Bal ile alakalı olarak Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor: “Rabbin, bal arısına, ‘Dağlarda, ağaçlarda ve hazırlanmış kovanlarda yuva yap, sonra her çeşit bitkiden ye; sonra da -bal yapman için- Rabbinin gösterdiği yollardan boyun eğerek yürü’ diye öğretti. Onun karınlarından renkleri çeşit çeşit bir içecek çıkar ki, onda insanlar için şifa vardır. Düşünen bir millet için bunda ibretler vardır” (Nahl, 69).
Peygamberimiz (A.S.) da balın şifa olduğunu şöyle açıklamaktadır: “Üç şeyde şifa vardır. Bal şerbeti içmekte, kan aldırmakta ve dağlama yaptırmakta, fakat ben dağlamayı sevmem” (Müslim, Hadis 71).
Bir başka hadislerinde de; “Şifa iki şeydedir. Biri Kur’an okumakta, diğeri ise bal şerbeti içmekte” buyurmuştur (İbni Mâce, Hadis 3457).
Yine bal şerbeti ile alakalı olarak şunları ifade etmiştir: “Bal şerbetinden daha üstün bir ilaç bulunmaz” (C. Sağır 2/125).
“Bal şerbeti gönlümdeki üzüntüyü, sıkıntıyı giderir ve gözümün görme duygusunu da kuvvetlendirir” (E. Nuaym vr. 131b).
Böbrek sancısı ile alakalı olarak da bal şerbetini tavsiye etmiştir: “Böbrek sancısı, böbrekteki sinirdendir. Hareket ettiği zaman sahibini hasta eder. Bu hastalığı ılık su ve bal şerbeti ile tedavi ediniz” (C. Sağır, 2/10).
Bir baş hadislerinde; “Doğum yapan kadınlar için yaş hurma, hasta kimseler için ise, bal gibi şifa yoktur” buyurmuştur (K. Ummal, 10/28279).
Yine bir defasında: “Sizlere sinameki ve sennût’u (tereyağı, bal, hurma ve kimyon) tavsiye ederim. Zira bunlar, sâm’dan başka birçok derde devadır” buyurunca, ashap: “Sâm nedir? Ya Resulallah!” diye sormuşlar. O da: “Ölümdür” diye cevap vermiştir (İbni Mâce, tıp Hadis 3457).
Bal şerbetinin ishali kesmesi ile alâkalı bir vakıa. Bir kimse Peygamber A.S. gelerek, kardeşinin ishale yakalandığını söylüyor. Peygamber A.S. da “Bal şerbeti içir” buyuruyor. Adam sonra gelip”Kardeşime bal şerbeti içirdim, fakat bu onun ishalini arttırdı” demiştir. Peygamber A.S. üç defa tekrarlanan bu soruya “Bal şerbeti içir” buyurmuştur. Adam dördüncü defa geldiğinde Peygamber A.S. yine “Bal şerbeti içir” buyurdu. Adam:” Gerçekten hastaya bal şerbeti içirdim, fakat bu ondaki ishali arttırmaktan başka bir şey yapmadı” dedi. Bunun üzerine Peygamber A.S. “Allah doğru söyler, fakat senin kardeşinin karnı yalancıdır” buyurdu. Adam tekrar bal şerbeti içirdi ve hasta iyileşti (Müslim selâm Hadis 91).
Bal ile gargara yapılırsa, boğaz şişlikleri, boğmaca, bademcik ve boğaz iltihaplarına faydalıdır (Şerhu’l Erbain s.49).
Müzmin kabızlıklara, vücudu zayıf olanlara, midesinde hazımsızlık bulunanlara ve zehirlenmelere karşı bal şerbeti fevkalâde faydalıdır (Aselün- Nahl s.149-150,157-158, 168-176).
Balın terkibinde bulunan maddeler ( Karabulut, A. Tbbı-ı Nebevi, 1993):
Su: %18 Meyve şekeri : %40 Üzüm şekeri : %34 Kamış şekeri, arpa şekeri ve diğer şekerler : %0.4 Proteinler: %0.3 Madeni tuzlar: %0.2 Diğer maddeler : %7.1
Yukarıda sayılan özellikleri sebebiyle bal, halk tababetinde çok eski devirlerden beri tedavi edici veya tatlandırıcı olarak geniş oranda kullanılan önemli bir drogdur ( Üçer, 1981; Üçer, 1983).
Müshil, midevi, besleyici ve kuvvet verici etkilere sahiptir. Mikrop üremesini önleyici ve yara iyi edici özellikleri de vardır.
Bitki droglarının tatlandırılması için karışımlara % 15 oranında bal konur (Ülker, 1964; Baytop, 1984).
BAL
Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadislerde şifalı olduğu belirtilen gıda maddesi.
⚠️Bal Kur’ân-ı Kerîm’de cenneti tasvir eden bir âyette asel adıyla geçmekte ve orada süzme baldan ırmaklar bulunduğu ifade edilmektedir (bk. Muhammed 47/15).
Balın arı tarafından nasıl yapıldığı ise Nahl (arı) sûresinde (68. âyet)
“Rabbin bal arısına bal yapmayı şöyle öğretti: Dağlarda, ağaçlarda, insanların çardak kurdukları yerlerde kendine kovanlar yap. Sonra her bir meyveden ye. Bunları rabbinin sana kolaylaştırdığı hücrelere koy. Bu hücrelerin içlerinden türlü renkte ve insanlar için şifalı nefis bir içecek çıkar.
Hz. Peygamber’in tatlıyı ve balı çok sevdiği, kendisine bal hediye edildiği zaman onu ashabı arasında kaşık kaşık bölüştürdüğü nakledilmektedir (İbn Mâce, “Ṭıb”, 7).
Hz. Âişe’yi kıskandırmış ve diğer zevcelerinden bir kısmıyla birlikte Hz. Peygamber’e ağzının koktuğunu, içtiği bal şerbetindeki megāfir denilen fena kokulu bir ağaç zamkının buna meydan verebileceğini söylemişler, o da bir daha bal şerbeti içmemeye yemin etmişti. Bunun üzerine âyet-i kerîme nâzil olarak Allah’ın helâl kıldığı bir şeyi kendine haram etmemesi hatırlatılmıştı (bk. et-Tahrîm 66/1).
Hz. Peygamber balın tedavide kullanılmasını tavsiye etmiş, “Şifa veren iki şeye devam ediniz: Bala ve Kur’an’a” buyurmuştur (İbn Mâce, “Ṭıb”, 7).
Bal:Kur’ân-ı Kerîm’le birlikte zikredilmesi, birinin cismanî, diğerinin ruhanî tedavideki yerine işaret etmek için olmalıdır.
Bir sahâbî Hz. Peygamber’e gelerek kardeşinin sindirim bozukluğundan rahatsız olduğunu söyler. O da hastaya bal şerbeti içirmelerini tavsiye eder. Sahâbî iki defa daha gelerek rahatsızlığın geçmediğini haber verir. Bunun üzerine Hz. Peygamber, “Allah sözünde doğrudur; fakat kardeşinin midesi yalancıdır” diyerek tedaviye devam etmelerini ister. Nihayet hasta iyileşir. Resûl-i Ekrem’in, “Allah sözünde doğrudur” derken balda insanlar için birçok şifa bulunduğuna işaret eden âyeti kastettiği anlaşılmaktadır. Ancak hadisin bu cümlesini yorumlayan bazı âlimler, bununla söz konusu hastanın bal yiyerek iyileşeceğinin Hz. Peygamber’e vahiy yoluyla bildirildiği sonucuna varmışlardır (bk. Âlûsî, XIV, 186).
Bal çok eski devirlerden beri Yunanlılar’da, Mısırlılar’da, Asurlular’da hekimler tarafından kuvvetlendirici, tedavi edici ve tatlandırıcı olarak kullanılmıştır.
Sindirim bozukluğuna iyi geldiği, besleyici ve kuvvet verici etkileri yanında bakterileri öldürdüğü, mikropların üremesini önlediği ve bazı yaraları iyileştirdiği bilinmektedir.
Nitekim Hipokrat balın kesiklere, çıbanlara, apselere ve yanıklara iyi geldiğini söylemiştir. İbn Sînâ da yarayı balla tedavi etmiş, hem kendisi hem de İbnü’n-Nefîs şifalı bitkileri veya arpayı balla karıştırıp ezerek mesâne tümörü tedavisinde kullanmışlardır.
Karadeniz bölgesinin doğu taraflarında elde edilen Anzer balının yanık yaralarında merhem olarak çok iyi sonuç verdiği görülmüştür.
Bicorp’taki Cuevas de la Araha’da bal toplayan adam çizimi
araştırmacılar genellikle ilkel arıların çoğunun Colletidae ailesinden geldiğine inanıyorlardı ki bu durumda arıların Güney Amerika veya Avustralya’dan geldiğini işaret etmekteydi. Bununla birlikte, 2006 yılında Dr. B. Danforth’un Science dergisinde yayınladığı bir makale de, arıların evrim ağacının en eski dallarının Melittidae familyasından kaynaklandığı sonucuna varmıştır. Bu iddia doğruysa arıların Afrika kökenli olduğu anlamına gelmektedir. Ayrıca arıların varlığı neredeyse çiçekli bitkilerle aynı döneme tarihlendiğinden evrim sürecini açıklamak için kullanılmışlardır.
Tarih Öncesinde Bal
Arkeologlar antik mezarlara gömülü, derin deniz dalgıçları ise terk edilmiş gemi enkazlarının ambarlarında çeşitli tarihi yiyecek ve içeceği keşfettğinde çoğu kez bunlar arasında bal ve balmumunun varlığına da rastlanmıştır. Mısır Firavunu Tutankhamun’un mezarında bulunan 3350 yıllık bal keşfi, genellikle dünyanın bilinen en eski balı olarak kabul ediliyor. Bununla birlikte, 2003 yılında Gürcistan’da Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattının inşası sırasında, Tiflis’e yakınlarında soylu bir kadının mezarında, 5500 yıllık bal içeren seramik bir kavanoz koleksiyonu keşfedildi.
Şimdiye kadar keşfedilen en eski arı, 100 milyon yıl öncesine ait Myanmar’ın kuzeyindeki bir madende kehribara gömülü halde bulunmuştur. Bununla birlikte yaklaşık 10.000 yıl önce insanlar, bal arılarının bir kovanın varlığını sürdürmek için gerekenden çok daha fazla bal ürettiğini ve balın arı kovanlarından güvenle hasat edilebileceğini keşfettiklerinde arıcılık mesleği ortaya çıkmıştır. İspanya’nın Valensiya yakınlarındaki Bicorp’taki Cuevas de la Araha’da bulunan ve MÖ 6000 yılına tarihlenen bir kaya resminde bir ip üzerinde sallanan ve bir uçurumun yüzeyinde vahşi bir arı kolonisini soyan bir çift bal arayıcısı tasvir edilmektedir. Tasvirdeki figürler, sepetler veya su kabakları taşırken ve kovana ulaşmak için bir ip veya ip merdiven kullanmaktaydı. Yabani arı kolonilerinden bal hasadı var olan en eski insan faaliyetlerinden birisi olup, günümüzde bile Afrika, Asya, Avustralya ve Güney Amerika’nın bazı bölgelerinde yerli topluluklar tarafından uygulanmaktadır.
Arana Mağarası’ndaki (İspanya) bal toplayan insan resmi (MÖ 6000'ler)
Gün ağarır ağarmaz, dışarıya ağaçtan yapılmış büyük bir sofra çıkardı
İsa’dan önce altıncı yüzyılda yazılmış ve Çin teolojisinde önemli yeri olan Shi Jing İlahiler Kitabı’nda baldan bahsedilmektedir.
Antik Çin tıbbına göre bal, beş temel elementten biri olan toprağın temel parçalarından biridir ve insan vücudunun karın ve dalak bölgesine etki etmektedir.
Mitolojide Bal
Homeros‘un İlyada ve Odysseia‘sında Olympus tanrılarının bal (nektar) ve bal şarabı (ambrosia) ile yaşadıklarından bahsedilir. Yunanca “nektar” kelimesi “ölüme karşı zafer” ambrosia ise “ölümsüzlük” anlamına gelmekteydi. Yunan güzellik tanrıçası Afrodit, güzellik maskeleri için bal ve balmumu kullanıyordu. Balarısı anlamındaki Melissa ise Yunan mitolojisinde balın kullanımını keşfedip, öğreten ve adını arıların kendisinden aldığına inanılan bir periydi.
Antik Dünyada Bal
Sümer ve Babil çivi yazılarında, Hitit kanunlarında, Hindistan’ın kutsal yazılarında, Vedalarda ve Mısır’ın eski yazılarında baldan söz edilir. Sümer, Asur ve Babil’de kapı eşiklerinin ve hatıra adaklarının bulunduğu taşların ve kutsal binalarda kullanılacak olan sürgülerin üzerine üzerine bal dökülmekteydi.
Din kitaplarında bal ile ilgili birçok referans bulunmakta olup, Eski Ahit’in ‘Çıkış’ kitabında Vaat Edilmiş Topraklar “süt ve bal akan topraklar” (33:3) olarak tanımlanmıştır. Bununla birlikte metinde geçen İbranice devaş kelimesinin aslında bal değil hurmanın suyundan üretilen tatlı şurubunu ifade ettiği iddiası da ileri sürülmüştür. Ayrıca Tanrı’nın Yakup’u kayadan bal ile beslediği ve Vaftizci Yahya çekirgeleri yabani bal ile yedi söylenmiştir. Hakimler Kitabında ise Samson bir aslanın leşinde bir arı ve bal sürüsü bulunmuştur (14:8). Matta incilinde 3:4’te, Vaftizci Yahya‘nın, çekirge ve yabani baldan oluşan bir diyetle vahşi doğada uzun bir süre yaşadığı söylenir.
Eski Mısır’da Bal
MÖ 3100 gibi eski bir tarihte yaşamış bir firavunun lakabı “balarısı”ydı.
Eski Mısır'ın sembolleri: Balarısı ve su kamışı .Nisu Piramidi (MÖ 2500 civarı)
Mısırlı bal üreticileri mevsimlik çiçekli bitkilere yakın olmak için Nil Nehri boyunca arı kovanlarını sallar üzerinde taşımaktaydı. Mumya yapılırken lahitler kovanlardan toplanan balmumu ile mühürlenmekte, dolu bal küpleri tipik olarak ölümden sonraki yaşamda yiyecek olarak ölülere sunulmaktaydı. Hatta bazı mumyalar vücudun daha iyi korunması için bal içinde mumyalanmıştı. Balın son derece yüksek şeker içeriğinin tıpkı tuz gibi davranarak bakterilerden su emerek mikropların ölmesine sebep olduğu bilinmektedir. Mısır cenaze törenlerinde ölenlerin üzerine bal sürülerek ciltlerinin tanrıların altın rengi cildi gibi görünmesini sağlamaktaydı.
Pabasa mezarındaki duvar resimlerinde Eski Mısır’da arıcılık (MÖ 7. yüzyıl)
Antik Mısır ve Bal
Mısır medeniyetinde de bal önemli bir besindi. Birçok duvar yazısında bal resmedilmiştir ve döneme ait çeşitli kalıntılarda bal tarif edilmiş, anlatılmıştı. İsa’da önce 1550 yılında yazılmış Eber’e ait bir papirüste bal içeren tam 147 adet reçete bulunmaktadır. Diğer medeniyetlerde olduğu gibi Mısır medeniyetinde de bal; tatlandırıcı özelliğinin yanı sıra tıbbi amaçlarla da kullanılmıştır.
Eski Yunan’da Bal
Büyük İskender‘in MÖ 323’te ölümünden sonra ardılları onu halka açık bir şekilde sergilemek istediği için bal dolu altın bir lahit içine daldırmakla kalmamış, Babil’den Makedonya’ya 1.800 milden fazla bir mesafe taşınırken cesedinin bu süreyi bozulmadan geçirebilmesi için bal içerisinde tutulmaya devam etmiştir.
Doktorlar balı çeşitli hastalıklar ve rahatsızlıklar için bir tedavi yöntemi olarak kullanmışlardı. Pisagor balı uzun ve sağlıklı bir yaşamı garanti etmek için bir çeşit iksir olarak görmekteydi.
Arıların saldırısına uğrayan adamların resmedildiği Eski Yunan vazosu (MÖ 550)
Antik Yunan ve Bal
Arı, antik Yunan mitolojisine göre tanrı Artemis’in sembolüydü. Arının Artemis’i sembolize eden çizimi o dönem kullanılan madeni paraların üzerine de basılıyordu. Antik Yunan filozoflarından Aristoteles balın yapısını kitaplarında açıklamıştı. Yaşamı boyunca birçok ülkeyi fetheden Büyük İskender ise ölümünden sonra bal ile dolu bir tabutun içinde mumyalanmıştı.
Samoslular susam ve balla, Atinalılar ise balla pastalar yapıyordu. Pastalarını hem tanrılara sunar hem de günlük hayatta tüketirlerdi. Herodot tarihinde, Afrika’nın kuzey batısındaki toplulukların arıcılık ve bal ticareti yaptığını da söylüyor.
Çorum yakınlarındaki Boyalı Höyük’te 2004 yılında yapılan kazılar, Hititlerdeki arıcılığın arkeolojik izlerini de ortaya koydu. Höyükte bulunan toprak kaplar içindeki karışım incelendi. İnceleme sonucunda, karışımın bal ve çörek otundan oluştuğu anlaşıldı.
Antik Roma ve Bal
Antik Roma döneminde yaşayan birçok yazar balı ve balın nasıl yapıldığını yazdıkları eserlerde anlatılmıştı.Öyle ki bal, para değişimlerinde altının yerine geçebiliyordu. Yani bal, altın kadar değerliydi. Epicus isimli bir “Romalı gurme”, yarısından çoğu ballı yemek tarifleri içeren bir seri yemek tarifleri kitabı yazmıştı.
Hindistan’da Bal
Hindistan’da bal sağlıklı bir gıda olarak övülürken terapötik kullanım.
dini ve felsefi görüşlerin kaynağı olan Hindu dinlerinde bal kutsal sayılmış ve kutsal kitaplarda ismi zikredilmiştir. Bilinen ilk kutsal kitaplardan biri olan Rig-Veda’daki ilahilerden biri de bal ile ilgilidir.
Orta Çağda Bal
14. yüzyıla kadar Avrupa’da çok az şeker bulunduğundan bal, şekerlemeciler tarafından meyveleri, kuruyemişleri, çeşitli ot ve baharatları karıştırmak için kullanılmaktaydı. Avrupa’da Orta Çağ boyunca bal, tatlandırıcı, ilaç, koruyucu ve bal likörünün temel bileşeni olarak kullanılmıştı. Bal likörü, balı süzmek için petekleri elle ezildikten ve ardından şarabı 1:4 oranında 3 gün boyunca suyla karıştırıldıktan sonra, kaynatılmakta ve keten bezlerden süzülerek elde edilmekteydi. Ayrıca likörün mayalanmasına yardımcı olmak için çeşitli baharatlar da eklenmekteydi.
17. Yüzyılda Avrupalı yerleşimciler Avrupa bal arılarını ilk olarak 1638’de New England’a tanıttılar. Kuzey Amerika yerlileri bu bal arılarına ‘beyaz adamın sinekleri’ adını vermişlerdi.
Erken İslam Ortaçağı’nda Bal ve Balarısı
Abbasiler döneminin ilk yarısında (750-1000) yaşayan bilim adamları tıp eserleri başta olmak üzere yazdıkları eserlerde bala ve balarısına ayrıntılı atıflarda bulunmuş.
Ünlü Bilgin İbni Sinâ (980-1037) tıp ve farmakoloji üzerine yazdığı el-Kânûn fi’t-Tıb isimli eserinde balı, çiçekler ve diğer bitkilerde saklı olan ve arıların topladığı bir tür çiy olarak tanımlar. Ona göre bu çiy yükselen bir buğudur ve geceleri atmosferde dönüşüme uğrayarak hacim kazanır, böylece olgunlaşıp bal olur. İbni Sinâ’ya göre arı, balı yaptığı malzemeyi gizler. Bunun sebebinin arının yaptığı ürün üzerindeki hâkimiyetini koruma güdüsü olabileceğini düşünür. Ayrıca, arının bala kattığı şeylere göre balın besleyiciliği ya da kalitesizliği ortaya çıkar. Örneğin “acı bal” adı verilen bir bal türü vardır. İbni Sinâ iyi balın şekerli, hoş kokulu, hafif kekremsi ve kırmızıya dönük bir renkte olması ve ağdalı yapısı nedeniyle kesintisiz akması gerektiğini söyler. Baharda alınan bal en iyisidir, ardından yaz balı gelir.
Ünlü bir başka İslam bilgini Ebû Reyhân el-Bîrûnî (ö. 1048) ise kıymetli taşlar ve madenler üzerine yazdığı el-Cemâhîr fî Ma’rifeti’l-Cevâhîrisimli eserinde, arının bal yapma sistemine ilişkin Araplar’daki yaygın kanıyı ve kendi bilimsel gözlemlerini aktarır.
Araplar arının çiçeklerin nektarını alıp yiyecek olarak karnına doldurduğunu ve bedeninde üstte ve alttaki delik dışında bir çıkış olmadığını gördü. Bu nedenle onlar balı, arıların karınlarının iki çıkışıyla dışarı çıkan bir gıda biçiminde tasavvur ettiler.
Arı hortum şeklindeki ağzıyla, çiçeğin ortasında, tozdan sürmeye benzer nimeti (polen) toplar. Elleriyle hortumundan alıp bacağına aktarır ve kovana taşır. Ondan bal üreterek, yavrularının beslenmesi, çiçek ve meyvelerin olmadığı durumlarda kendisine azık olması için hücrelere doldurur. Arının taşıdığı yükün onun alt deliğinden çıkan kısmı, dünyanın en kötü kokulu şeyiyken, o kovanın tertemiz kalarak zarar görmesini engeller. Arı güzel kokulara ve hoş tatlara düşkündür.
el-Bîrûnî’ni anılan kitabında, diğer bir bilim adamı Ebû Hanîfe ed-Dineverî’nin (ö.896) şunları söylediğini aktarıyor:
Arı, balın ve yavruların üzerini ince bir balmumu tabakasıyla kapatır ve kapattığı yeri koyu siyah, keskin kokulu, muma benzer bir şeyle sıvar. Bu, darbe ve yaralara karşı etkili bir ilaçtır. Ancak ender bulunur. Farsça’da mumya adı verilir.
Osmanlıda Bal Tüketimi Nasıldır?
Osmanlı döneminde şekerden önce ve şekerin bulunmadığı zamanlarda tatlılarda kullanılan tatlandırıcılar bal ve pekmez olmuştur. Aynı zamanda baldan, tedavi amacıyla kullanılan şerbet ve macunlar da yapılmıştır.Özellikle saray masraf defterlerinde bal tüketimi diğer gıdalar içerisinde hatırı sayılır bir yere sahiptir. Saraya alınan ürünler içerisinde en öne çıkan malzemelerden birinin XVI. ve XVII. yüzyıllarda 10781-15922 kıyye ile bal olduğu bilinmektedir. Bala verilen önemin bir başka göstergesi ise XV-XVII. yüzyıllarda Edirne ve İstanbul’daki Osmanlı padişahlarının yaptırdığı imaretlerin mutfak giderlerine ait masrafların yaklaşık %5’inin bala ait olmasıdır. Bal tüketiminin fazla olmasındaki önemli etkenlerden bazılarının balın sade olarak tüketilmesinin yanında, şerbet yapılarak içilmesi ve birçok yemek ve tatlı türünün yapımında kullanılmasıdır.
Çam balının en önemli özelliği kıvamı bozulmadan veya donmadan yıllarca saklanabilmesidir. Rengi çiçek ballarının ekseriyetinden daha koyudur. Besin değeri biraz daha düşük olmakla birlikte, özellikle boğaz rahatsızlıklarına çok iyi gelir. Çam balı, kristalizasyona dayanıklılığı ve önleyici özelliği ile, tıpta ve gıda sektöründe bir doğal katkı maddesi olarak sahip bir üründür.
*************** *************** **************
Ambrosia:
Ambrosia, Yunan mitolojisine göre kimi zaman Tanrıların yiyeceği, kimi zaman içeceği ve genel olarak "sonsuz hayat" veren balımsı bir madde olarak tasvir edilir.
Homeros'un anlatılarında nektar olarak tasvir edilir ve hoş kokulu olduğu söylenir.
Yahudi dillerindeki MBR ("amber", bal renginde bir tür madde) "ambergris" şeklinde türetildiğini iddia eder. Avrupa'da, bal rengindeki amber, doğal olmamakla beraber bu madde kullanılarak yapılan giysiler Neolitik zamanlardan 7. yüzyıla kadar giyilmişti.
W. H. Roscher bunun bir tür bal olduğunu ve "cinsel gücü arttırma" gibi etkileri olduğuna inanıldığını ileri sürer.
Bunların aksine modern araştırmacılardan Danny Staples, Amborsia'nın Amanita muscaria adında bir mantar olduğunu iddia etmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hallo 🙋🏼♀️