
Tâlût, Şaul: MÖ 1047 ile MÖ 1007 yılları arasında İsrail Krallığı'nın ilk kralıydı.
Kur’an’ın ifadesine göre İsrâiloğulları’nın ileri gelenleri Hz. Mûsâ’dan sonra gelen bir peygamberden Allah yolunda savaşmaları için kendilerine bir kral tayin etmesini isterler. Bu peygamber onlara Allah’ın kral olarak Tâlût’u seçtiğini haber verir.
Bakara Suresi, 247. ayet: Onlara peygamberleri dedi ki: "Allah size Talut'u (melik olarak) gönderdi."
Talut ordusuyla beraber yola koyulunca demişti ki: “Şüphesiz Allah sizi bir nehirle imtihan edecektir. Kim ondan içerse benden değildir. Bir avuç içenler dışında, kim de o nehirden tatmazsa şüphesiz ki o bendendir.”
Tâlût, Ahd-i Atîk’te Şaul (Saul) ismiyle anılır. Tefsirlerde Tâlût isminin İbrânîce kökenli olduğu, “uzun” mânasındaki “tûl”den geldiği, Süryânîce’de Şâ’ul şeklinde telaffuz edildiği, çok bilgili ve iri yapılı olmasından dolayı kendisine bu ismin verildiği biçiminde yorumlar vardır (Taberî, Câmiʿu’l-beyân, II, 602; Zemahşerî, I, 288).
Âyette geçen “ilim ve bedence genişlik” ifadesi Tâlût’un özellikle askerî konularda çok bilgili, aynı zamanda heybetli ve yakışıklı olduğu şeklinde yorumlanmıştır. Fahreddin er-Râzî’ye göre bu ifadede liderliğin tevarüse değil liyakate bağlı olduğuna işaret vardır (Mefâtîḥu’l-ġayb, VI, 173).
Bakara Suresi, 250. ayet: Onlar, Calut ve ordusuna karşı meydana (savaşa) çıktıklarında …
Bakara Suresi - 251 Davud, Calut'u öldürdü ve Allah, kendisine hükümdarlık ve hikmet (peygamberlik) verdi ve ona dilediği şeylerden de öğretti. Eğer Allah'ın, insanları birbirleriyle savması olmasaydı, yeryüzü mutlaka bozulur giderdi.
♻️
Golyat ya da Calut, M.Ö 11. Yüzyılda yaşadığı rivayet edilen, Kuran’da ve Eski Ahit’te ismi geçen savaşçı bir dev.
M.Ö. 11. yüzyılın sonlarında kurulan İsrailoğulları devletinin ilk kral ve komutanı Talut’tan sonra devletin başına geçen Hz. Davut, Kudüs’ü alarak burayı başkent yapmış ve Mescid-i Aksa’nın temelini atmıştır. Hz. Davut’tan (a.s.) sonra hükümdar olan oğlu Hz. Süleyman (a.s.) Mescid-i Aksa’nın yarım kalan inşaatını tamamlamıştır.
Kudüs, M.Ö. 63 yılında Roma imparatorluğunun hâkimiyetine geçmiştir. Roma imparatoru Konstantin 310 yılında Hristiyan olup 313’de Milano fermanı ile devletin dinini Hristiyan yapmış, 335 yılında da Kudüs’te Kıyame kilisesini yaptırmıştır.
Mûsâ ve Hârûn ailelerinden kalan eşyanın bulunduğu tabutun (ahid sandığı) geri verileceğini ve tabutu meleklerin taşıyacağını bildirir (el-Bakara 2/246-248).
Süleyman Mabedi’ nden Mescid-i Aksa’ ya
İsrail Krallığının en ihtişamlı dönemlerinden biri olan Süleyman dönemi her zaman tarihçileri çok meşgul etmiş bir konudur.
Süleyman Babası Davut’un en önemli vasiyetini saltanatı sırasında yerine getirir. Musa’ya Sina Dağı’nda inen 10 emirin üstünde olduğu iki taş levhayı muhafaza eden Kutsal Ahit sandığının içinde yer aldığı seyyar Çadır Tapınak yerine milattan önce 950-947 yılları arasında Yahudilerin Kutsal Ev dediği ünlü Süleyman Mabedini yaptırır.
Çeşitli yazılı kaynaklara göre asıl tapınak batı bölümdeydi, tapınağın doğu tarafında ise bir kadınlar avlusu bulunmaktaydı. Tapınağın içinde bir ön oda ve kutsal emanetlerin bulunduğu ana bir oda bulunmaktaydı. Dış alanda ise kurbanların kesildiği ve kanların akıtıldığı bir sunak vardı. Bina 27 metre uzunluğunda, 9 metre genişliğinde ve yüksekliği 13,5 metredir.
Süleyman mabedi milattan önce 587 yılında Babillilerin Kudüs’ü ele geçirmesi sırasında kral Nebukadnezar’ın emriyle yıkılmıştır. Bu tarihten itibaren Yahudiler için Babil Sürgünü başlamıştır. Bu sürgün Kudüs’ün ele geçmesi, Süleyman mabedi’nin yıkılması ve ileri gelen Yahudi ailelerinin Babil’e esir olarak götürülmesini temsil eder. Bu esaret milattan önce 538’e kadar sürer.
Pers kralı Kiros bölgeyi ele geçirir ve Yahudileri serbest bırakır.
Bölgede başlayan Pers döneminde milattan önce 515 yılında tapınak Darius’un izni ve desteği ile tekrar inşa edilir.
Süleyman mabedi milattan önce 20 yılında Roma tarafından bölgeye atanan Kral Hirodes tarafından büyük bir tadilata alınır. Genişletilir, etrafına koruma duvarları yapılır.
Aslında bugün ağlama duvarı olarak bilinen kısım Kral Hirodes döneminde eklenen surlardan başkası değildir.
Roma İmparatorluğu Neron döneminde Akdeniz’e kıyısı olan bütün topraklara hâkimdi. Bu dönemde yani milattan sonra 66 yılında Roma İmparatorluğuna karşı en büyük ayaklanma İsrail’in bulunduğu bölgede çıkınca Roma ayaklanmayı bastırmak için 30 bin kişilik bir ordu gönderir ama ordu bu bölgede tamamen yok edilecektir. Bunun üzerine acımasızlıklarıyla tanınan General Vespasian ve oğlu Titus bölgedeki sorunu halletmek üzere görevlendirir. Vespasian ve ordusu tüm yol üstündeki yerleşimlerde katliam yapa yapa Kudüs’e doğru ilerlerken Neron öldürülür ve Vespasian İmparator ilan edilir, komutayı oğluna bırakarak geri döner.
Titus Kudüs’ü kuşatır ve şehrin etrafına bir duvar ördürür. Bu duvar sayesinde açlıktan kırılan Kudüs düşünce de tüm şehir ve tapınak 70 yılında yakılıp yıkılır. Yerine bir Jüpiter tapınağı yaptırılır.
Yahudilerin milattan sonra 132-133 yıllarında tekrar isyan etmeleri ve Jüpiter tapınağını yıkmaları üzerine gelen Roma orduları tapınağı tamamen ortadan kaldırırlar. Romalılar Konstantin döneminde yasak biraz daha gevşese de Yahudileri uzun süre tapınak alanından uzak tutarlar ve bu alanı şehrin çöplüğü olarak kullanırlar.
Müslümanlar 622 yılında Hazreti Muhammed’in Burak adında kanatlı kutsal bir hayvan ile Kabe’den alınıp bir gece yolculuğu sonrası Mescid-i Aksa’ya geldiğini, burada İsa, Musa ve Zekeriya peygambere namaz kıldırdıktan sonra Miraç denen göğe Allah’ın yanına onunla aracısız konuşmak için yükseldiğine inanırlar.
Bu olay gerçekleştiğinde Kudüs henüz Müslümanlar tarafından fethedilmemiş ve alanda herhangi bir mescit olmasa da burası olayın gerçekleştiği yer olarak kabul edilir. Bu olaydan sonra Müslümanlar 16 ay boyunca burayı kıble kabul ederek buraya doğru namaz kılmışlardır.
637 yılında uzun bir kuşatma sonrası şehir Hazreti Ömer’e teslim olmayı kabul eder. Müslümanların gelişiyle Kudüs Yahudilere tekrar açılır. Roma döneminde çöplük olarak kullanılan alanı Hazreti Ömer temizletir ve tapınak yıkıntılarının üzerine bir mescit yaptırır. Yaptırdığı mescit, Medine’de peygamberin mescidine benzer tahtadan bir yapı olarak kayıtlara geçer.
Emevi Devletinin kuruluşuyla birlikte 7. Yüzyılın sonlarına doğru Mescid-i Aksa yeniden, bu sefer taştan ve 3 bin kişilik olarak inşa edilir.
715 yılında Emeviler, Hazreti Muhammedin gökyüzüne yükselmeden önce son ayak bastığı yer olarak kabul edilen Muallak taşının üstüne Kubbetü’s-Sahra’yı inşa etmişlerdir.
Bu tarihten sonra depremler bölgeye huzur vermeyecektir. 746 yılındaki deprem Mescid-i Aksa’yı yıkar. 750 yılında Abbasiler tarafından yeniden inşa başlar ama 771’deki deprem bu yeni yapıyı da tamamen yıkar. 785’te yeniden yapılır. 1033’te yeni bir deprem yıkar. 1034 yılında yeniden yapılır.
1099 yılında Kudüs’ü ele geçiren 1. haçlı seferi sonrasında Mescit tamamen yıkılır ve yapılan Saray, Süleyman Mabedi olarak adlandırılır. Alttaki galeriler ahır olarak kullanılır. Burası 1119 yılı itibariyle tapınak şövalyelerinin merkezi durumuna gelecektir.
1187 yılında Kudüs’ü Haçlıların elinden alan Selahaddin Eyyubi mescidi yeniden düzenletmiştir.
Osmanlı İmparatorluğu 1516 yılında Yavuz Sultan Selim ile Memlukların elinden Kudüs’ü almıştır. Artık 1918 yılına kadar Kudüs ve Mescid-i Aksa Osmanlı himayesinde kalacaktır.
Osmanlı döneminde en kapsamlı tadilat ve eklemeler Kanuni Sultan Süleyman’ın döneminde yapılmıştır. Sultan Süleyman 3 kilometre uzunluğunda ve 24 Burç’a sahip 12 metrelik surları 5 senelik bir çalışmayla ördürmüştür. Kubbetü’s-Sahra’nın etrafını çinilerle ördürmüştür.
1969 yılında bir kundaklama sonucu bir bölümü yıkılmış, 1972 yılında yıkılan bölümler Ürdün Kralı’nın maddi desteği ile birçok Türk sanatkâr tarafından yenilenmiştir.
Mescid-i Aksa birçok kez bombalama ve saldırıya hedef olmuştur bunlardan en kanlısı 8 Ekim 1990 yılında 30 kişinin ölüp 800 kişinin yaralandığı saldırıdır.
1994 yılında İsrail ve Ürdün arasında yapılan Barış antlaşması uyarınca Kudüs’te ki din işlerinden ve Mescid-i Aksa Muhafızları Birliği ile Mescid-i Aksa’nın güvenliğinden sorumludur.
Yazar : Serdar Nazım KÖLÜRBAŞI
♻️
İlk Sürgün:Nadiroğullarin sürülmesi=Haşr:2 (Bedir savaşi Nadiroğullari tarafsiz kalma anlaşmasi)
(Uhud savaş’indan sonra) anlaşma bozuldu.!

Eski Ahid’in Ârâmîce metinlerinde Yerûşâlêm şeklinde telaffuz edilmektedir. Grekçe Hierosolyma adı şehrin kutsallığını (hieros = kutsal) yansıtmaktadır. Latince’ye Jerusalem ve Jerosolyma olarak geçmiştir. Kudüs şehrinin Batı dillerindeki adı da Jerusalem’dir.
Kudüs şehrinin İbrânîce adı olan Yeruşalayim (Yeruşalem) iki ayrı kelimeden oluşmaktadır. İlk kısmı teşkil eden yerunun menşei ve mânası tartışmalıdır. Kelimenin “korkmak” anlamındaki yârê veya “görmek” anlamındaki râ’âhtan, hatta “sahip olmak, vâris olmak” mânasındaki yârâştan geldiği ileri sürülmüştür. Ancak “kurmak, tesis etmek” mânasındaki yârâhtan gelmesi daha muhtemeldir. Bu son görüşü benimseyen Saadia Gaon, Ahd-i Atîk’in Arapça tercümesinde İşaya’daki (44/28, 51/17) Yeruşalayim kelimesini “Dârüsselâm”, 40/2’deki Yeruşalayim’i ise “Medînetüsselâm” olarak çevirmiştir (DB, III/2, s. 1318). Kelimenin ikinci kısmını oluşturan şalayimin aslı şalem veya şalimdir. Bu kelimenin “barış” anlamına geldiği ileri sürüldüğü gibi Batı Sâmîleri’nde bir tanrı ismi olan Şulmanu veya Şalim’den geldiği de iddia edilmiştir. Şehrin orijinal adının Iruşalem olması ve “tesis etmek” mânasındaki yârâh fiil kökünden Iru ile milâttan önce II. binyılın ilk yarısında karşılaşılan ve Batı Sâmîleri’nde bir tanrı olan Şulmanu yahut Şalim kelimelerinin birleşmesinden oluşması daha muhtemel görünmektedir. Çivi yazılı metinlerde ur veya uru, İbrânîce’de ‘ir “şehir” demektir. Bu durumda Iruşalem “Şalim’in şehri” anlamına gelmektedir.
Kudüs şehri Moriya (Moriah, II. Tarihler, 3/1), Yebus (Hâkimler, 19/10), Sion, Dâvûd’un şehri (II. Samuel, 5/7, 9; I. Tarihler, 11/5, 7) ve Ariel (İşaya, 29/1) gibi isimlerle de anılır.
Öte yandan buraya şehir, adalet yurdu (Yeremya, 31/23), inananlar şehri, barış şehri, doğruluk şehri (İşaya, 1/26), Allah’ın şehri (‘ir Elohim; Mezmur, 46/4), orduların rabbinin şehri (‘ir Yahveh şebâôt; Mezmur, 48/8), mukaddes şehir (‘ir haqqodeş; Nehemya, 11/18) gibi isimler de verilmiştir (DB, III/2, s. 1319; EJd., IX, 1379). Şehrin Arapça’daki adı olan Kuds’ün bu son isimden geldiği belirtilmektedir.
Kudüs (Arapça: القُدس, el-Kuds) veya Yeruşalim(İbranice: Yeruşaláyimⓘ) Orta Doğu'nun Kenan bölgesinde, Akdeniz ile Lut Gölüarasındaki Yehuda Dağları'ndaki bir plato üzerine kurulmuş eski bir şehirdir.
Kudüs, Kuzeybatı Samilertarafından, Milattan Önce 2600 yılında organize yerleşim alanı olarak kurulmuştur. İlk yerleşim alanları, Ofel Tepesi’ne kurulmuştur.
İslamiyet’te Kudüs, MS 610 yılında ilk kıbleolmuştur ve Kur’an’a göre Muhammed, 10 yıl sonra Miraç’a bu şehirden çıkmıştır. Kudüs, Yahudiler için en kutsal şehirdir çünkü Tevrat'agöre İsrail Kralı Davud, milattan önce Kudüs’ü Birleşik İsrail Krallığı’nın başkenti olarak inşa etti ve oğlu Kral Süleyman, ilk tapınağı şehrin içinde kurdu. Hristiyanlar için Kudüs’ün kutsallığı ise, Yeni Ahit’e göre Nasıralı İsa’nın bu şehirde çarmıha gerilmesinden ve 300 yıl sonra Azize Helena’nın İsa’nın hayatındaki hac noktalarını belirlemesinden gelmektedir.
Mısır Orta Krallığı’na ait düşmanların listelendiği antik yazılarda 'Rušalim' adlı bir şehir ismi geçer ve bu isim evrensel olarak olmasa da genelde Kudüs (Yeruşalayim) olarak bilinir. Kudüs, Abdi-Heba’nın Amarna Mektuplarında 'Urušalimin' olarak geçer. Yeruşalayim, Kitâb-ı Mukaddes’teki Yeşu kitabında ilk ortaya çıkar.
Tuva vadisi :
Kur'an'da iki yerde bahsedilen mukaddes bir vadidir.
Tuva vadisi iki kez kutsallığa mazhar olmuştur; ilki, Allah'ın Musa ile yanan ağaç vasıtasıyla burada konuştuğunda, diğeri ise, Musa'nın Mısır’dan çıktıktan sonra bu vadiye geldiğinde olmuştur.
Naziat,16
Hani, Rabb'i ona kutsal vadi Tuva'da seslenmişti!
Tâhâ,10 = Hani o bir ateş görmüş ve ailesine şöyle demişti: “Siz bekleyin, (şu uzakta) bir ateş bulunduğunu farkettim; belki ondan size bir kor parçası getiririm veya ateşin başında bir kılavuz bulurum.” ~ Tâhâ,12 = şu anda kutsal vadide, Tuvâ’dasın.
Süleyman Mabedi


Üçüncü Tapınak veya Hezekiel Tapınağı(İbranice: Beit ha Mikdaş haşalişi ) Hezekiel kitabında mimari olarak tasvir edilen tapınaktır. Hezekiel burası için, ebedi mabet ve Kudüs'te bulunan Tapınak Tepesi'ndeki İsrail'in Tanrısı'nın kalıcı mekanı demektedir.

Doğudaki karenin ortasında yakılarak tanrıya sunuda bulunulan maddeler için kullanılan sunak vardı. Bu sunağın hemen yanında din adamları tarafından ritüellerde kullanılan bir lavabo vardı. Batı karesinin ortasında ise Ahit Sandığı (İngilizce: Ark of the Covenant) bulunuyordu.
Mişkanın duvarları melek resimleriyle bezeli kumaştan yapılmıştı. İki odası vardı, "kutsal oda" ve "kutsalların kutsalı".

Bilim insanları, “Kudüs” isim tanımlaması esas anlamı (Sümer dilinde “temel” ve Sami dilinde ise “kurmak” veya “temel taşı koymak” anlamında olduğu konusunda tartışmaya devam ediyorlar. Aynı zamanda, Kenanlıların alacakaranlık tanrısı Şalem (Shalem) adından da türetilmiş olabileceği de öne sürülmektedir; bu durumda, adında bulunan S-L-M (Jerusalem) ana ünsüz harfleri aynı zamanda “barış” anlamına gelen İbranice (salam veya shalam) kavramından gelmektedir.

İncillerle ilgili diğer mekânlar şunlardır:
- Zeytin Dağı eteğinde Gethsemane (Hz. İsa’nın ızdırap çektiği yer) olarak bilinen zeytin cenderesi kalıntıları üzerinde Tüm Milletler Kilisesi,
- Zeytin Dağı tepesinde Göğe Yükseliş Kilisesi; Hz.İsa’nın Göğe yükseldiği kabul edilen mekân,
- Hıristiyanların Hz. İsa’nın “Son Akşam Yemeği” mekânı olduğuna inandıkları Üst Oda (Bu oda, Haçlılar döneminde inşa edilen ve alt katında Kral Davud’un mezarının bulunduğu kompleks yapının bir parçası).

Büyük İsyan
Büyük İsyan Birinci Yahudi-Roma Savaşı (MS 66–73), Yahudilertarafından Roma İmparatorluğu'na karşı yapılan üç büyük isyanın ilkidir. Yahudi yerleşim yerlerinin yok edilmesine, halkının yerinden edilmesine, toprağın Roma askeri kullanımı için tahsis edilmesine, Kudüs Tapınağı ve yönetiminin tahrip edilmesine yol açan, milattan sonra gerçekleşen ilk büyük savaştı.
İsyan MS 66 yılında Kudüs'te yaşayan Yunanlar ve Yahudiler arasındaki dinsel gerilim yüzünden çıktı. Çok geçmeden bu rakip gruplar Kudüs'te yaşayan Roma vatandaşlarına da saldırılarda bulunmaya başladılar. Romalılar bu karışıklıklara gayet sert şekilde müdahale edip Yahudi Tapınağı'na saldırıp talan etme ve 6,000 Yahudi'yi idam etme ile karşılık verdiler. Bu da karışıklıkların tam bir Yahudiler ayaklanmasına dönüşmesine neden oldu. Yahudilerin Roma'ya tabi olan Yahudiya Kralı II. Herrodı Agrippa yanında çalışmakta olan Romalı devlet memurları ile Kudüs'ten kaçtı. Yahudiye'de bulunan Romalı garnizon birliklerinin kışla ve komuta merkezleri üzerlerine saldıran Yahudi isyancılar çok geçmeden bu Romalı birliklerini yenip bu kuruluşları ellerine geçirdiler.
Roma'nın Suriye Eyaleti Genel Valisi olan Cestius Gallus bu ayaklanmanın gittikçe kontrol edilmez bir şekil aldığını görerek Suriye'de konuklanmış olan "XII. Lejyon Fulminata " adli Romalı Lejyonu ile yörel yedek askerlerle takviyeli bir Romalı ordusunu ayaklanmayı bastırıp Yahudiye'ye sulh ve sükunu yeniden geri getirmek görevi ile Kudüs ve Yahudiye'ye gönderdi. Bu Suriye Romalı Lejyonu önce ayaklanmaya karşı başarılı askerî harekât yaptı ve Yafa kalesini tekrar eline geçirdi.

Paterna , Victrix , Antiqua , Certa Constans ve Galliena olarak da bilinen Legio XII Fulminata("Yıldırım On İkinci Lejyonu") , Roma İmparatorlukordusunun bir lejyonuydu . İlk olarak MÖ 58'de Julius Caesar tarafından toplanmıştı ve lejyon, MÖ 49'a kadar Galya Savaşları sırasında ona eşlik etti. Birlik, 5. yüzyılın başında hâlâ Meliteneyakınlarından geçen Fırat Nehri'ni koruyordu.
Lejyonun amblemi bir yıldırımdı (bir kalkan fulmeninde ). Daha sonraki yüzyıllarda yaygın olarak fakat yanlış bir şekilde Legio Fulminatrix , yani Gürleyen Lejyon olarak adlandırılmaya başlandı .
Belki daha iyi bilindiği üzere On İkinci Lejyon, Nervianlara karşı savaşta ve muhtemelen Alesia Kuşatması'nda da savaştı . Onikinci , Sezar'ın Pompey'i mağlup ettiği Pharsalus Savaşı'nda (MÖ 48) savaştı. Sezar iç savaşı kazandıktan sonra lejyona Victrix adı verildi.

🎥 The Final (İnquiry)
⚠️Rick Riordan'ın The Son of Neptune adlı kitabında On İkinci Lejyon, Roma'nın yıkılmasından sonra Roma tanrılarının ardından Amerika'ya gitti ve Romalı yarı tanrılar için bir üs olarak Kaliforniya'da Jüpiter Kampı'nı kurdu.
Mikhail Bulgakov'un Usta ve Margarita adlı kitabında Pontius Pilatus , Kayafa ile yaptığı görüşmede Lejyon'dan bahseder . Gelecekteki olası Yahudi isyanını kanlı bir şekilde yatıştırmak için Lejyon'u yardımcı Arap süvarileriyle birlikte kullanmakla tehdit ediyor.‼️
II. Nebukadnezar:
II. Nebukadnezar : Yeni Babilİmparatorluğu'nun (629-539 MÖ) en görkemkli imparatoruydu. Daha çok tanrıya karşı gelen bir kral olarak ortaya konduğu İncil'den Yeremya ve Danyal kitaplarındaki anlatılarla bilinir.
II. Nebukadnezzar؛ Babil krallığına bağlı olan Yahuda devletinin isyan etmesi üzerine Kudüs’ü MÖ 597 yılında ele geçirdi. Kudüs halkının yeniden isyan etmesi üzerine MÖ 586 yılında Kudüs'ü yeniden ele geçiren Nebukadnezar tarafından, şehir ile Süleyman Mabedi de yıktırıldı.
II. Nebukadnezar, Yeni Babil İmparatorluğu'nun sınırlarını Suriye'den Mısır'a dek genişletmiştir. Kudüs'ü ele geçirerek (MÖ 587) Yahudileri bölgeden sürmüştür.
İştar Kapısı da onun döneminde yapılmıştır.

İştar Kapısı, Babil Kralı II. Nebukadnezar tarafından MÖ 575 civarında yaptırılmıştır. Babil şehrinin (bugünkü Irak'ta) sekizinci kapısıydı ve şehrin ana girişiydi.
İştar Kapısı, Mezopotamya'da Yeni Babil İmparatorluğu kralı Nebukadnezar tarafından savaş ve aşk tanrısı İştar (İnanna) adına yaptırılmış kent giriş kapısı. Günümüzde Irak toprakları içinde bulunan Babil şehrinin surları üzerinde ve Tören Yolu denen merkezi caddeye çıkan bölgede yapıldı. Yapı malzemesi olarak tuğlanın tercih edildiği kapı oldukça büyüktü ve hem şehrin hem de krallığın önemli simgelerinden biriydi. MÖ 575'lerde şehrin sekizinci büyük kapısı olarak tasarlanmıştı.
🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀🌀
Falaşalar, Yakup’un oğullarından Dan’ın soyundan gelmekteydi ve işte bu kayıp kabilelerden birine mensuplardı. Kabile, İsrail Krallığı’nın yıkılmasıyla birlikte Habeşistan’a (Bugünkü Etiyopya, Cibuti, Eritre ve Somali) göçmüş ve binlerce yıl boyunca inanç ve geleneklerini koruyarak bugüne gelmişti.
Etiyopya Yahudilerinin isimlendirilmesiyle ilgili türlü kullanımlar mevcut. Vaktizamanında yaşadıkları sürgün tecrübelerinden esinle, yerel Ge’ez dilinde “Sürgün edilen” manasına gelen “Falaşa”, bugün en yaygın bilinen isimleri. Kendilerine “Beta İsraeli”, yani “İsrail’in evi” ismini daha uygun gören siyahî Yahudiler, zaman zaman “Kayla” olarak da anılmışlar.
14 Mayıs 1948’de İsrail’in kuruluşunun ilân edilmesiyle birlikte başlayan tartışmalardan biri de kimlerin vatandaşlığa kabul edileceği hususuydu. Ülkenin ilk başbakanı David Ben Gurion’un imzasıyla hahambaşılara gönderilen mektuplara gelen cevaplar neticesinde hazırlanan “Geri Dönüş Yasası”, dünyanın dört bir yanındaki Yahudilere İsrail’e yerleşme hakkı tanıdı. Hahambaşılara göre Yahudi olmayan Falaşalar ise bu yasadan istifade edemediler.
1973 yılında Sefarad Yahudilerinin hahambaşı Ovedya Yosef’in, Falaşaların Yahudi kabul edilmesi gerektiğini dillendirmesi ve 1977’de düzenlenen genel seçimlerle Menachem Begin’in başbakanlık koltuğuna oturması, aynı dönemler Etiyopya’daki iç savaştan muzdarip Falaşalar için de yeni bir dönemin başlangıcı oldu.
Ülkede bir “kast sistemi” olduğu iddiaları ayyuka çıkmış, ülkenin kurucu kadrosunu oluşturan Aşkenaz (Doğu Avrupa) Yahudileri ile Sefarad (İspanya) ve Mizrahi (Doğu ve Arap coğrafyası) Yahudileri arasındaki gerilim gözle görülür hale gelmişti. Toplumun bu kesimleri arasındaki gerilimi düşürmek için izlenen yol haritasının önemli unsurlarından biri de hiç şüphesiz Etiyopya Yahudileri oldu.
tatil köyü 15 bungalov eviyle hizmet vermeye başladı. Zaman içinde tesise gidip gelenler arasında Mısır ordu yetkilileri, İngiliz SAS komandoları gibi askeri kaynaklı isimler olmasına rağmen, operasyon deşifre olmadı. Temizlik ve mutfak işlerinde de kadın ajanların çalıştırıldığı “Arous Resort” 1984’e kadar varlığını sürdürdü ve yıllar içinde Etiyopya’dan çıkarılan yaklaşık 7 bin Falaşa bu gizli istasyon üzerinden İsrail’e nakledildi.
İsrail, Sudan hükümetiyle anlaşma yoluna gitti ve işin içine CIA ve ABD’nin Hartum Büyükelçiliği de dahil edildi. Devam eden iç savaş sebebiyle binlerce Etiyopyalı, ülkelerini terk ederek Sudan’daki mülteci kamplarına sığınmışlardı. İsrailli yetkililerin gayesi ise farklı inançlara mensup binlerce insan arasından Yahudi olanları seçerek ülkeye getirmekti. Plan, mülteci akını karşısında çaresiz kalan Sudan hükümeti için de oldukça makuldü ve yine gizlice yürütülen görüşmeler neticesinde 21 Kasım 1984’te düğmeye basıldı: Musa Operasyonu.
Mülteci kamplarındaki Etiyopyalılar arasından seçilen Falaşalar, 1985’in ilk günlerine değin devam eden Musa Operasyonu’yla İsrail’e getirildi.

- Yine Süleyman Mabedi ayakta olmadığı için kurban kesmeyen beyaz Yahudilerin aksine bu ibadetlerini yerine getirmeleri, toplumsal yaşantı açısından bir problemdi.


Yahudiliklerini ve İsrail’e bağlılıklarını ispat etmek isteyenleri içinse güvenlik gücü olarak istihdam edilmenin yolu açık.
~ "Eğer doğrulardan iseniz, haydi Tevrat'ı getirip okuyun". ~
XXXXXXXXXXX



Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hallo 🙋🏼♀️