Kölelikten, Sultanlığa: Memlük Devleti Tarihi.

Kudüs kapılarından Esbât Kapısı, Batılıların dilinde “Aslanlı Kapı” olarak geçer.
Eriha yönüne baktığı için “Eriha Kapısı”, Hz. Meryem’in dünyaya geldiğine inanılan mağaranın hemen yanında bulunduğu için de “Sitti Meryem Kapısı” adlarıyla da anılmıştır. Memlûk Sultanı Baybars döneminde yapılan iki aslan figürünü, kapının üzerinde bugün de görmek mümkündür.
Hz. Yusuf (a.s.) gibi köle pazarından Mısır sultanlığına kadar giden hikayesiyle, Kahire, Şam ve Filistin’de derin izler bırakan ve Memlük Devleti’nin en ünlü sultanlarından biri olan Baybars.

Sultan Baybars, 1233 yılında Kıpçak ülkesinde dünyaya gelmiştir. On dört yaşlarında iken ülkesi Moğol saldırısına uğramış ve Moğollar tarafından esir alınarak daha sonra Şam’da köle pazarında satılmıştır. Mısır’a geldikten sonra ise o zamanın Eyyubi sultanı Melikü’s-Salih’in birliklerine katılmıştır.
Memlük, Arapça’da “köle” demektir.
Bu kelime, köle pazarlarından satın alınan ve savaşlarda esir düşen köleler için daha çok kullanılmıştır. İslam tarihinde ilk defa memlük kullananlar Abbasi halifeleri olmuştur. Türklerin çoğunlukta olduğu bölgeleri fethedince esir pazarlarından satın alınan memlüklerden oluşan ordular kurmuşlardır. Öyle ki ordunun en iyi birlikleri Türk soyundan gelen bu askerlerden oluşmaktadır.
Hükümdar ve emirlerin muhafız birliklerine bağlı bu köleler, çok zor ve meşakkatli eğitimlerden geçiyor ve kazandıkları üstün meziyetler sayesinde hizmetinde bulundukları devletlerde en üst kademelere kadar yükseliyorlardı. Zamanla kendi adlarını taşıyan bir devlet dahi kurdular.
Viyana, Avusturya Ulusal Kütüphanesi, AF9 (1334);
Bu kopya Mısır Memlük dönemine tarihlenmektedir ve Mısır veya Suriye'de, büyük ihtimalle Kahire'de üretilmiştir. Önlük, sarayında tahtta oturan bir Prensi göstermektedir. Stil Türk'tür: "Resimlerde bu [hüküm süren] Türklerin yüz hatları açıkça yansıtılmıştır ve aynı şekilde tercih ettikleri özel moda ve aksesuarlar da öyledir". Hükümdar, Memlük Sultanı An-Nasir Muhammed olabilir.

“Kölemenler” olarak da bilinen kurdukları bu devletin en önemli özelliği ise adının Devlet-i Türkiye yani Türkiye Devleti olmasıdır. Türkiye ifadesini kullanan ilk devlet olarak tarihe geçmişlerdir.
Memlûk Kelimesinin Etimolojik ve Terimsel Anlamı ile İslam’daki Yeri
Memlûk kelimesi, Arapça “me-le-ke” fiil kökünden türemiş bir ism-i mef’ul’dür ve sözlükte “köle”, “birinin malı olan” anlamlarına gelmektedir. Çoğulu “Memlûkûn” ve “Memâlik”tir. Kelime kaynağını muhtemelen Kur’an’dan almaktadır. Kur’an’ın birçok ayetinde “cins ayırt etmeksizin” köleleri ifade etmek için kullanılır. Yine bu manada Kur’an’da geçen “abd” kelimesi, daha sonraları siyahi köleler için kullanılagelmiştir.
Hz. Muhammed’in hadislerinde de bu kelimeler Kur’an’daki anlamlarıyla kullanılmışlardır.
Memlûk kelimesi sonraları ise İslam tarihinde “hükümdar veya emirlerin muhafız birliklerinde görev yapan özel sosyal ve hukuki bir statüye sahip asker” anlamında kullanılarak yeni bir anlam kazanmıştır. Hakimiyetlerini güçlendirmek amacıyla İslam tarihinde ilk defa “memlûk” kullananlar Abbasi halifeleridir. Devlet içerisindeki İran nüfuzunu kırmak ve ona karşı dengeleyici bir güç unsuru oluşturmak amacıyla halife El-Me’mûn (813-833) zamanında ilk kez “memlûk” kullanılmaya başlanılmıştır.
Prokopius ve Sozomenos gibi V. yüzyıl müellifleri de bütün Araplar’a Sarasin demişlerdir (İA, X, 204).
Memlûklerin Mısır’a Gelişi
Memlûk Devleti’nin kurulması 1250 tarihinde olsa da ortaya çıkışları ve Mısır’a gelişleri daha eski tarihlerde gerçekleşmiştir. Abbasi Devleti içerisindeki Türk askerlerin ve emirlerin giderek nufüzu artmış bu bağlamda onlara geniş iktalar tahsis edilmiştir. Giderek bölge valileri de Memlûk orduları kurmuşlar ve nitekim başarı gösteren Türk kumandanlar çeşitli vilayetlere vali olarak atanmışlardır. Tolunoğlu Ahmet (868-884) ve Ihşid Muhammed bin Togaç (939-946) bu bağlamda Mısır’da memlûk askerlerinin de desteğiyle birer devlet kurmuşlardır. [6] Memlûk askerlerinin Mısır’daki etkinlikleri Fatımîler ve Eyyubîler dönemlerinde de artarak devam etmiş, elit ve askerî bir sınıf oluşturmuşlardır.
( İskenderiye teslim alındığında baskı makinelerinde çeşitli bildiriler bastırdı. Bu bildirilerden birinde halkın gönlünü hoş tutacağını düşündüğü şu ifadeler yer alıyordu:
“… Mısır halkı! Bu topraklara haklarınızı iade etmek ve bu gaspçıları [Memlukleri] cezalandırmak için geldim. Tanrı’ya, onun elçisi Muhammed’e ve Kur’an’a en derin hürmetlerimi sunuyorum! Müslümanlara savaş ilan eden Papa’yı alaşağı eden biz değil miydik? Müslümanlarla savaşmanın Tanrı’nın arzusu olduğuna inanan budala Malta Şövalyeleri’ni biz yenmedik mi?”
Bildiri örneğinde de görüldüğü gibi Napolyon gerektiğinde Papa’ya karşı Müslümanlardan yanaymış gibi görünmekten bile çekinmiyordu. Mısır’da olduğu süre boyunca Bonapart din adamlarını pohpohlamış, Kur’an üzerine tartışmalara girişmiş ve İslam’a dair sohbetler yapmıştır. Bu yolla Mısırlılar içerisinde işbirlikçi gruplar oluşturmayı amaçlamıştır.)
Eyyûbiler Devrinde Memlûklerin Nüfuzunun Artması.

Selâhaddin Eyyûbi’nin ölümünden sonra (1193) varisleri devleti aralarında paylaşmışlardır. Mısır, Şam, Halep, Baalbek ve diğer merkezlerde Eyyûbî ailesinden gelen hükümdarların hakimiyeti altında bir takım emirlikler ortaya çıkmıştır. Çok geçmeden bu beylikler siyasî bir rekabet içerisine girip asker sayısını hızla arttırmaya giriştiler. Nitekim bu amaç doğrultusunda Kıpçak coğrafyasından ve Maverâünnehr’den çok sayıda Memlûk getirerek onları asker olarak yetiştirmişlerdir. Kısa bir süre sonra da bu Türk memlûkler Eyyûbî hükümdarlarının vazgeçilmez güçleri olmuşlar ve bunun neticesinde onlarda siyasî meselelere müdâhil olmuşlardır. Bu müdâhil olmanın neticesinde memlûkler, 267 yıl boyunca Mısır merkezli bir devlete hükmedeceklerdir.

SİYASÎ TARİH
Bahrî Memlûkleri 1250-1382 (El-Memâlik’ül Bahriyye)
Bahrî Memlûkler adlarını Nil Nehri üzerindeki Ravza Adası’nda bulunan kışlalarından almışlardır. Bu kışlaya yerleştirilen memlûkler, Kıpçak ülkesi ve Maverâünnehr gibi Türk bölgelerinden satın alınarak getirtilmiştir. Eyyûbî ordusunun önemli güçlerinden olan Bahrî Memlûkler, Eyyûbî hükümdarı Necmeddin Eyyûb’ün ölümünden sonra Fransa kralı IX. Louis’nin önderliğindeki Haçlı ordusunu 9 Şubat 1250 tarihinde mağlup etti. Yapılan muharebe sonucunda IX. Louis esir düştü. Necmeddin Eyyûb’ün Türk asıllı karısı Şecereddür ve Bahrî Memlûklerinin bu başarılarını takdir etmek yerine Necmeddin’in oğlu Turan Şah, Bahrî Memlûklerin elindek iktaları elinden aldı ve Şecereddür’den mücevherlerini ve mallarını istedi. Nitekim bu sorunlar sebebiyle Turan Şah, Bahrî emiri Baybars El-Bundukarî ve beraberlerindeki emirlerin suikasti sonucunda öldürüldü.

Moğollarla mücadele
![]()
Moğollar 1258 yılında Bağdat'ı kuşatıyor.
13'üncü yüzyılın ortalarında, Hülagu önderliğindeki Moğol ordusu, bir zaferin Ortadoğu'daki hâkimiyetlerini sağlamlaştıracağı Kudüs'e doğru ilerledi.
Aralarında duran tek şey, Mısır'dan atlı Memlüklerin bir bölümüydü. Seferin ortasında, Batı Asya'nın çoğunu fetheden Moğol hükümdarı Hülegu, Mongke'nin ölüm haberini aldıktan sonra Moğolistan'a döndü.
O yokken, güçleri 1260'ta Filistin'deki Ayn Calut Savaşı'nda daha büyük bir Memlük ordusu tarafından yenildi. Bu, yetmiş yıldaki ilk önemli Moğol yenilgisiydi.
Ayn Calut Savaşı, Memlüklerin tekrarlanan Moğol saldırılarını geri püskürtebildikleri için de unutulmaz bir muharebe olarak tarihe geçti.
Memlük başarısının anahtarı, Moğollara benzer, "mükemmelleştirilmiş" ve yetenekli liderlikle birleştirilen benzer bir savaş tarzıydı.
Memlükler, Moğol taktiklerini kullanan eski bir Moğol savaşçısı olan Baybars adlı bir Türk tarafından yönetiliyordu.
Ayn Calut Muharebesi sırasında Kudüs'e yapılan bir saldırı sırasında yakınlarda bir Haçlı müfrezesi vardı.
Herkesin kafasındaki soru,⁉️ Hıristiyan Haçlıların Müslüman işgali altındaki Kudüs'e saldırmalarında Moğollara yardım edip etmedikleriydi.
Savaş şekillenmeye hazırlanırken, Hülagu Khan Mongke'nin ölümünden haberdar edildi ve arkasında 10 bin kişilik bir kuvvet bırakarak Moğolistan'a geri döndü.
Memlükler, Haçlıları Moğollara karşı savaşlarına dahil etmeye çalıştılar.
Haçlılar, yalnızca Memlüklerin Moğollara saldırmak için topraklarını geçmelerine izin vererek göstermelik yardım teklif ettiler. Memlüklere ayrıca, Batu'nun küçük kardeşi ve Altın Orda Hanının yakın zamanda İslam'ı seçmiş olan Berke de yardım ediyordu.
Ayn Jalut, kuzey Filistin'de İncil'de David'in Goliath'ı öldürdüğü yer olarak bahsedilen mahaldi. Memlükler, Suriye kıyısındaki Moğol kalelerinin çoğunu yok ettiler ve Moğolların kullanmakla ünlü olduğu bir savaş taktiği uyguladılar.
Sahte bir geri çekilmenin ardından bir saldırı ve takipçilerini kuşatıp katletmeyle Moğollar birkaç saat içinde bozguna uğradılar ve bu vesileyle Orta Doğu'ya doğru ilerlemeleri durdurulmuş oldu.
Jumi'u't-Tawarikh'e göre Ayn Calut Savaşı (1260)
Reşid-el-Din Hamadani, Jumi'u't-Tawarikh, adlı eserinde şunları not etmiştir:
"Moğol ordularının hem Bağdat hem de Şam'ın savunmasını yendikten sonra durdurulamaz oldukları düşünülüyordu. 1260 yılında Hülagu, Kahire'deki Seyfeddin Kutuz'a teslim olmasını talep eden elçiler gönderdi; Kuduz, elçileri öldürerek ve başlarını şehrin kapılarına koyarak karşılık verdi.
Kutuz bir Moğol istilasına hazırlanırken Hülagu, kardeşi Büyük Han Mongke öldüğünde iktidarı ele geçirmeye çalışmak için geri döndü. Kutuz, Moğollar Şam'ı ele geçirdikten sonra Suriye'den kaçan bir Memluk olan Baybars ile ittifak kurdu.
Moğollar, Acre merkezli Kudüs Haçlı Krallığı'nın kalıntılarıyla ittifak kurmaya çalıştılar ancak Papa IV. Alexander bu ittifaka mani oldu ve Hristiyanlar tarafsız kaldılar.
Hem Memluk hem de Moğol orduları 1260 yılının Temmuz ayında Filistin'de kamp kurdular. Sonunda 3 Eylül'de Ain Jalut'ta bir araya geldiler ve her iki taraf da yaklaşık 20 bin kişiden oluşuyordu.
Memlükler, Moğol süvarilerini sahte bir geri çekilmeyle geri çektiler ve Kuduz, yakındaki vadilerde gizlenmiş süvari rezervleri boyunca başarılı bir karşı saldırı için birliklerini topladı.
Moğollar geri çekilmek zorunda kaldılar ve Hülagü'nün yardımcısı Ket Buqa Noyan yakalanıp idam edildi. Baybars Kahire'ye dönüş yolunda Kuduz'u öldürdü ve bizzat padişah oldu. Ardılları ise 1291 yılına kadar Filistin'deki son Haçlı devletlerini ele geçirmeye devam edeceklerdi."
Memlüklerin yenilgisi Moğolların Kutsal Topraklara ve Mısır'a girmesini engelledi. Ancak Moğollar zaten sahip oldukları toprakları koruyabilirler.
Moğollar başlangıçta yenilgiyi nihai olarak kabul etmeyi reddettiler ve Şam'ı yıktılar, sonunda Ortadoğu'daki diğer hırslardan vazgeçtiler ve daha sonra Bağdat'ı ve İran'ı terk edip Orta Asya'ya yerleştiler.
1260'ta Ayn Calut'taki Moğol yenilgisi, doğrudan Cengiz'in torunları arasındaki ilk önemli savaşa yol açtı.
Memluk lideri Baybars, Batu'nun kardeşi ve halefi Berke Han ile ittifak yaptı. Berke İslam'ı seçmişti ve bu nedenle dini nedenlerle ve yeğeni Hülagü'yü kıskandığı için Memlüklere sempati duyuyordu.
Hülagü, Baybars'ı cezalandırmak için Suriye'ye bir ordu gönderdiğinde, aniden Berke tarafından saldırıya uğradı.
Hülagü bu tehdidi karşılamak için ordusunu Kafkasya'ya geri döndürmek zorunda kaldı ve Memlükleri Filistin'de ezmek için Fransa ve İngiltere kralları ve Papa ile müttefik olmak için defalarca girişimlerde bulundu.
Ancak, Kublai İlhanlılara yardım etmek için 30 bin asker gönderdiğinde Berke geri çekildi. Bu olaylar zinciri, Moğolların Güneybatı Asya'daki genişlemesinin sonunu işaret ediyordu. 13
Ne Khublai ne de Hülagü, Ayn Calut'un yenilgisinin intikamını almak için ciddi bir çaba göstermedi. Her ikisi de dikkatlerini öncelikle fetihlerini sağlamlaştırmaya, muhalefeti bastırmaya, kanun ve düzeni yeniden kurmaya adadılar.
Amcaları Batu ve onun Altın Orda halefleri gibi, onlar da saldırı hareketlerini ara sıra yapılan baskınlarla veya fethedilmemiş komşu bölgelerdeki sınırlı hedeflere sahip saldırılarla sınırladılar.


Sultan Baybars dönemi paralar. Baybars döneminde inşa edilen bütün eserlere, onun sembolü olan pars figürü işlenmiştir.
![]()
“Yûnus Emre” özel dosyasında ise Mustafa Tatcı ile Yûnus Emre’nin bugünün insanına söylemek istediklerini konuşurken Dr. Ömer Yağmur, Yûnus’un 15. yüzyılda Latinceye çevrilen iki şiirini anlattı. Ayrıca Prof. Dr. İsmail Güleç “Yûnus’un gözüyle neden derviş olamayız?” sorusuna cevap verdi.
Bugünkü İran topraklarında kurulmuş ilk büyük uygarlık Perslere aittir. “İran”ın sözcük anlamı “Aryanların Ülkesi”dir.
Hint Avrupa kavimlerinden Medler ve Persler'in bölgeye yerleşmesiyle ve Medler'in zamanla bir imparatorluk kurmasıyla gelişen süreç, milattan önce VI. yüzyıla kadar devam etti.
🟥

Nureddin Zengî Bimaristanı;
Şam'da Antakya Kapısı ardında yer alan yapı, doğu eyvanı üzerindeki mermer kitâbesine göre 1154'te Nûreddin Zengî tarafından yaptırılmıştır.
🔻Velîd, Mercüssuffer'den kaçan Bizans birliklerinin peşine düşerek onların sığındığı Dımaşk'ı fethetti (Receb 14 / Eylül 635). Ancak Herakleios'un bölgeye büyük bir ordu göndermesi üzerine Dımaşk'ı boşaltıp Yermük vadisine geldi ve Bizans ordusunu bu defa da hezimete uğrattı (12 Receb 15 / 20 Ağustos 636)❗️
Dımaşk'ın fethini takip eden süreç içinde tamamlanmış olan binanın daha sonra benzer kuruluşlara örnek teşkil edecek vakfiyesi de bu sırada tanzim edilmiştir. Zaman içinde yapıda önemli tamir ve tâdilâtlar yapılmıştır. Binanın içinde yer alan ikinci bir kitâbeden, yapının 1283'te Memlûk sultanı el-Melikü’l-Mansûr Seyfeddin Kalavun tarafından önemli ölçüde tamir ve tâdil ettirildiği, vakfiyesinin de yeniden düzenlendiği anlaşılmaktadır. Binanın süslemelerinin büyük çoğunluğu bu tamir ve tâdilâttan kalmıştır. Yapının orta avlusunun güneybatı köşesindeki kapısı üstünde yer alan stuko şebekenin binanın ilk süslemesinden kaldığı tahmin edilmektedir.
Merkezî bir avluya göre tanzim edilmiş dört eyvanlı plan şemasına sahip yapının köşelerinde dört büyük oda ve yanlarda ikişer küçük mekân yer almaktadır. Köşelerdeki odalar çapraz tonoz örtülüdür. İç avluya batı tarafından, görkemli görünüşü olan dış kapıdan geçilen bir giriş bölümünden doğrudan ulaşılmaktadır. Üzeri mukarnaslı sivri ve yüksek bir kubbe ile örtülü olan bu bölümün hemen bitişiğinde helâları ve abdest alma yerlerini ihtiva eden ortası havuzlu bir bölüm mevcuttur. Bu bölümün üstü de kubbeli olup ortasında bir açıklık yer almaktadır. Bu mekânla irtibatlandırılması mümkün olan ana binaya bağlı bir başka binanın da mevcudiyeti kuvvetle muhtemeldir.
Yapının dışarıya açılan cephesi sokağın durumuna uygun biçimde düzenlenmiştir. Mukarnaslı bir üst bölümle nihayetlenen taç kapı dikkat çekici bir görünüşe sahiptir. Geçmeli geometrik süsleme biçimi sergileyen taç kapının giriş bölümü göz alıcı bir girinti yapacak şekilde tanzim edilmiştir. Bu özellikleriyle kapının yeni etkilerle farklı kılınmış olağanüstü bir görüntüsü vardır. Taç kapıdan geçilerek ulaşılan giriş bölümünün üzerini örten mukarnaslı kubbe ve bu kubbeye geçişi sağlayan mimari düzenleme de Zengî mimarisi içinde yakın benzerleri bulunan bir uygulama olup farklı ve şaşırtıcı bir atmosferin meydana gelmesini sağlamaktadır.
Çok sayıda devşirme malzemenin de kullanıldığı binanın ana eyvanı Suriye'ye has kemerli ve at nalı biçimi profiliyle ilginç bir görüntü verirken batı eyvanının yan duvarında yer alan iki küçük kemerli kapıda hemen hemen aynı görüntü söz konusudur. Batı eyvanındaki mukarnas teşkilâtı da binanın orijinal süsleme anlayışının bir parçası olmalıdır. Yapı bugün Arap Tıp ve Bilimler Müzesi (Methafü't-tıb ve'l-ulûm inde'l-Arab) olarak hizmet vermektedir.
Badel harab'ül Basra
Badel harabül Basra deyimi ne demektir? Bade Harabül Basra deyiminin öyküsü nedir?
Bade Harabül Basra; (yaygın galat kullanımı ile Badel harab ül Basra) "İş işten geçtikten sonra...” anlamına gelen deyimdir. Arapça'dan tam tercümesi "Basra harap olduktan sonra.." dır. Asıl olan yok olduktan sonra kalanlar neye yarar anlamında kullanılan deyimin ilk kez Moğolların Basra'yı yakıp yıktıktan sonra kendisine akıl danışması üzerine bir alim tarafından söylendiği rivayet edilmektedir.
Halk arasındaki söylencelere göre ise deyimin öyküsü şudur: Basra'ya yolu düşen fakir bir derviş karnını doyurmak için kimin kapısını çaldıysa eli boş kalmış. Sadece bir kasap ona bir parça çiğ et vermiş. Ancak derviş eti pişirmek için ateş bulamamış. Ateş yakmak için kimden yardım istedi ise onu terslemiş. Bunun üzerine derviş "Allah'ım Basra halkının hayırsızlığından ve cimriliğinden sana sığınırım. Bana şu eti pişirecek bir parça ateş lütfet " diye yalvarmış.
Tam o sırada Basra'da büyük bir yangın çıkmış. Herkes sağa sola kaçışırken dervişi, yangın alevlerinden istifade yaktığı ateşle eti kızartıp, karnını doyurmanın telaşı içindeyken, ona önceden yardım etmeyen Basralılar, "Sonunda aradığın ateşi bulmuşsun" demişler.
Derler ki derviş de onlara cevap olarak "Basra Harab Olduktan Sonra" anlamına gelen bu sözü söylemiş.
Xx



Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hallo 🙋🏼♀️