucuz ekmek sağlama siyasetini güttüler. Kontrollü fiyatlarla payitahta getirtilen buğday öğütülüp resmî kotalarla fırıncılara dağıtılır ve resmî fiyatla halka arz edilirdi. Payitahtın senelik buğday ihtiyacı 150.000 tonu bulmaktaydı.

Eflak ve Boğdan’dan koyun, buğday, bal ve tereyağı; Mısır’dan buğday, bakliyat, kahve, pamuk ve baharat; Kırım’dan sadeyağ, tuz ve köle; Kıbrıs’tan şeker; Suriye ve Girit’ten zeytin, zeytinyağı ve sabun; İzmir’den kuru üzüm, kuru incir, badem, balmumu, narenciye şehir halkının tüketimine büyük kapanlar, kapalı çarşılar ve ticaret hanları aracılığıyla sunulmaktaydı. 

Osmanlı öncesinin ahîlik ve fütüvvet teşkilatına dayalı olan bu şehirli örgütlenme biçimi getirdiği mesleki eğitim ve ahlak standartlarıyla üyelerine bir kentlilik bilinci verirdi. Bilindiği gibi ahilîk sadece bir meslek örgütlenmesi olmayıp bireyin nefs terbiyesini de amaç edinirdi. Meslek örgütleri olan loncalara üyelik sadece mesleki liyakat ile olmaz ama belirli görgü kurallarının ve edebin içselleştirilmesi ile olurdu. Bu kurallar silsilesi kentte beraber yaşama kültürü veya modern tabiriyle sivil kültürün arka planını verir. Sofra adabından, çarşı-pazar adabına, hasta ziyaretinden misafirliğe varıncaya dek uygun düşen ve düşmeyen davranışlar ahîlik ve tarikatlar aracılığıyla toplumun geneli tarafından bilinirdi. 

Payitaht, tüm sakinleri için dünyanın adaletine sığındığı sultanın, yani “padişah-ı âlem-penâhın makarr-ı saltanatı” idi; barındırdığı 72.5 millet için bir mutluluk eşiği yani “südde-i saadet” idi; Akdeniz’in batısından dinî taassup nedeniyle İstanbul’a göçen Yahudiler ve Müslümanlar bu gururu şüphesiz beslemekteydiler. İstanbul’un çok renkli yaşamı kent sakinlerinin içselleştirdiği ve övündüğü bir gerçekti. XVI. ve XVII. asırlarda Osmanlı memleketlerinde Yeni Dünya’da olandan daha fazla Fransız ve İngiliz göçmen vardı.

9- Sultanahmet Meydanı’nda günlük hayat ve maiyeti ile birlikte şehrin asayişinden sorumlu subaşı (sağda) (Melling)

 Sultanahmet Meydanı’nda günlük hayat


R. A. Nicholson'un Mesnevî tercüme ve şerhi üzerine

Hayatını Rumî araştırmalarına adamış bir İngiliz müsteşrik olan Reynold Alleyne Nicholson (1868-1945), akademisyenlerin bulunduğu bir aileden gelen, Batı dünyası için önemli bir isimdir. Nicholson'un en önemli eseri, kendi tercümesi ve şerhiyle birlikte yaptığı Mesnevî neşridir. Nicholson, ortaçağ ve modern döneme ait farklı yazmalardan yararlanarak, 25. 000'den fazla beyitin neşrini yapmıştır. Onun çalışması, Farsça metni akademik gözle inceleyen ve özellikle Rumî'nin teozofi anlayışı üzerine odaklanan, metni yoğun notlar ve yorumlarla zenginleştiren mükemmel bir neşir ve tam bir tercümedir. Nicholson'un notları erken dönem Sufî doktrinlerine ve şiirlerine atıflar ihtiva etmekte, Rumî'nin remizlerini anlamaya yardımcı olmak üzere hususi arkaplan bilgisi vermektedir. Bu çalışmada, bir yandan Nicholson'u ve çalışmasını Türk okuyucularına tanıtmayı, bir yandan birtakım örneklerden hareketle yer yer eleştirilerde bulunmayı hedefliyorum. 

⚠️Klasik Batı dilleri alanında üstün başarı gösterdi. 1890’da kolejin klasik etütler sınavlarında birinci oldu. Daha sonra Arapça ve Farsça zengin kitap koleksiyonuna sahip olan dedesi John Nicholson’un etkisiyle Doğu dillerine ilgi duymaya başladı. Bu ilgi, İran edebiyatı uzmanı Edward G. Browne ile tanışmasının ardından daha da arttı. Browne’un yanı sıra Trinity College’da çalışan Edward Fitzgerald ile Saint John College’da görev yapan E. Henry Palmer’den de etkilendi. Bu dönemde Leiden ve Strasburg’a gidip Michael Jan de Goeje ve Theodor Nöldeke ile tanıştı.

Nicholson tasavvufu uzmanlık alanı seçen ilk İngiliz şarkiyatçısıdır. Gençlik yıllarından itibaren tasavvufa ve tasavvuf tarihine derin bir ilgi duyan Nicholson’un bu sahada telif eserleri yanında tercüme ve neşir türü çok sayıda çalışması bulunmaktadır. Onun en önemli eseri Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin Mes̱nevî’sinin tahkikli neşri ve İngilizce’ye tercümesidir. Tasavvufun ilk Arapça klasiği olarak kabul edilen el-Lümaʿı, yine tasavvufa dair ilk Farsça eser olan Keşfü’l-maḥcûb’u yayımlamış, Muhyiddin İbnü’l-Arabî ve İbnü’l-Fârız üzerine yaptığı çalışmalarla dikkatleri tasavvufî Arap şiiri üzerine çekmiş, Muhammed İkbal’i de Batı’ya o tanıtmıştır. Arthur John Arberry gibi etrafında yer alan genç şarkiyatçıları malzeme, fikir ve metot açısından desteklemiştir.

islamansiklopedisi.org.tr/nicholson-reynold-alleyne

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hallo 🙋🏼‍♀️