30 Mayıs 2025 Cuma

Hüma,Simurg,feniks = Hüdhüd Kusu



Fenike alfabesi

Fenike alfabesi, tahminen MÖ 1200 yılında ortaya çıkmış, Fenike dilini yazmak için kullanılmıştır. 

Paleo-İbrani alfabesi, doğrudan Fenike yazı sisteminden gelmektedir. Modern Arap alfabesinin kökeni olan Arami alfabesi; Avrupa'da Yunan alfabesi, Yunan alfabesi üzerinden Kiril alfabesi ve Latin alfabesi, Fenike alfabesinden türemiş alfabelerdir. 


Günümüzde kullanılan birçok çağdaş alfabeFenike alfabesinden türemiştir.


🔻Strabon: MÖ 64 - MS 24), Yunan tarihçi, coğrafyacı ve filozoftur. 
Strabon’un coğrafyası tarihsel bir özellik taşımakla birlikte insanın, kavimlerin ve imparatorlukların fizikî dünya ile olan ilişkilerini de belirtir. Bu özelliğiyle Batlamyus’un Geographike Aphegesis adlı coğrafyasından üstündür. İlgili eserin Anadolu coğrafyasını kapsayan 12, 13 ve 14. ciltleri Arkeoloji ve Sanat Yayınları tarafından günümüz Türkçesi ile basılmıştır.

Strabon, Kalkedon'dan bahsederken "denizden biraz içeride, içinde küçük timsahların yaşadığı bir pınar vardı" der. Bu timsahlı pınarın Kadıköy'ün ne tarafında olduğu bilinmemektedir ancak Kurbağalıdere'nin (Kuşdili Deresi) yatağını alüvyonlar doldurmadan önce, bugünkü Uzunçayır civarında bulunması olasıdır. 

Kalkedon, erken dönemlerde bir piskoposluk merkeziydi ve birçok Hristiyan şehit Kalkedon ile ilişkilendirilmiştir:

Kalkedon, erken dönemde bir episkopos makamıolarak önem kazanmış ve birkaç Hristiyan şehit bu kentle ilişkilendirilmiştir:

  • M.S. 4. yüzyıl başlarında bakire Azize Eufemia ve arkadaşları; daha sonra Kalkedon'da inşa edilen edilen bir kilise kendisine adanmıştır.
  • Persli Aziz Sabel ve yoldaşları.

Kent, ayrıca çeşitli kilise konsillerine ev sahipliği yapmıştır. “Kalkedon Konsili” olarak da anılan Dördüncü Ekümenik Konsil, 451 yılında burada toplanmış, İsa’nın insanî ve ilahî doğasını tanımlayarak Oryantal Ortodoksluğu oluşturan kiliselerinin bölünmesine yol açmıştır. Kent, ayrıca çeşitli kilise konsillerine ev sahipliği yapmıştır. “Kalkedon Konsili” olarak da anılan Dördüncü Ekümenik Konsil, 451 yılında burada toplanmış, İsa’nın insanî ve ilahî doğasını tanımlayarak Oryantal Ortodoksluğu oluşturan kiliselerinin bölünmesine yol açmıştır. Kalkedon Rum Ortodoks Metropoliti, İstanbul Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin patriklik sinodunda üst düzey rütbeye sahiptir (günümüzde üçüncü sıradadır). Mevcut metropolit Athanasios Papas’tır. Katedrali Kadıköy'deki Ayia Efimia Rum Ortodoks Kilisesi'dir.Skizma’nın ardından Latin Kilisesi, Kalkedon’u ünvan piskoposluğu olarak korumuş ve başpiskoposluk rütbesi vermiştir. 

Aya ;ortodoks kilisesi; ilk olarak 1694 yılında yapılmış olup tarihi 1830'lu yıllara dayanıyor. hikayeye göre ayia efemia, döneminde pagan tanrılarına tapılmasına uymayıp hıristiyanlığı seçmiş birisiymiş ve bu direnci sebebiyle de 305 yılında işkencelere maruz bırakılıp öldürülmüş.

Aya Triada KilisesiTürkiye'nin İstanbul kentinin Kadıköy ilçesinde bulunan bir Rum Ortodoks kilisesi.1902 tarihlerinde Patrik III. İoakim ve Kadıköy Metropoliti Yermenos tarafından inşa ettirilen kilisenin bahçesinde Metropolit Yermanos gömülüdür. 

Kilisenin kuleleri.

Haçlılar döneminde de Antakya Prensliği'nin kuzeyde en önemli noktasıydı. Birkaç defa el değiştirdikten sonra Tapınak Şövalyeleri'nin eline geçen kale 1268 yılında Baybars tarafından kuşatılarak zaptedildi. 

Tarih öncesi; Fikirtepe höyüğünde bulunan ve Kalkolitik döneme(M.Ö. 5500–3500) tarihlenen kalıntılar, Fenikeliler de bu bölgede aktif olarak ticaret yapmışlardır.Plinius’a göre, Kalkedon ilk olarak muhtemelen yakındaki bir burundan türetilen Procerastis adını taşımış, daha sonra limana atfen Colpusa, nihayetinde ise “körlerin kenti” anlamındaki Caecorum Oppidum isimleriyle anılmıştır. 

⛰Megara kolonisi; 6. yüzyılda Pers generali Megabazos’un, Kalkedon’un kurucularının “kör” olması gerektiğini söylediği rivayet edilmektedir. Strabon ve Plinius ise, Apollon kâhininin MÖ 657’de Bizantion'u kuran Atinalılar ve Megaralılara “körlerin karşısına” şehirlerini inşa etmelerini buyurduğunu, bunun da "Körler Şehri" anlamına gelen Kalkedon’u işaret ettiğini aktarmaktadır.

Buna karşın Kalkedon’da ticaret hızla gelişmiş, kent hem zenginleşmiş hem de çok sayıda tapınak inşa ederek önemli bir merkez haline gelmiştir. Bunların en ünlüsü, bünyesinde bir kahin barındıran Apollon tapınağıdır. “Kalkedonya” adıyla anılan bölge, Anadolu kıyısında günümüzde Yoros Kalesi’nin bulunduğu Zeus UriusTapınağı’na kadar uzanmakla kalmamış, Astakos Körfezi’nin kuzey kıyısını da kapsayacak biçimde genişlemiş olabileceği düşünülmektedir. Bölgedeki önemli yerleşimler arasında Chrysopolis (günümüz Üsküdar) ile Panteicheion (günümüz Pendik) sayılabilir. Strabon ayrıca, Kalkedonya'da “denizden biraz yukarıda” yer alan "Azaritia Çeşmesi’nde küçük timsahların yaşadığını" belirtmektedir.

Kalkedon:antik çağda Anadolu’nun Bitinyabölgesinde deniz kıyısında yer alan bir yerleşimidir. Bizantion’un hemen karşısında, Scutari’nin (günümüz Üsküdar) güneyinde konumlanır ve bugün İstanbul’un Kadıköy ilçesine denk gelmektedir. Kalkedon ismi, kentin tüm sikkelerinde ve Herodot’un TarihKsenofon’un HellenikaArrian’ın Anabasis eserlerinde Calchedon biçiminde geçmektedir. Kız Kulesiharicinde bu antik yerleşime ait Kadıköy'de bir kalıntı bulunmamaktadır.❗️

Aziz Euphemia'nın şehitliğini tasvir eden duvar resmi ( Aziz Euphemia Kilisesi , Rovinj ).

Anadolu'nun Romalılar tarafından istila edildiği yıllarda bazı esir ve kölelerin timsahlara kurban edildiğine göre Strabon'un “Kalkedon’un biraz içerisindeki küçük pınarda timsahlar vardı” cümlesini anlamak pek de zor olmayacaktır.

Strabon aynı zamanda antik dönemde volkanizmanın ilk neden/sonuç ilişkisine dayanan açıklamasını yapan yerbilimcidir.

Eski tarihçilerin söylediklerine de kulak vermek gerekir. Örneğin, “Lydia Tarihi”ni yazmış olan Ksanthos benim daha evvelce bir yerde işaret ettiğim gibi bu ülkenin sık sık karşılaştığı acayip değişiklikleri anlatır. Gerçekten burasını Arimlerin efsanesinin geçtiği ve Typhōn’un acı çektiği yer olarak kabul etmişler ve buraya Katakekaumenē ülkesi demişlerdir. Beş yüz stadion uzunluğu, dört yüz stadion genişliği olan Mysia ve Maionia denen ve Katakekaumenē olarak adlandırılan ülkeye gelinir. Burada hiç ağaç yoktur; sadece kalite olarak ünlü şarapların hiçbirisinden aşağı olmayan Katakekaumenē şarabının elde edildiği bağlar vardır. Toprağın yüzü küllerle kaplıdır, dağlık ve kayalık olan ülke sanki yangından olmuş gibi siyah renktedir. Bazıları, bunun yıldırımlardan ve ateşli yeraltı patlamalarından olduğunu tahmin etmektedir ve bunlar Typhōn’un efsanevi hikâyesinin burada olduğunda tereddüt etmemektedirler. Fakat kaynağı şimdi tükenmiş olan ve yerden fışkıran bir alev nedeniyle olabileceği yerine, bütün bir ülkenin bir seferde böyle bir olayla yanmış olacağını kabul etmek mantıksızdır. Burada birbirlerinden kırk stadion uzaklıkta olan “physas” denen üç çukur görülür. Bunların yukarısında, mantıklı olarak tahmin edildiği takdirde, topraktan fışkıran sıcak külle oluşmuş tepeler uzanır. Bu tür toprak bağcılığa iyi uyum sağlar. Hâlen en iyi ve bol miktarda şarap elde edilen, üzeri küllerle kaplı Katana toprağında olduğu gibi. Bazı yazarlar bunun gibi yerlere bakarak, Dionysos’a (“Phrygenes”) denmesinin iyi bir nedeni olduğu hükmüne varmışlardır.


Nil-Sahra dilleri


Nil-Sahra dillerinin dağılımını gösteren harita.

Nil-Sahra dilleriNubiya da dahil olmak üzere, Chari ve Nil nehirlerinin üst kısımlarında konuşulan bir Afrika dilleri grubudur. Merritt Ruhlen'in 1987 yılındaki hesaplarına göre, Nil-Sahra dilleri kabaca 11 milyon kişi tarafından konuşulmaktadır. Bu dil ailesi kendi içinde aşırı derecede farklılıklar gösterir ve Hint-Avrupa ve hatta Nijer-Kongo dillerine göre bile çok daha fazla olan bu farklılıklar nedeniyle de tartışmalı durumdadır. 

Nil-Sahra dilleri, Joseph Greenberg'in Lionel Bender tarafından üzerinde değişiklik yapılmış ve Ethnologue tarafından benimsenmiş görüşlerine göre (Afrika Dilleri, The Languages of Africa), aşağıdaki dallara sınıflandırılmıştır:

Songhay dilleri ile dikkate değer benzerlikleri olduğu için, genellikle Nijer-Kongo dilleri içinde sınıflandırılan Mande dillerininde Nil-Sahra ailesine eklenmesi önerileri kimi zaman yapılmıştır.

Antik Kuş'un nesli tükenmiş Meroitik dili bazen Nil-Sahra ailesinin muhtemel bir üyesi olarak sayılır. 

Nil-Sahra dilleri ile akrabalığı savunulurken, bazı kaynaklarda dilin Mısırca gibi bir Afro-Asyatik dilolduğu vurgulanmaktadır.

🔻Meroitik dilMeroë ve Sudan'da Meroitik devirde(yaklaşık MÖ 300 - MS 400 yılları arasında) konuşulmuş ve şu anda kullanılmayan bir dildir. Meroitik alfabe ile yazılmıştır.❗️

Meroitik yazı:

Eski Eski Nübyece daha sonraları Yunan uncial alfabesi ile yazıldığında bu alfabeye üç tane Meroitik glif(karakter) de dahil edilmiştir.
 ( Uncial (İngilizce), eski elyazmalarında kullanılan bir majüskül yazı stilidir. 3. ile 8. yüzyıllar arasında Latin ve Yunan dilindeki yazmalarda yaygın olarak kullanılmıştır.)
Meroitik anıtsal ve el yazısı alfabeleri
Kadeye'nin oğlu veya kızı Waleye'nin meroitik cenaze mezar taşı (stele), Sai'den, şu anda British Museum'da.



Ancak, bu dili kuşkuya yer bırakmadan sınıflandırabilmek için hakkında çok az bilgi vardır. Aynısı, görece daha yakın bir zamanda nesli tükenmiş ve Kuliak ve Nil dilleri ile ilişkisi olduğu öne sürülmüş olan Uganda'nın Oropom dili (şayet varolmuşsa) için de söylenebilir.

Nil-Sahra ailesinin dış akrabalıkları üzerine yapılan önermeler genellikle Nijer-Kongo dillerimerkezlidir:

Ancak, çoğu tarihsel dilbilimci böyle teorilere çekince ile yaklaşmaktadır.

1700 Yıl Yaşayan Dev Kuş: SİMURG 

Efsanelerde önemli yer bulan ve kutsal sayılan dağlarla birlikte; tepesinde dervişlerin, devlerin, ötesinde mitolojik varlıkların yaşadığı dağlardan da söz edilir. İçenlere ölümsüzlük veren yaşam suyu Ab-ı Hayat’ın da bulunduğu Kaf Dağı onlardan biridir. Kazvini en sıra dışı kuşun Kaf Dağı’nın tepesinde su kenarındaki bilge ağacının dallarında yaşayan, insan gibi konuşan ve her şeyi bilen Simurg olduğunu belirtir. 
Güneş ve aydan yaratıldığına, kuşların en güzeli olduğuna inanılan Simurg güzellik, bereket, güç gibi kavramların da simgesidir. Uçarken hava kararır, gök gürler. 

Kaf Dağı’nı geçmek isteyenler (Hz. Hamza vb.) onun üzerinde seyahat eder. Tüm bitkilerin tohumlarının üzerinde biriktiği kutsal bir ağaçta (Tuba) yuvası vardır. 300 yaşında yumurtlayan ve 1700 yıl yaşayan dev kuş uçmaya başladığında şifalı tohumlar da yeryüzüne dağılır. 

Simurg'un tüyünü veya kemiğini bulup saklayan, başkalarından sürekli saygı görür. Doğu ve Batı sanatında tasvirlerine sıklıkla rastlanır. Başında tepelikle, uzun boynu, göz kamaştıran rengârenk parlak tüyleriyle ve muhteşem kuyruğuyla genellikle havada gösterilir. 

Farklı kültürlerde farklı isimlerle anılır. Farsça Simurg (otuz kuş), Arapça Anka, Türk mitolojisinde Tuğrul Kuşu veya Zümrüdüanka, Batı dillerinde Phoenix olarak bilinir...

Firdevsi manzum bir dille eski İran krallarının hayatlarını ve kahramanlıklarını yazdığı Şahname’de (990-1001) Elbruz dağında yaşayan Simurg’dan da bahseder. 

Albino olarak doğduğu için babasının dağa terk ettiği kralın oğlu Zal’ı yuvasında yetiştiren kuştur. Zal büyüyünce babası Sam onu geri alır. Zal, çok şey öğrendiği Simurg’un verdiği üç altın tüyü de alarak insanların arasına karışır. Karısı çocuğunu doğuracağı sırada Zal, Simurg’u çağırır. 

Horasan’lı kahraman Rüstem Simurg’un yardımıyla dünyaya gelir. İsfendiyar’ın yaptığı ölümcül yaralardan Rüstem’in ve atının kurtarılması için, Zal Simurg’un tüylerini yaktığında küllerinden yeniden belirdiğini görür. Kuşun Rüstem’in İsfendiyar karşısında zafer kazanmasında da rolü vardır.  

İranlı şair ve mutasavvıf Feridüddin-i Attar (1136-1221) Mantık Al-Tayr (Kuşların Dili) adlı 4724 beyitli tasavvuf edebiyatına ait mesnevi tarzındaki eserinde kuşların kendilerine bir padişah seçmesini anlatır. Kuşlar toplanıp “Her ülkenin bir sultanı var nasıl olur da bizim olmaz. Hep birlikte kendimize bir sultan bulalım bari” derler. Bunun üzerine sırtına tarikat elbisesi giymiş, başına hakikat tacını takmış Hüdhüd konuşmaya katılır. "Kuşkusuz bizim de bir padişahımız vardır. O da Kaf Dağı'nın ardındadır. Adı Simurg'dur, kuşların padişahıdır. O bize yakındır ama biz ona oldukça uzağız. Herkes onun adını ağzına alamaz. Kapısında nurdan, karanlıktan binlerce perde vardır. Onun makamına erişmek ne buradan ne de başka âlemden kimsenin harcı değildir… Biz de kendimizden geçelim, yola düşelim. Bu yolda güle ağlaya yürüyelim. Bir iz bulabilirsek ne mutlu bulamazsak o olmadan yaşamak ayıp bize.

Hz. Süleyman’ın habercisi ve başında tepelik olan, çok uzaklardaki suyu havadan görebilen Hüdhüd’ün (İbibik Kuşu) önderliğinde yüzlerce kuş Kaf Dağının tepesinde yaşayan bilge kuş Simurg’a gitmek için yola çıkar. Geçilmesi gereken yedi zorlu vadi vardır: İstek, Aşk, Marifet, İstiğna, Tevhid, Hayret ve Fenâ. 

Her biri ayrı bir insan karakterini ve zaaflarını temsil eden kuşlar gidiş yolunda sorunlarla karşılaştıkça Hüdhüd sabırla soruları yanıtlamaya, evliyalar ve peygamberlerle ilgili hikâyeler anlatarak onları rahatlatmaya çalışır. Hastalıktan, açlıktan, yorgunluktan perişan olan kuşların sadece otuzu bütün güçlükleri aşıp Simurg’un yaşadığı yere ulaşabilir. Gökyüzünde Simurg’u gördüklerinde onun aslında kendileri olduğunu anlarlar. Simurg burada semboliktir. Gerçek yolculuğun kendine yapıldığını ifade eder...

Osmanlı Minyatüründe Simurg - 2
  
Nalan Yılmaz, Osmanlı Minyatüründe Simurg, 11 Mart 2013, Lebriz Sanal Dergi



Simurg

İran mitolojisinde Zümrüdüanka; otuz kuş büyüklüğünde efsanevi varlık
Sasani ipek dokuma kumaş, Simurg motifine sahip, MS 6-7. yüzyıl dolayları.(Zümrüdüanka)
Buhara'daki Nadir Divan-Beghi medresesindeki süsleme.
Türk mitolojisindeki Hüma veya Tuğrul gibi kuşlarla benzer özellikler taşır.


Hz. Süleyman yer altında gizlenen düşman askerlerinin yerini belirlemek için hüdhüdü görevlendirmiştir. Bu sebeple Arapça’da, herkesin göremediği şeyleri görebilen kimseler için “absar min hüdhüd” tabiri kullanılır. Tepesindeki sorguçtan dolayı da “sâhib-i külâh” diye nitelendirilir.

Kuran’ın Neml suresinin 19-21. ayetlerinde cinlerden, insanlardan ve kuşlardan ordu toplayan Süleyman’la olan ilişkisinden şöyle bahsedilmektedir: “Süleyman kuşları gözden geçirdi ve ‘Hüdhüdü niçin göremiyorum; yoksa kayıplara mı karıştı?’ diye sordu. ‘Ya bana açık bir gerekçe getirir veya onu şiddetle cezalandırırım ya da onu ­boğazlarım!’ Çok geçmeden hüdhüd gelip dedi ki: ‘Ben, senin bilmediğin bir şeyi öğrendim. Sebe’ halkından sana kesin bir bilgi getirdim.’”

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin Meŝnevî’sinde Hz. Süleyman’la ilgili bir hikâyede yer altındaki suları görmesiyle zikredilen hüdhüd, Attâr’ın Manŧıķu’t-Tayr’ındaki kılavuz kuş yani mürşid özelliğiyle Türk edebiyatında da işlenmiştir.

Belli başlı özellikleri ise şunlardır: Toprağın altındaki suyu görür. Eşine çok bağlıdır, eşi ölünce yeni bir eş aramaz. Anne babasına karşı çok hürmetkârdır; yaşlandıklarında yiyeceklerini temin eder. Annesi öldüğünde uygun bir yer buluncaya kadar onu başında taşıdığı için mükâfat olarak güzel bir tepelikle donatılmıştır (Câhiz, III, 510-514; Demîrî, II, 436-440). Hüdhüdle ilgili benzer telakkilere Yunanlılar ve Romalılar’da da rastlanmaktadır (DB, III/1, s. 780).

Yuvasında yeniden doğmak üzere kendini yakan feniks kuşu.

Pers mitolojisinde SimurgAnkaİslam sonrası Türk mitolojisinde Zümrüdü Anka veya Simurg u Anka, daha önceleri de Tuğrul olarak geçmesi gibi birçok milletin efsanelerinde karşılık bulmaktadır.


Xx

Ateşten insana serinlik gelir mi?”

Firdevsi, Şehname 1

Batının Feniks’i, Orta Doğu’nun Anka kuşu, Türklerin Hüma’sı küllerinden doğan efsanevi kuş Simurg’un aslı Pers mitolojisine dayanır. İsmi, eski İran inancı olan Zerdüştlüğün kutsal kitabı Avesta’da geçen “Saêna” kuşundan türemiştir. Mistik kuş Simurg, Fars sanatında kuş şeklinde, kanatlı dev bir yaratık olarak resmedilmiştir. Tüm tasvirlerinde hayranlık uyandıran gücü ve görkemi göze çarpar.

İran efsanesine göre dünyanın yıkılışına üç kez şahit olan Simurg, bu süreçte çok öğrenir ve bilgelerin bilgesi olur. Öyle ki Simurg, uçmaya başladığında bilgi ağacının yapraklarını titretir ve her bitkinin tohumlarının etrafa saçılmasına neden olur. Bu tohumlar, dünyanın her yanına dağılır; tüm şifalı bitki çeşitlerinin kök almasını sağlar ve böylece de insanoğlunun tüm hastalıklarını tedavi eder. Persler, kanatlarının bir dokunuşunun her türlü hastalığı veya yarayı tedavi edeceğine inanırlar.

Yunan mitolojisinde Feniks’in Habeş diyarında yaşadığına inanılıp bir kartal büyüklüğünde ve çok uzun ömürlü; gözlerinin yıldızlar gibi parlak, boynunun tüyleri yaldızlı, diğer taraflarının ise kırmızı olduğu rivayet edilir. Ömrünün sona ereceğini anlayınca kuru dallardan kendine bir yuva yapan Feniks, kızgın güneşin yuvayı tutuşturup kendini yakmasının ardından küllerinden yeniden doğar. Bu sebeple Hristiyanlar Feniks’in öldükten sonra tekrar dirilen ölümsüz bir kuş olduğuna inanır.

Feniks

Türk mitolojisinde ise cennete yaşayan, çok yükseklerde uçup yedi kat göğün üzerindeki felekler ve burçlar arasında dolaşan ve hatta Tanrı’ya kadar gidip gelen bir kuş olmasıyla Hüma, erişilemeyecek yüksekliklerin bir sembolüdür. Türk mitolojisinde Simurg’un bir yansıması da kızıl renkli Tuğrul kuşudur. Ölümsüzlüğü ve yeniden dirilişi simgeleyen, her gün yeniden doğan, diğer mitolojilerdeki benzerlerinden farklı olarak tek başına olmayıp bir benzeri hatta ikizi bulunan Tuğrul Kuşu, Konrul kuşu ile birlikte anılır. Her ikisi de Simurg’un tüm niteliklerini barındırırlar.

“Ey kör! Aç gözünü de düşlerden uyan. Simurg’u göremesen de bari küçük bir serçeyi gör. Kaf Dağı’na varamasan bile hiç olmazsa evinden çıkıp kırlara açıl; böcekleri, kuşları, çiçekleri ve tepeleri seyret. Bırak dünyanın haritasını yapmayı! Daha hayattayken bir taşı bir taşın üstüne koy. Gülleri ve bülbülleri göremeyip gün boyu evinde oturan adam dünyanın kendisini hiç görebilir mi?”

İhsan Oktay Anar, Puslu Kıtalar Atlası
Zümrüdüanka

  Orta Doğu’nun Simurg’u Zümrüdüanka; gücü, saf olmayı, kendini yaşarken yaratmayı, erdemliliği, sadakati ve hakkaniyeti temsil eder. O, erişilmezlik, yücelik ve olağanüstülük gibi özellikleri simgeler. Feridüddin Attar, Mantık’ut- Tayr’da Zümrüdüanka efsanesini şöyle anlatır:

Sıradan kuşlar, Simurg’a inanır, onun kendilerini ölümden ve tüm hastalıklardan kurtaracağını düşünürmüş. Kuşlar dünyasında her şey ters gittikçe onlar da Simurg’u beklermiş. Ne var ki, Simurg ortada görünmedikçe kuşkulanır olmuşlar ve sonunda umudu kesmişler. Bir gün uzak bir ülkede bir kuş sürüsünün Simurg’un kanadından bir tüy bulmasıyla Simurg’un hâlâ var olduğunu anlayan tüm kuşlar toplanmış ve hep birlikte Simurg’un huzuruna gidip yardım istemeye karar vermişler. Fakat Simurg’un yuvası, etekleri bulutların üzerinde olan Kaf Dağı’nın tepesindeymiş. Oraya varmak için ise yedi vadiyi aşmak gerekirmiş. Hepsi birbirinden aşılması güç yedi vadi sırasıyla: istek, aşk, marifet, istisna, tevhit, hayret ve yokluk vadileri.

 Kuşlar, hep birlikte göğe doğru uçmaya başlamışlar. Yolculukta yorulanlar ve düşenler olmuş. Önce Bülbül, güle olan aşkını hatırlayıp geri dönmüş. Papağan güzel tüylerine aldanmış. Kartal, yükseklerdeki krallığından vazgeçememiş. Baykuş, yıkıntılarını özlemiş; Balıkçıl kuşu ise bataklığını. Yedi vadi üzerinden uçtukça kuşların sayıları gitgide azalmış. Ve nihayet yedinci vadide yokluk, bütün kuşlar umutlarını yitirmiş… Kaf Dağı’na vardıklarında geriye otuz kuş kalmış.

Sonunda gizi, sözcükler çözmüş: Farsça “si”, “otuz”; murg” ise “kuş” demekmiş. Simurg’un yuvasını bulunca öğrenmişler ki otuz kuşun her biri de Simurg’muş. 30 kuş anlamış ki, aradıkları sultan kendileridir ve gerçek yolculuk kendine yapılan yolculuktur.

“Simurg’u görecek gözün yoksa gönlün ayna gibi aydın değil demektir. Kimsede o güzelliği görecek göz yok. Güzelliğinden sabrımız, takatimiz kalmadı… O yüce lütfuyla bir ayna icat etti. O ayna, gönüldür. Gönüle bak da onun yüzünü gönülde gör.”

Feridüddin Attar, Mantık’ut- Tayr

Xxxx





Çavuş kuşu, hüthüt ya da halk arasında baltalı olarak da bilinen ibibik kuşu ibibikgiller ailesinde yer alır. Bu ailenin diğer üyeleri ise Afrika ibibik kuşu, Madagaskar ibibik kuşu ve dev ibibik kuşudur. Dev ibibik kuşlarının soyu 16. yüzyılda tükenmiştir.


Michael W. Holmes erken dönem Hristiyan yazarlarının bu miti kullanmalarını Mezmur 92:12 [LXX Psalm 91:13]'de geçen kelimeyle doğruladıklarını ama aslında orada geçen kelimenin mitolojik bir kuşu değil, bir hurma ağacını işaret ettiğini söylemektedir. 

 beraber, bunlar 17. yüzyıl Hristiyan okurları için Joban feniksini hayata getiren, Eyüp peygamber (Job) 29:18 ile ilgili parlamakta olan Hristiyan İbrani yorumlarıydı.Bu yorumlamaların kalbinde, oldukça zengin tamamlayıcı anlamların çoğalması, chol kelimesinin üç şekilde çevrilmesinden (hurma ağacı, feniks ya da kum Eyüp 29:18'de) kaynaklanıyordu.

Esas olarak, feniks Mısırlılar tarafından leylek ya da balıkçık tipi benu adında bir kuş olarak belirtilmiştir. Ölüler kitabı ve diğer Mısır yazmalarından bilindiği üzere, feniks Heliopolis'teki, yakın bir şekilde güneşin doğuşu ve Mısır tanrısı Ra ile ilişkilendirilen, kutsal tapınma ibadet sembollerinden biriydi.

Yunanlar bunu kendi dillerinde mor-kırmızı ya da koyu kırmızı anlamına gelen phoenix φοίνιξ ile isimlendirdiler. Onlar ve Romalılar daha sonra kuşu tavus kuşu ya da kartal olarak resimlediler. Yunanlara göre feniks Fenike'de bir kuyunun yanında yaşardı. Şafakta kuyunun suyunda yıkanır ve Yunan güneş tanrısı Helios atlı arabasını onun şarkısını dinlemek için durdururdu. “Heraklesin yılanı boğazlaması” isimli resimde (Vettii Evi, Pompeii, İtalya) tanrıların kralı Zeus olarak gösterilmiştir.

İlk modern Yunan para birimi feniks oyması taşıyordu. Kraliyet arması ile değiştirilmesine rağmen, popüler bir sembol olarak kaldı ve 1930'larda ikinci Helenik Cumhuriyette yeniden kullanıldı.

Feniks takım yıldızı, Petrus Plancius tarafından organize edilen denizciler tarafından geç 16. yüzyılda, muhtemelen Keyser'lerden bir tanesi ya da de Houtman tarafından ortaya atıldı ve 1597'de Hondius tarafından yapılan yerkürede gösterildi. 


X


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hallo 🙋🏼‍♀️