25 Mayıs 2025 Pazar

Henri Bergson;entüisyonizm & Gazâlî; Sezgicilik

Henri Bergson

Fransız filozof (1859 – 1941)

Henri-Louis Bergson (d. 18 Ekim 1859, Paris - ö. 4 Ocak 1941, Paris), Fransız filozoftur.

Bergson'a göre, bilime metafizik, metafiziğe bilim katmak gerekir. Bilime metafizik katmakla, bilimin bilgi bakımından bizi tamamen sınırlayan tutumunu genişletme, metafiziğe bilimi katmakla da metafiziği boş kuruntulardan, soyut kavramlardan kurtarma umudunu taşır. Birçok düşünürü, gerçekliği kavramak için sezgisüreçlerinin soyut rasyonalizm ve bilimden daha anlamlı olduğuna ikna etmiştir. Statik imge ve kavramların ötesinde, dinamik ve bütünsel kavrayışı sezgi sağlar.

Bergson, ülkesinin bu bölümünde (Auvergne bölgesi) öğretmenlik ve ders verirken, özel çalışma ve özgün çalışma için zaman buldu. Doktora derecesi için Aristoteles üzerine kısa bir Latince tezi (Quid Aristoteles de loco senserit, "Aristoteles'te Yer Kavramı Üzerine") ile birlikte sunduğu Zaman ve Özgür İrade tezini hazırladı.

1927 yılında "zengin ve hayat verici fikirleri ve bu fikirlerin sunulmasında kullandığı parlak yeteneği sebebiyle" Nobel Edebiyat Ödülüne layık görülmüştür.1930 yılında Fransa tarafından Legion d'honneur ile ödüllendirilmiştir.


Felsefesi;

Temel İlkeler: Temel eserleri arasında Essais sur les Donnees immediates de la Conscience (Bilincin Dolayımsız Verileri Üzerine Denemeler), Matiere et Memoire (Madde ve Bellek), Les Deux Sources de la Morale et de la Religion (Ahlak ve Dinin İki Kaynağı) ve L'Evolution creatrice (Yaratıcı Evrim) gibi kitaplar bulunan Bergson, Almanya'da doğup gelişmiş olan idealist felsefenin Fransa'daki temsilcisi olarak tanınır. 

Aynı zamanda, süreç felsefesi adı verilen felsefe türünün de en önemli temsilcilerinden olan Bergson, pozitivizmin ya da oldukça dar bir çerçeve içinde kalan bilimsel yorumların iddialarına şiddetle karşı çıkarken, insani ve dinsel değerlerin önemini vurgulamıştır.

Bergson bir filozof olmasından ziyade, herşeyden önce hatırı sayılır bir matematik insanıdır. Onun sahip olduğu bu yatkınlık, bilim dalları arasında önemli düşünsel ilişkiler kurabilmesine olanak sağlamıştır. ❗️Bergson felsefesinde psikoloji, biyoloji, fizik, matematik ve hatta toplum bilim bir aradadır. Bunun yanında Bergson'un felsefeye yüklediği en büyük görev de, bilimin bağlı olduğu yöntemleriyle yapamadığı yaşamı kavrayabilmektir.

O, işte bu çerçeve içinde, 20. yüzyılda gelişen akla karşı başkaldırının önemli öncülerinden biri olmak durumundadır. Bergson dinamik ve düalist bir felsefe akımının daha doğru olduğunu benimsemiştir. Düşüncelerinden dolayı Sezgicilik (entüisyonizm) akımının öncüsü sayılır.

Bergson bilimsel determinizme karşı özgür iradeye değer vermiş ve statik kavramlarla düşünen analizci aklın yerine nesnesini içeriden ve bütünsel olarak kavrayan sezgiyi savunmuştur. Doğrusal zaman anlayışının yerine koyduğu "süre" kavramı sayesinde geçmiş ile yaşadığımız anı birleştirerek gerçekliğin sürekli bir yaratım olduğunu öne sürmüştür. 

Bergson'un evrim anlayışında yaratma fikri de yer alır. Evrimin özünde bulunan akış ve devinim, ancak yaratma fikriyle ele alındığında bir bütünlük sağlamaktadır. Evrim sürecinin iki önemli unsuru yaşam ve maddedir. Yaşam yaratmayı, özgürlüğü, gerçek süreyi, devinimi ve akışı betimlerken, madde ise etkin olmamayı, zorunluluğu ve matematiksel zamanı anlatır.


Eserleri;


  • Essais sur les données immédiates de la conscience (Bilincin dolaysız verileri üzerine deneme) (1889)
  • Matière et mémoire (Madde ve bellek) (1896)
  • Le Rire: Essai sur la signification du comique (Gülme: Komiğin Anlamı Üzerine Deneme) (1899)
  • Introduction à la métaphysique (Metafiziğe Giriş)(1903)
  • Les Deux sources de la morale et de la religion (Ahlak ve dinin iki kaynağı) (1932)
  • L'Évolution créatrice (Yaratıcı evrim) (1907)
  • L'Énergie spirituelle (Ruhsal Enerji) (1919)
  • La pensée et le mouvant (1934)


Xxxx

Sezgicilik

felsefe akımı

Sezgicilik ya da entüisyonizmfelsefi bir kavramolarak sezgiye akılzihin ve soyut düşünmekarşısında hem öncelik hem de üstünlük tanıyan felsefe akımıdır. Henri Bergson akımın kurucusudur, bu nedenle kimi zaman felsefe tarihinde Bergsonculuk olarak adlandırılması da söz konusudur.

Sezgiciliğe göre bilginin, özellikle felsefe bilgisinin, kaynağı ve temeli sezgidir. Burada önemli olan sezgi kavramının içeriğidir. Felsefi anlamda sezgi; bir tür açılma, doğrudan doğruya keşfedilme ve dolaysız, aracısız birdenbire kavranma anlamında kullanılmaktadır. Buna göre, varlıkları bize oldukları gibi veren bilgi, sezgidir. Bergson'da bu kavram daha da özel bir anlamda gerçeği dolaysızca kavrama yetisi olarak belirtilmiş, algıların ve zihnin bir tür birleşiminden müteşekkil sayılmıştır. Bergson'da, kendi bilincine varmış içgüdüler sezgi olarak değerlendirilir ve bu kavram felsefenin merkezine oturtulur.

Orta Çağ felsefesinde önemli isimlerden biri olan İmam Gazali'de, 19. yüzyıl felsefesinde ise Hegelci aşırı sistematik ve soyut felsefelere karşı bir tepki olarak Henri Bergson'un felsefesinde görülür. İmam Gazali "İnsanda iki göz vardır. Birincisi fiziki gözdür. İnsan bununla maddi dünyaya yönelir ve bir takım bilgilere ulaşır. 

Bu göz bilim ve felsefeyi kuran akıl gözüdür. İnsan için bu yeterli değildir. İkincisi ise kalp gözüdür. Kalp gözü manevi olduğu için insan kalbiyle gerçekleri bütün açıklığıyla kavrar." sözüyle bu yaklaşımı savunmuştur.

Gerçeklik sezgi ile bir kerede ve tam olarak kavranır, akla dayanan bilgi ise asla tam ve kesin olamaz düşüncesi bu felsefelerin ana tezidir. Böylece hem rasyonalizme hem de materyalizme bir karşı çıkış söz konusu edilmektedir.


Matematik felsefesinde ve etikte sezgicilik;

Felsefede hem matematik felsefesi hem de etiktekullanılan bir kavramdır.

Etikte sezgiye dayanarak etik önermelerinin doğrulanmasını, kabulünü veya reddedilmesini tanımlar. Buna göre sezgiye uyumlu etik önermesi kabul edilebilir, sezgiye dayanmayan veya sezgiyle uyumsuzluk gösteren etik önermesi kabul edilemezdir. Eylemlerin doğru ya da yanlış oluşları, onlar üzerine düşünmeyle ulaşılacak bir sonuç değil, aksine doğrudan sezgiyle varılacak bir bilgidir.

Sezgicilik dışında da belirli etik sorunlarına dair genel sezgilerin sorunun çözümüyle uyumlu olmasına çoğu etikçi dikkat etse de sezgicilikte, düşünme ve deneyimin ötesinde bilgiye ve dolayısıyla sonuca sadece sezgiyle varılması gerektiğinden, etik sorunlarının genel sezgiyle tamamen uyumlu bir şekilde çözülmesine önem verilir.

Matematikte ise sezgicilik kavramı Luitzen Egbertus Jan Brouwer isimli Hollandalı matematikçi tarafından ileri sürülmüştür. Sezgici matematik olarak adlandırılmaktadır. Bununla birlikte köken olarak Henri Poincaré ve Leopold Kronecker'de bulunabilir.[2] Buna göre, matematiksel belitler (aksiyom) doğrudan doğruya sezgi yoluyla kavranabilirler. Matematiksel önsellikler sezgi yoluyla kavranırlar ve bu nedenle de bu durum, matematiğin üstünlüğünü gösterir.

Edebiyatta sezgicilik;

Bir maddeyi kavramak için iki göze ihtiyaç olduğunu savunan edebi görüştür. Buna göre gözlerden biri maddenin görünen kısmını diğeri ise görünmeyen kısmını görmeli algılamalı eğer maddeye kalp gözüyle manevi bir bakışla bakılmazsa onu eksik kavramış sayılırız düşüncesini savunur.

Xxxx

Sezgi

felsefe, mistisizm, ezoterizm ve farklı öğreti sistemlerinde kullanılan terim

Sezgifelsefemistisizmezoterizm ve farklı öğreti sistemlerinde farklı anlamlarda kullanılan terim.

Kullanım çeşitleri


  • Kimi felsefi akımlarda akıl yoluyla kavranamayacak gerçeklerin derin düşünme (tefekkür) yoluyla aranışı sezgi kapsamında değerlendirilir.
  • Ruhçulukta sezginin, insanın kendi düşüncesi olmaktan ziyade çeşitli etkenlerden kaynaklanan tesirlerle belirdiği kabul edilir ki, bu etken genellikle bedensiz bir ruhtur. Bu yüzden ruhçular yüksek bilgileri içeren tebliğlerin alındığı ruhsal irtibatlara “sezgisel (intuitif) irtibat” derler.
  • Gnostiklere ve antikçağ inisiyelerine göre spiritüel aydınlanma yolunda üç tür bilgi mevcuttur ki, bunlardan öğretim yoluyla öğrenilebilir bilgi mathesis, his ya da ıstırap yoluyla edinilebilen bilgi pathesis, sezgi yoluyla öğrenilebilir bilgi de gnosisolarak adlandırılmıştır. İnisiyasyonlarda en yüksek aşamaya ulaşanların, yani inisiye oluş aşamasına erişenlerin sezgi yoluyla aldıklarını çevresine aktararak aydınlatması söz konusu olur. İnisiye adayının bu hale gelişi kimi inisiyasyonlarda tohumun bitki haline gelmesi sembolizm'iyle, kimi inisiyasyonlarda ise meşale sembolüyle temsil edilmiştir.
  • İlham (inspiration) adı verilen sezgi söz veya yazı tarzında dışarı yansıdığında vahiy (revelation) adını alır. Vahiy sözcüğü yalnızca peygamberler için kullanılan bir terim değildir. Terim Araplar'da İslamiyet gelmeden önce de bilinen ve kullanılan bir terimdi.

 zâhir= şu gördüğümüz alem ve onda cereyan edenlerdir.🧠
bâtın= hepimizin iç âlemi; aklı, kalbi, zihnidir.❤️

Xxx 

Mistisizm

Felsefi görüş. 

Mistisizm, halk arasında Tanrı ya da Mutlak ile bir olmak olarak bilinir, ancak dini ya da manevibir anlam verilen her türlü vecdi ya da değişmiş bilinç durumunu ifade edebilir. Gizemcilik ya da mistisizm, dinsel esrimelerle ilgili ülkülemlerinerdemlerinayinlerin ve efsanelerinuygulanmasının birlikte yapıldığı fikir akımı. Mistisizmin anlamı önemli ölçüde daraltılmıştır: Aynı zamanda nihai veya gizli gerçeklerdeki içgörüye, çeşitli uygulamalar ve deneyimlerle desteklenen insan dönüşümüne de atıfta bulunabilir. 

Liber Divinorum Operum veya azize Bingenli Hildegard, 1185 (13. yüzyıl kopyası)

Mistisizm, tarihin farklı aralıklarında farklı anlamlara sahip olmuştur ve Antik Yunanlara kadar uzanmaktadır.  "Kapatmak" veya "gizlemek" anlamına gelen Yunanca μύω mú sözcüğünden türetilen mistisizm, erken ve Orta Çağ Hristiyanlığının İncil, ayin, ruhanî ve tefekkür boyutlarına çokça atıfta bulunmuştur.

Erken-modern dönem boyunca mistisizmin tanımı, "olağanüstü akıl ve deneyim durumları" ile ilgili geniş bir inanç ve ideoloji yelpazesini içerecek şekilde büyüdü.


Mistisizmin felsefe ile ilişkisi;

Mistisizm ve çağdaş çözümlemeli felsefe mistisizmin deneyimsel ve bütüncül olması ve mistik deneyimin genellikle ifade edilemezliği, çağdaş felsefenin ise çözümlemeli, sözel ve indirgemeci oluşu nedeniyle birbirleriyle karşıtlık oluşturur. Ancak mistisizm ile felsefe arasındaki bu ayrım çağdaş dünyaya özgüdür. Tarihin büyük bölümünde mistik ve felsefi düşünce birbirleriyle yakından ilişkili olmuştur. Platon ve Pisagor ve bir ölçüde de Sokrat'ın öğretilerinde açık mistik unsurlar bulunmaktadır; pek çok büyük Hristiyan mistik aynı zamanda döneminlerinin önde gelen filozoflarıdır ve Buda'nın sutraları ve Şankara'nın 'Ayrım Mücevheri'nde mistik fikirler yüksek bir çözümlemeli yaklaşımla değerlendirilmiştir. Mistisizm ve çağdaş felsefe arasındaki uçurum temelde çağdaş felsefedeki doğal bilimlerden etkilenen belirli bilimci okulların etkisinden kaynaklanmaktadır.

Mistik düşünce ikiye ayrılır: panteizm ve panenteizm. İlki evreni tanrı olarak görür ya da tanrıyı evren olarak görür. İkincisi ise evreni tanrıda görür. İlkinde kişisel bir tanrıya yer yokken ikincisi evreni tanrının bir parçası olarak görür. İlki yaşamın akışına ve değişime özel bir önem vererek doğayla bütünleşmeyi savunurken ikincisi doğayı tanrının bir eseri olarak kavrar. Mistisizm ikisinde de farklı kavrayış ve algılamalar doğurur. İki sistemin birleşimi olarak görülebilecek süreç teolojisi ise evrenin tanrıyla beraber devindiğini savunmaktadır.

Xxx 

Tasavvuf

İslam'ın içsel, mistik boyutu.

Tasavvuf (Farsçaتصوف tasavvuf) veya Sûfîzmya da Sûfîlik (Arapçaصُوفِية sûfiyye; Farsçaصوفیگری sūfīgarī), İslam'ın iç veya mistikyüzü olarak tarif edilir. Kur’an ve hadis rivayetlerinde terim anlamıyla tasavvuf ve tarikat kelimelerinin geçmediği belirtilir.[1] Ayrıca Sufizmin batıda yükseltilen içeriğinin "Budizm ve Taoizm gibi içeriksiz güzel yaşama tarzı" olarak yorumlanması da vardır.[2]

Sema dansı yapan dervişler. Sema dansı, Mevlana'nın tasavvuf ilkelerinden biridir.

Tasavvuf ve sufi kelimelerinin hangi kökten geldiği hakkında ihtilâf vardır. Sûfî kelimesinin kökü olarak en çok hüsn-ü kabul gören kelime, "yün" anlamına gelen Arapça "sûf"tur. 

Sûfî kelimesinin kökünün Muhammed döneminde "keçi vb. hayvanların kılından, yününden (sûf) yapılmış, çobanların giydiği üst kalın elbise, kepenekten geldiği" görüşünün açıklamasında; peygamberin döneminde hiçbir sohbeti kaçırmayan ve İslâm peygamberinin tüm dini açıklamalarına daime katılan çok fakir bir bedevi grubu anlatılmaktadır. 

Dervişler, Fausto Zonaro, 19. yy.

Yün giyme anlamı için kullanılan peygamber sözlerinden bir kısmı:

  1. Enes bin Malik demiştir ki: "Rasulullah bir kölenin bile davetine gider, merkebe biner ve yün elbise giyerdi."[10]
  2. Abdullah bin Mes'ud'un rivayetine göre Peygamber şöyle söylemiştir: “Rabbi kendisiyle konuştuğu gün, Hz. Musa'nın üzerinde yün bir elbise, yün bir cübbe, başında yünden bir külah ve yünden yapılmış şalvar vardı. Ayakkabıları ölmüş bir eşeğin derisindendi."[11]
  3. Peygamberin evinin yanında suffe denilen odalarda ikamet eden, fakirler olan Ashab-ı Suffe gibi yaşama anlamında suffe kökünden türemiş olabilir.

Kuşeyrî ve Hucvirî gibi bazı müellifler; bu kelimenin Arapça herhangi bir kelimeden türemediğini, olsa olsa câmid bir lâkâb olabileceğini söylerler. Sûfî ve tasavvuf kelimelerinin Arapça bir kökü bulunduğunu öne sürenler ise bir kelime üzerinde ittifak edememişlerdir. Tasavvuf kelimesinin kökü olarak öne sürülen başlıca kelimeler şunlardır:

  1. Asr-ı Sa'âdet'teki ashâb-ı suffenin "suffe"si,
  2. Çöl bitkisi "sufâne",
  3. Duruluk ve temizlik anlamındaki "safâ" ve "safvet",
  4. "Saff-ı evvel",
  5. Kendilerini halka hizmete veren "Benu's-sûfe",
  6. Ense saçı ve kıl demek olan "sûfetü'l-kafâ",
  7. "Sıfat" kelimesi,
  8. Yunanca 'hakîm ve filozof' anlamındaki "sofia",
  9. Yün anlamına gelen "sûf". 

Tasavvufun mistisizmin İslam özelindeki hali olduğunu iddia edenler olduğu gibi, mistisizmin Çin-Hindu dinlerinden gelmesi nedeni ile İslam ile tamamen farklı olduğunu iddia edenler de olmuştur. 

Sufiyâne hayat yaşamaya çalışanlara derviş de denilir. Türkler arasında Tasavvuf Batı Türkistan’da çıkmıştır.  İlk sufiler keşif sahibi insanlardı, mala mülke değer vermezler, bazen çıkınları bile olmadan gezer ve gittikleri yerlerde insanları dini yönden aydınlatırlardı.


İnanç, kültür, öğreti;

Sufizm, insanın akıl yoluyla erişemediği ilahî hakikatleri ve gayb âlemine ait hakikatleri manevi latifelerle arama yoludur. Hedef, insan-ı kâmil olmaktır. Bir başka deyişle, Sufizm, İslam inanışına göre, kişiliği kötü huylardan temizleyip, ruhu pak edip, olgunluk ve kemale erme yoludur.

Tasavvuf, silsile yolu ile Muhammed'e dayandırılan, Allah'ı anlamaya vesile olarak, Peygamber vârisi olduğuna inanılan Evliya ve Mutasavvıflartarafından, "Hakk'tan aldığını halka sunuş" yolu olarak takdim edilen, dinin fıkıhkelam, Ahlak ve tasavvuf olmak üzere dört ana temelden oluştuğu inancını savunan Mutasavvıfların yolu olarak ortaya çıkmıştır.

  • Tasavvuf; Allah’ın, seni sende öldürüp, Kendinde ebediyen diri kılmasıdır. (Cüneyd-i Bağdâdî)
  • Tasavvuf ehlinin üç vasfı vardır. Toprak gibidir, iyiye de, kötü kimseye de verir. Bulut gibidir, her şeyi gölgeler. Yağmur gibidir, sevilen kimseyi de, sevilmeyen kimseyi de sular. (Harkûşî Abdülmelîk bin Muhammed)
  • Tasavvuf hâldir, söz değildir, söz ile ele geçmez.(Abdülkadir Geylani)
  • Tasavvuf, Resûlullah efendimizin sünnet-i seniyyesine uymak, fazla konuşmayı, fazla yemeği ve fazla uykuyu terk etmektir. (Alâüddevle Semnânî)
  • Tasavvuf, insanı Allah’tan uzaklaştıran şeylerin hepsini terk etmektir. (Ali bin Sehl Rabben et-Taberî)
  • İnsana lâzım olan önce Ehl-i sünnete uygun inanmak, sonra şeriata uymak, daha sonra tasavvuf yolunda yükselmektir. (Muhammed Bâkî-Billâh)
  • Tasavvuf, vakti, en değerli olan şeye harcamaktır.(Ebû Saîd-i Ebu'l-Hayr)
  • Tasavvuf ahlâktan ibarettir. Bu bakımdan ahlâkı senden yüksek olan, senden daha fazla arınmış demektir. (Ebû Bekr el-Kettânî)❗️
  • Tasavvuf: Kâinatı eksik görmek, daha da ötesi bütün eksikliklerden münezzeh olanı müşâhede ederek bu eksik varlıkları hiç görmemektir. (Ebû Amr ed-Dımeşkî)
  • Tasavvuf; kulun her zaman, o an için kendisine en uygun olan şeyle meşgul olmasıdır. (Amr bin Osman el-Mekkî)[kaynak belirtilmeli]
  • Sufizm Peygamberlerin öğretisinin özüdür. Kaynağı ilk insana kadar gider, çünkü tohumu her insanın kalbinde mevcuttur. Ruhu kötü huylardan temizleyip (safa) marifete ulaşma yoludur. Hakiki bilgi ise Allah'ı bilmektir. (Salahattin Ali Nader Angha)
Öğreti
  • Tasavvuf insanın kendisini keşfetme yoludur. Dini kurallara bağlı, dogmaları esas alan bir olgu değildir. Tasavvuf “Ben kimim? Nerden geliyorum? Ve nereye gideceğim?” sorularını soran kişilerin, sorularına sufizm yoluyla cevap bulabileceklerine inandıkları yoldur.

Tasavvufun çok önemli iki boyutu vardır: 

  1. Dikey boyut: İç yaşamı keşfetme, insanın aslını, özünü bulması,

2. Yatay boyut: insanlara hizmet etmek ve dünyevi ilişkileri uyum, güzellik ve sevgi boyutunda ayarlamak. 

  • Kimilerine göre de, mutasavvıf, hedefine ulaştığı zaman sûfî olur.
  • Sufizm ile tarikatlar arasındaki ayrım; Sufizm bir yaşam tarzıdır, hayata farklı bir bakıştır. Tarikatlar ise Sufizmden kaynaklanan, kurumlaşmış olgulardır. Buz ile su ilişkisi gibidir. Buz sudan oluşmuştur, ama suyun katılaşmış, donmuş halidir. Okyanusla bir testi su benzetmesi de sufizmle tarikatlar arasındaki ilişkiyi anlatmaktadır: Okyanusdan su alıp testiye doldursanız testideki su ne kadar okyanus özelliğini korur ki? (İnayat Han, Mevlana) 

🔻Dikey ve Yatay Hizalama

Apsis ve ordinat

apsis noktanın bulunduğu yeri saptamaya yarayan ana çizgilerden yatay olanıdır. Ordinat ise ana çizgilerden dikey olanıdır

apsis -ekseni (yatay) koordinatı
                  =   "bir doğru kesmesi"
ordinat -ekseni (dikey) koordinatı
               =  "paralel uygulanan doğru

Genellikle bunlar, iki boyutlu dikdörtgen Kartezyen koordinat sistemindeki bir noktanın yatay ve dikey koordinatlarıdır. Bir sıralı çift, iki boyutlu dikdörtgen uzayda bir noktanın konumunu tanımlayan iki terimden oluşur: apsis (yatay, genellikle x) ve ordinat (dikey, genellikle y):

Parametrik denklemler genellikle bir eğri veya yüzey gibi geometrik bir nesneyi oluşturan noktaların koordinatlarını ifade etmek için kullanılır ve sırasıyla parametrik eğri ve parametrik yüzey olarak adlandırılır. ❗️Parametrik denklemler yüksek boyutlu uzaylarda eğrileri tanımlamak için uygundur.

matematiksel modelbağlamında, değişkenler ve parametreler arasındaki ayrım Bard tarafından aşağıdaki gibi tanımlanmıştır:Bir model olarak, belirli bir fiziksel durumu açıklayan ilişkilere atıfta bulunuruz.

Müzik teorisinde, bir parametre, diğer unsurlardan ayrı olarak manipüle edilebilen (beste edilebilen) bir öğeyi belirtir. 

(2, 3), (0, 0), (–3, 1) ve (–1.5, –2.5) noktalarının koordinatlarının mutlak değerlerini (işaretsiz noktalı çizgi uzunlukları) gösteren bir Kartezyen koordinat düzlemi çizimi . Bu işaretli sıralı çiftlerin her birindeki ilk değer, karşılık gelen noktanın apsisi ve ikinci değer ise ordinatıdır.

Geometri ve uygulamalarında, içgüdüsel olarak öğrenmelerini veya kendi içlerinde geliştirmelerini tercih ettiğimiz becerilerden biri görüş hattıdır.  👀Görüş Hattı, şeyleri kendi bakış açımızdan gözlemleme ve bakma yeteneğimizi ifade eder.❗️ Bağlama bağlı olarak, şeyleri farklı hizalamalarda veya dönüşlerde görmek için perspektifimizi değiştiririz. Nesneleri gördüğümüz en temel perspektifler veya hizalamalar yatay ve dikeydir. 

  • Yatay Hizalama: Yatay hizalama, şeyleri soldan sağa baktığımızda meydana gelir. Şeyler uyku pozisyonundayken hizalama olarak adlandırılır.
  • Bir doğrunun eğimi bize doğrunun ne kadar dik olduğunu söyler.
  • Dikey Hizalama : Dikey hizalama, şeyleri yukarıdan aşağıya doğru gördüğümüz zamandır. Şeyler ayaktayken hizalama olarak adlandırılır.
  • Dikey kelimesi ayrıca nesnelerin hareketini tanımlamak için de kullanılabilir. Dikey bir çizgiye aynı zamanda duran çizgi de denir.

Kelebek eğrisix ve y parametrik denklemleri ile tanımlanabilir.


Kaynağı ve tarihi; 

Tasavvufun ilk örneği olarak İslam peygamberinin Hira mağarasında inzivaya çekilmesi gösterilir.

Tebe-i Tâbi'în devrinde iyice genişleyen İslâm dünyâsında refah arttıkça halktan ibâdet ve zühd konularına yönelenlere "âbid, zâhid, nâsik, bekkâ" gibi isimler verilmeye başlandı. Bunların arkasından hicrî II. asrın ortalarından sonra ise "sûfî" kavramı yaygınlaşmıştır.

“Sûfî" lâkâbıyla ilk anılan zât; bir rivâyete göre Câbir b. Hayyân (ölm.150/767), bir başka rivâyete göre ise Ebû Hâşim'dir. Her ikisi de Kûfe'li olduklarından, "sûfî" kavramının önce Kûfe ve Basra'da ortaya çıktığı söylenebilir. 

Tasavvufta Peygamberin orada halktan uzak kalarak nefsini terbiye ile uğraştığına, Sahâbeden Ali ve Ebubekir gibi bazı kimselerin tasavvufi gerçekleri Peygamber'den aldığına ve nesilden nesile aktardığına inanılır.


Doktrinin şekillenmesi
Doktrin imam Gazali ve Kuşeyri gibi önderler tarafından şekillendirilmiştir.

Tasavvuf'ta şii - batıni etkilenmeler; Tasavvufun Şiîlik ile alakalı olduğu ve bazı mutasavvıfların şii eğilimli oldukları bilinmekle beraber, bu olguyu bütüne yaymak mümkün değildir. Yeni Eflâtunculuk, Yunan felsefesi, Kabalizm ve İran etkilerinin henüz oluşmamış olduğu eski devirlerde de tasavvuf hareketlerine rastlanmaktadır. Bu ilk mistiklere ait eserlerden günümüze kadar elimizde kalanları bulunmamakla beraber, sadece rivayet ve menkıbeleri hayâtta kalmıştır.

Helenistik etkiler; Hâkim Tirmizî'den sonra Fârâbî'nin getirdiği yenilikler sayesinde tasavvufa girmeye başlamıştır.

Yayılım
9. yüzyıldan itibaren Türkistanİran ve Kuzey Afrika bölgesinde sûfî görüşler müsait ortam bularak yaygınlaşmıştır. Bunda Moğol İstilası sonrası ortaya çıkan çöküntü ve sosyoekonomik durumun toplumu ruhani bir arayışa sevketmiş olması büyük bir etkendir. Buhara, Semerkant ve Taşkent gibi şehirleri içeren Fergana Vadisi pek çok mutasavvıf yetiştirmiştir. 
Ahmed YeseviAbdulkadir Geylani gibi tasavvuf büyükleri bu bölgede tasavvuf ve tarikat yapısını olgunlaştırmışlardır. Bu bağlamda, özellikle 10. yydan sonra tasavvufa en büyük katkıyı Fars ve Türkmen Müslümanların yaptığını belirtmek gerekir. Hatta Hallac-ı Mansur gibi kimi Arap kökenli sûfî bu nedenle Türkistan'da ve İran'da uzun süreler bulunmuşlardır.
Bu noktada Türkler'in ve İranlılar'ın İslam öncesi şamaninançlarının tasavvufa etkisi açıktır. Kültürel etkileşim İslam'ın Hindistan'a yayılması ile Budizm, Hinduizm ve İslam arasında da gerçekleşmiştir.

Abdal MusaBeyazid Bistâmî, Bişri Hafî, Celâleddîn RûmîCüneyd Bağdadi, Fudayl bin İyâz, Hacı BektaşHâris el-Muhasibî, İbrahim Edhem, İmâm-ı GazâlîMuhyiddîn İbn ArabîŞâh-ı NakşibendîYunus Emre, diğer büyük sufiler arasında sayılabilir.


Mutasavvifinin dervişlikle ilgili sözleri


  • Akılcı dinden felsefe, nakilden tasavvuf, hakikat zuhur eder. Akılcı dinden mürteci yetişir. Nakli yaşayan, derviş sıfatının tecelli ettiği bahtiyar toplumlarda irtica-i hal kesinlikle olmaz. Dervişin anayasası kulluk vazifesini yerine getirmektir. Teslimiyete ne kadar sadık kalırsa o kadar makamı rızadan nasip alır. Pir-i Galibi
  • Derviş mürşidinin manevi vazifesinde peygamberine biat eder. Söz Allah'a verilir, biat peygambere yapılır. Yaşadığı zamana yetişemedin ise her zaman bu türlü rahmet-i ilahi mevcuttur. Noksan değildir. Veraset taşıyan, izin ve icazet sahibi mürşide biat edilir. Mürşitten gayrısı kendi ismine biat alamaz. Pir-i Galibi
  • "Dervişlik hâldir, söz değildir, söz ile ele geçmez." (Abdulkadir Geylani)
  • "Dervişlik olsaydı tâc ile hırka / Biz dahi alırdık otuza kırka". - Yunus Emre



Teori ve perspektif;

Bilgi kuramı

değiştir

Tasavvufa göre, bilginin kaynağı üçtür:

  1. Akıl
  2. Nakil
  3. Vahiy

Tasavvuf, her üçünü de kabul etmekle beraber vahyin özel bir şekli olan ilhama dayanır. İlhamın ancak arınmış, temiz bir kalbe gelebileceğine inanılır.

Vahyin çeşitleri vardır. En üstte peygambere yapılan vahiy, en altta ise arı gibi hayvanlara yapılan vahiy vardır. İlham ise peygamber olmayan insanlara Allah'ın bildirmesidir. Buna göre, şeriat ve Kur'an yargıları da dâhil olmak üzere, söze dayanan teorik bilgilerin tümü sözel bilgidir.

Bu bilgiler dıştan okunarak elde edilebilir. Oysa iç bilgi, dıştan okunarak elde edilemez, bu bilgi insanın içinden doğarak gelir ve gerçek bilgi budur. Tasavvufa göre, asıl bilginin, tasavvuf bilgisi denilen bu bilgi olduğu; kardeşlik duygusunu geliştirdiği, toplu olarak bir arada yaşama duygusunu güçlendirdiği, insanları iyilik ve olgunluğa götürdüğü kabul edilir. Dış bilgi elde eden kişinin kendisi için iyilik istediği, tasavvuf bilgisi olan kişinin ise tüm insanlığı düşündüğüne inanılır.


Tasavvuf ve felsefe;

Tasavvuf konu olarak felsefenin alanına girmektedir. Ancak tasavvuf bir felsefi ekol değildir.Tasavvuf, felsefeden farklı olarak aklı yalnızca maddi dünyada delil olarak kullanır. Ancak metafizik âlemin anlaşılması için aklın yetersiz olduğunu iddia eder.

Tasavvufta akıl dışında bir diğer bilgi kaynağı da ‘nakil'dir. İman, vahye dayanan nakle teslim olmak demektir. Bu görüşe göre, iman ispat gerektirmez. Tasavvuf bu iki görüş arasında bilginin başka bir kaynağı olduğu iddiasındadır.

Nefsini temizleyip Allah'tan gelen ilhamlara hazır hale getiren bir veliye Allah'ın izni ile bilinmeyenlerin kapısının teker teker açıldığına inanılır. Bu yola girenlerin her ilerleyişinde yeni bir makama varılır; Her makamın kendine özgü pratiği vardır. Örneğin bazı makamlarda sürekli zikir yapılırken, bazı makamlarda kişi Kur'an okumayı bırakır ve yalnızca tefekkür eder.

Tasavvufta saf bilgiyle, uygulama (pratik) olmadan ilerleme sağlanamayacağına inanılır. Bu nedenle, tasavvufi gerçeğe kavuşmak için bu yola girmek ve nefsi arındırmak gerekir. Tasavvufi bilgi tefekkür (meditasyon ve Mürşid-i Kâmil vasıtasıyla elde edilir. 

Tasavvuf ile elde edilen bilgi şüphe içermez. Ancak tasavvufun önde gelen temsilcileri Hâris el-Muhasibî ve Gazâlî'ye göre insanları tasavvufa yönlendiren şey şüphedir. Diğer tassavvuf âlimlerine göre ise insanları tassavvufa yönlendiren güdü içsel arayıştır (Mevlana Rumi).

Tasavvuf ilerleyen safhalarında şüphe barındırmamasına rağmen, tasavvufun başlangıcında şüphe ve insanın içine düştüğü kalbi zihni boşluktan kaynaklanan arayış vardır.

Fahruddîn-i Râzî şeyhte şu şartların aranmasını şart koşar: 

  1. İhlâs
  2. Sadık olmak
  3. Doğru yoldan hiç ayrılmamak
  4. Tasavvuf alanında merhale merhale ilerlemiş olmak.

Şeyh, Dünya'yı ve masivayı kalbinden çıkarmış, yalnız Allah'a dayanan kimsedir.     

Seyru Süluk

Seyru Süluk

Süluk, bir yola, bir mesleğe girmek demektir. Meslek aynı kökten gelir ve gidilen yol anlamına gelir. Yola girene salik denir. Özel manada seyri süluk, tasavvuf yolculuğu veya manevi yolculukanlamına gelir.

Batıni-tasavvuf anlayışında hakikat yolculuğu değişik basamaklardan geçilerek gerçekleştirilir. Şeriatte helâl olan tarikatte haram, tarikatte helâl olan hakikatte haramdır. 

Hakikat seviyesindeki ana fikir "Ne sen varsın, ne ben", "her şey O'dur" anlayışı, yani Vahdet-i vücud'tur.


Sufi metafiziği;

Sufi metafiziği başlıca vahdet (birlik) düşüncesi etrafında gelişmiştir. Öyle ki varlık bir "Mutlak Varlık" ve O'nun aynada yansımalarından oluşan görüntülerden ibarettir. Bu anlayışı açıklayan iki farklı ifade biçimi kullanılır; Vahdet-i vücud (varlık birliği) ve vahdet-i şuhut (görünenlerin birliği). Bazı İslami reformcular bu iki deyim arasındaki farklılığın sadece semantik ve deyimle ilgili olduğunu, özünde bir farklılık içermediğini söylerler. Sufi metafiziğinde diğer dikkat çeken konular hulul, teşkik ve maksut birliği gibi konulardır. Allah ile evren arasındaki ilişkinin tarzı sufiler arasında olduğu gibi, sufi olmayan müslümanlar arasında da tartışılagelmekte olan bir konudur.

Hulûl; 

Hulûlcisimleşme ya da enkarnasyon (ruh göçü), yaygın olarak farklı dini inançlara göre Tanrı'nın beden alması, görünüş alanına çıkması veya evren ve insanla bütünleşmesi anlamlarından birine denk gelmektedir. Hint inançlarına göre Tanrı Vişnudeğişik dönemlerde değişik insanların şekline girer ve insanlara yol gösterir. Ana akım Hristiyanlıkinancına göre Tanrı'nın, Teslis'in ikinci hipostazı ve Tanrı'nın oğlu İsa'nın vücudu biçiminde beden alarak insan olduğuna inanılır. İslam'da ise bu inanç, Sünni ve İmami Şii İslam'ın tevhid (Allah'ın birliği) inancıyla bağdaşmamakla beraber Ghulat-i Şîʿa'da mevcuttur. 

Hûlul bilinen tanımı ile Vahdet-i Vücud'ta şu anlamlara gelir:

  • 1. Girme, Arapça: duhûl; bir şeyin içine geçme.
  • 2. Erişme, gelip çatma, Arapça: vusûl; Hûlûl-i şitâ; Kışın erişmesi, ramâzan-ı şerifin Hûlûlü.
  • 3. Tenâsüh akidesinde inançlara göre bir ruhun başka bir bedene girmesi. Arapçatecessüm; (hal) Hûlûl-i dâhili, Hûlûl-i hârici; Sıvıların ve gazların hayvani ve nebatî zarların arasından öteye geçmeleri.


Vahdet-i vücûd / Varlık birliği;

Tasavvuf düşüncesinde, yaratanla yaratılanın tek ve "bir" olduğunu savunan görüştür.

Sûfilere göre kendiliğinden var olan (kaimun bizatihi) varlık (vücûd) birdir; o da Hakk Teâlâ'nın varlığıdır. Bu varlık ezelidir; çoğalma, bölünme, değişme, yenilenme kabul etmez. Ancak Hak, zatı itibarıyla değil; sıfat ve fiilleri itibarıyla bütün suret ve şahıslarda mutlak olmaktan çıkmaksızın ve asla değişikliğe uğramaksızın tezâhür ve tecellî etmektedir.

İçinde farklılıklar ve değişme barındıran tüm evren ve içindeki canlı ve cansız her unsur, ancak O'nun varlığı ile ayakta durmaktadır.

Yaratılışın amacı; Künt'ü, Kenz yani Gizli bir Hazine idim bilinmeyi istedim ifadesi bütün varlıkların ve tüm evrenin Tanrı'nın yansımaları olduğu anlamını taşır.

Nefsini terbiye eden insan oğlu ŞeriatTarikâtMarifet ve Hakikât kapılarından geçer ve en sonunda Hak ile Hak olur (birleşir). (HululHallac-ı Mansur ve Seyyid Nesimi'nin kendilerini ölüme götüren "En-el Hak" sözü, bu inancın yansımasıdır.

"Vahdet-i vücud" tabiri bu öğretinin en büyük sözcüsü olan Muhyiddin İbn Arabi'nin eserlerinde bu kelimeler ile ifade edilmez. İfadeyi ilk kullanan, İbn Arabi'nin öğrencisi Sadreddin Konevi'dir.

Bu şahsiyetler, dönemlerinde dinden çıkmaklasapkınlıkla ve şirkle suçlanmıştır. Hallac-ı Mansur, ölüm anında şu sözleri söylemiş ve Allah'tan katillerini bağışlamasını dilemiştir: Ya Rabbi canımı alan bu kullarını bağışla; çünkü onlar senin bana gösterdiğin sırlarından haberdar değiller, senin bana gösterdiklerini onlar göremezler bilemezler.

Bu inancın en büyük temsilcileri Hacı Bektaş VeliYunus EmreNiyâzî-i Mısrî gibi düşünürlerdir.

Panteizm veya monizmden farkı; Vahdet-i vücut düşüncesinin tek gerçek olan yaratıcı öz'ün parçalanıp çoğalma ve değişim geçirme gibi arıza ve yaratıklara ait özelliklerden kabul edilen sıfatlardan uzak tasavvur edilmesi ve yaratıcı ile evren arasında maddî bir bütünlüğü tasavvur etmemesidir.

İmamiye ekstremizm için üç özellik belirlemiştir: Hulultenasüh ve ibaha.


Tarihte varlık birliği;

İbn Arabi'den önce bazı mutasavvıfların varlıkta Allah'tan başka bir şey olmadığına ilişkin ifadeleri vardır. Maruf el-Kerhi'nin (ö.815-816) kelime-i şehadeti "Vücûdda Allah'tan başka hiçbir şey yok" tarzında ifade eden ilk kişi olduğu söylenir. Hâce Abdullah el-Ensâri (ö.1089) ise kendisine tevhidin ne olduğu sorulduğunda "Yalnızca Allah! Başka bir şey yok!" 

(Allah bes! Bâkî heves!) diye yanıt vermiştir. Gazali'nin de benzeri deyişleri vardır. Mişkâtu'l-Envar adlı eserinde "Arifler, mecazın en aşağı noktasından hakikatın zirvesine yükseldikleri ve miraclarını tamamladıkları zaman vücutta Allah'tan başka bir şey olmadığını aynî müşâhede ile gördüler" demekte, ünlü eseri İhyâ-u Ulumiddin Din'de de "Vücûd'da Allah'tan başka bir şey yoktur...Vücûd yalnızca Gerçek Bir'e aittir" demektedir. Buradaki "Vücûd" terimiyle kastedilen herhangi bir sıfatla nitelendirilmeyen felsefenin de üzerinde durduğu mutlak Varlıktır.

Muhyiddin İbn Arabi ekolünün tarihteki tesirlerinin en çok görüldüğü coğrafya, Anadolu olmuştur. Endülüs'te doğup büyüyen İbni Arabi, Anadolu'da yaptığı seyahatler esnasında; Konya, Kayseri, Malatya, Sivas ve Aksaray gibi şehirlerde bulunmuş, oranın bilginleriyle görüşmüş, öğrenciler yetiştirmiştir. Bunların arasında en ünlüsü ve hocasının görüşlerini yaptığı şerhler ve izahlarla, gelecekteki nesillere taşıyan kişi Sadreddin Konevî'dir. Annesiyle yaptığı evlilik sebebiyle aynı zamanda Muhyiddin Arabi'nin üvey evladı da olan Konevî, yazdığı çok sayıda eserle, vahdet-i vücut düşüncesinin de ilk sistematik izahını yapan kişidir.

Osmanlılarda, İznik'te ilk medreseyi kuran ve ilk Şeyhülislam olan Molla Fenarî'nin, İbni Arabi'nin "Fusûs" adlı eserinin de şarihi bir Ekberi olması sebebiyle, vahdet-i vücuda karşı, Osmanlı topraklarında uzun süre doğrudan eleştiri yapılamamış; hatta İbn-i Arabi'ye karşıtlığıyla bilinen Şeyhülislam Çivizâde Mehmed Efendigörevinden azledilmiştir.

Bu dönemde Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim'in emriyle İbn Arabi'ye yöneltilen itirazların cevaplandırıldığı Farsça bir kitap dahi kaleme alınmıştır. Ancak 17. yüzyıldan sonra bu durum değişmeye ve Vahdet-i vücud'a yönelik eleştiriler artmaya başlamıştır.


Xxx


arapça bükünlü bir dildir.

arapça eklemeli değil, çekimli bir dildir. bazı fiillerde, o fiili yapan (fail) ve fiilden etkilenen (meful) anlamını ifade etmek için fiil belli kalıplara uyarlanır.


Xx


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hallo 🙋🏼‍♀️