Cartesianischer Skeptizismus – René Descartes
Du hast einen Traum. Dann wachst du auf und realisierst, dass es ein Traum war. Du machst immer das, was du tust, wenn du aufwachst, aber dann wachst du wieder auf und merkst, dass es eigentlich ein Traum war. Die überwiegende Mehrheit von euch hat diese Erfahrung mindestens einmal gemacht. Das ist frustrierend. Denn es weckt Zweifel im Kopf: "Woher weiß ich, dass ich mich nicht gerade in einer anderen Schicht von Träumen befinde?" Vielleicht haben die meisten von Ihnen diesen Zweifel einfach beiseite gewischt, aber René Descartes hat viel Wert darauf gelegt.
Wie? Schauen wir uns diese philosophische Idee an, die als cartesianischer (methodischer) Skeptizismus bezeichnet wird.
Zur Wahrheit gelangen
René Descartes war nicht nur Philosoph, sondern auch Mathematiker und Wissenschaftler, daher war es für ihn sehr wichtig, zur Wahrheit zu gelangen, zur absoluten Wahrheit. Deshalb hat er sich zum Ziel gesetzt, nur die richtigen Informationen zu finden. Er musste die Fehlinformationen loswerden, weil die Konsequenzen, die er aus den Fehlinformationen ziehen würde, ebenfalls falsch wären, und dies könnte unsere gesamte Denkweise beeinflussen. Da die Informationen, die wir erhalten, übermäßig miteinander interagieren, werden diese Fehler dazu führen, dass unser gesamtes Bewusstsein im Laufe der Zeit voller falscher Informationen ist.
Wir können das mit Äpfeln in einem Korb vergleichen. Selbst wenn ein fauler Apfel darin steckt, kann dieser Apfel alle anderen Äpfel verfaulen lassen. Was werden wir also als Lösung tun? Wir müssen alle Äpfel in den Korb gießen und jeden einzelnen überprüfen, dann nur die nicht faulen auswählen und in den Korb werfen. Auf diese Weise kann sichergestellt werden, dass alle Äpfel unversehrt bleiben.
Wie Sie an der Analogie sehen können, müssen wir zunächst alle Informationen in unserem Gehirn anzweifeln. Wir müssen die Genauigkeit jeder von ihnen mindestens einmal testen. Aber unter den Informationen, deren Richtigkeit wir geprüft haben, gibt es solche, über deren Wahrheit oder Falschheit wir kein endgültiges Urteil fällen können, so dass wir sie als falsch betrachten müssen. Denn wenn ein Apfel wahrscheinlich faul ist, besteht die Gefahr, dass der gesamte Korb verrottet. Descartes zieht es daher vor, bestimmte Schlussfolgerungen zu ziehen, anstatt den Korb zu riskieren. Er versucht, seine Denkweise nur auf Informationen aufzubauen, von denen er absolut sicher ist, dass sie wahr sind. Er glaubt, dass er frei sein kann, indem er in der Lage ist, sich für richtig und falsch zu entscheiden. Aus diesem Grund durchlaufen die Sinne und der Verstand, die in der Erkenntnistheorie (Wissensphilosophie) die bevorzugten Methoden zur Informationsbeschaffung sind, diesen Filter.
Descartes beginnt mit der Frage: "Kann ich meinen Sinnen trauen?" Worauf er antwortet: Nein. Es gibt Zeiten, in denen uns unsere Sinne manchmal täuschen. Wenn du dich zum Beispiel einem Tier näherst, das du für einen Hund hältst, erkennst du vielleicht, dass es sich in Wirklichkeit um eine Katze handelt. Oder wenn du dich nach einer Mahlzeit sehnst, wenn du das Haus betrittst, riechst du das Essen, nach dem du dich sehnst, obwohl ein anderes Gericht im Haus zubereitet wurde. Darüber hinaus gibt es viele wissenschaftliche Studien über die Wirkung unseres Gedächtnisses und unserer Erwartungen auf unsere Wahrnehmung.
Es gibt viele Beispiele wie diese, dass unsere Sinne uns täuschen können. Wenn wir in einigen Fällen auf diese Weise getäuscht werden können, warum sollten wir dann nicht auch in dem anderen Wissen, das wir durch die Sinne haben, getäuscht werden? Wie kannst du beweisen, dass du gerade an Schizophrenie leidest und nicht halluzinierst? Vielleicht ist etwas anderes auf dem Bildschirm Ihres Telefons/Computers geöffnet. Oder starren Sie vielleicht nur an die Wand? Man kann sagen: "Ich bin sicher nicht so", aber viele Psychiatriepatienten geben nicht zu, dass sie krank sind.
In der Tat kann man in einer Simulation sein, die nur in den eigenen Geist geladen wird, verbunden mit einer Maschine wie im Matrix-Film, man kann in einem Studio sein, wie in der Truman Show. Vielleicht befinden Sie sich sogar in einem Traum, wie im Film Inception.
René Descartes glaubt, dass es zwei Gründe geben könnte, warum wir falsch liegen.
1. Rüya
Yukarıda verdiğim Başlangıç filmi örneği, Descartes ‘ın görüşüne daha yakındır. Çünkü Descartes rüyada olmadığımızı kanıtlamak için hiçbir sağlam temellendirme yapamayacağımızı savunur. Evet, belki de rüyalar algıladığımız gerçeklikten daha fantastik, daha bilinçaltı odaklı olabilir. Ama ya diğerlerinden çok daha gerçekçi bir rüya katmanındaysak… Ya da rüyada olduğumuzu fark ettiğimizde bunu ” lucid ” bir rüyaya çevirebilecek kadar bilinçaltımıza hakim değilsek…
2. Aldatıcı Cin
Descartes, eğer uyanık isek de bunun sebebinin görevi bizi aldatmak olan kötü bir cin olabileceğini düşünür. Bu cin, zihnimiz üzerinde kontrol sahibi olabilir, duyularımızı yanlışa yönlendirebilir. Hatta bu yetkilere sahip olan, Tanrı bile olabilir.
Evet, bu argümanlar çok çılgınca gelebilir. Bunda haklılık payınız var tabii ki. Zaten Descartes da bunların böyle olduğunu söylemiyor. Sadece ihtimalinin olmama ihtimalinin yokluğunu belirtmek istiyor. Yani duyularının yanılmasının bunlar gibi nedenlere bağlı olabileceğini savunur. Zaten bu tür şüphelerin günlük hayata taşınmasının pek yararlı olmayacağını kendisi de söylemiştir. Neyse şimdi konumuza tekrar dönebiliriz.
Düşünüyorum Öyleyse Varım
Duyularına bile güvenemeyeceğini anlayan Rene Descartes artık her şeyden şüphe edebileceğini düşünmeye başladı. Öyle ki kendi varlığını bile sorgulamaya başladı. Gerçekten var olan birisi miydi? Varlığından nasıl emin olabilirdi? Veya bundan önce nelerden kesin olarak emin olabilirdi?
Descartes, septikler gibi doğru bilgiye ulaşmanın imkansız olduğunu düşünmek yerine yöntemli bir şüpheciliği benimsedi. Doğru bilgi arayışına koyuldu. En sonunda bir bilgiden tamamen emindi: Şüphe ediyordu. Evet, ne olursa olsun şüphe etmediği tek şey, o anda şüphe ediyor olduğuydu. Yani düşünüyordu: Sorguluyor, akıl yürütüyor, bilgileri akıl süzgecinden geçiriyor, şüphe ediyordu. Bunlar düşünmenin genel özellikleriydi. Yani kesin olarak düşündüğünü biliyordu. Kendisi var olmalıydı ki düşünebilsin. Olmayan bir varlık düşünemez. Buna dayanarak felsefe tarihinin en ünlü sözlerinden birisi olan o sözü söyledi: Düşünüyorum öyleyse varım ( Cogito ergo sum ).
⚠️ Matematik
Descartes cebirin ve geometrinin kullanıldığı bir kartezyen ya da analitik geometri geliştirdi. Cebir çalışmaları Isaac Newton’un (değişkenler hesabı ve üçüncü derece denklemler) ve Gottfried Leibniz’in (sonsuz küçükler metodu) son çalışmalarını etkiledi.
~ bilgi edinmenin doğasını ve yöntemlerini incelerken, matematiksel yöntemleri örnek alarak, bilginin doğru olduğunu kesin bir şekilde kanıtlayacak bir metodoloji önerir. Bu metoda "analitik yöntem" adını verir ve ona göre, bir sorunu parçalara ayırarak ve her parçayı ayrı ayrı analiz ederek doğru sonuçlara ulaşmak mümkündür.‼️
Rasyonalist Descartes
” Düşünüyorum öyleyse varım. ” sözü, Descartes’ ın sıkı bir rasyonalist olduğunun kanıtıdır. Çocukluğundan beri inandığı duyuların yanıltıcı olduğunu anladığı için aklına sığınma ihtiyacı duymuştu. Bundan sonra güvenilir saydığı sonuçlara sadece aklıyla ulaşmış olması gerektiğine karar verdi. Öyle ki Felsefenin İlkeleri isimli kitabının ikinci bölümünde sadece aklını kullanarak, deneye ihtiyaç duymadan birçok fizik kanununu açıklamaya çalışmıştır. Bunların yanında Descartes ‘ın bir matematikçi olduğunu da unutmamak gerekir.
Düalist Descartes
Buradaki akıl yürütmesi şöyledir: Eğer varlığımdan sadece aklın sayesinde emin olabiliyorsam bu, bedenimden şüphe etmemin önündeki bir engel değildir. Bir bedene sahip olmayabilirim. Sadece bir laboratuvardaki kavanozun içerisindeki bir beyinden ibaret olabilirim. İnsan olduğumu zannetmeye yönelik programlanmış bir yapay zeka olabilirim. Hatta hiçbir maddi töze gereksinim duymayan bir ruh da olabilirim. Bu yüzden ruhu – yani düşünmemize olanak sağlayan şeyi – bir bedenle veya herhangi bir maddeyle ilişkilendirmem doğru olmaz.
Varlığının ve düşünme eyleminin üzerindeki şüpheyi ortadan kaldırdıktan sonra başka doğrular aramaya yönelen Descartes, sonrasında tanrının da varlığından kesin olarak emin olur. Materyalistlerin yaptığı gibi somut kanıtlar aramaktansa bu konuya aklıyla yaklaşmayı denemiştir.
Alametifarika ismini verdiği argümanın akıl yürütmesi ise şöyledir: Zihinlerimizde mükemmel bir varlık kavramı bulunmaktadır. Sonsuz derecede güçlü ve iyi, her şeyi bilen, başlangıcı ve sonu olmayan bir varlık kavramı… Bu kavram hiçlikten gelmiş olamaz. Tanrı, varlığını kullarına kanıtlamak için bu kavramı zihinlerimize yerleştirmiş olmalıdır.
Bu argüman birçok kişi tarafından fazlasıyla eleştirilmesine rağmen Descartes ‘ın en sıkı tutunduğu düşüncesi olmuştur. O ana kadar fazlasıyla şüpheci davranmasına rağmen bu bilgiden – mükemmel bir tanrının var olduğundan – kesin olarak emindir. Öyle ki tanrının varlığı ve mükemmelliği düşüncesini, kendi ortaya attığı kartezyen şüphecilik düşüncesine bile değişmiştir.
Tanrı Bizi Aldatabilir mi?
Evet, artık elinde kendisinin var olduğu, düşünebiliyor olduğu ve mükemmel bir tanrının var olduğu düşünceleri var. Ama bir yerden sonra bu mükemmel Tanrı fikrinin Descartes ‘ın şüpheci olmasına gerek bırakmadığını fark ediyor. Buna dair akıl yürütmesi de şöyledir: Eğer mükemmel bir Tanrı varsa bu Tanrı iyiliksever bir Tanrı olmak zorundadır. Ancak böyle mükemmel sayılabilir. Eğer bu Tanrı iyiliksever ise kullarının aldanmasını istemez veya onları aldatmaz. Onların hakikati bilmesini ister. Aksi halde bu, kötülere özgü bir davranış olur. Bu yüzden duyularımızla da aldanmamıza imkan yoktur. Hatta şüphe edecek bir durum da kalmamıştır. Çünkü tanrı aldanmamızı istemez!
🔻Büttner meleklere “Haydi Adem'in önünde secde edin” dediğimizde İblis dışında hepsi yere kapandı. O ise, reddetti bunu, kibrine yediremedi ve hakkı görmezlikten gelerek inkârcılardan oldu.~ Bakara,34
🔻(İblis) şöyle demişti: “Beni saptırmana karşılık, ben de onları (saptırmak) için senin doğru yolunun üzerine oturacağım."~ A'râf-16 <S.Olbrich>
Eğer rüyada olduğumuzu düşünüyorsak da rüyaları gerçeklerle ayıran temel farklar olduğunu söyler. Böylelikle derin analojiler, ve akıl yürütmelerle ortaya atıp geliştirdiği kartezyen şüphecilik düşüncesini çok basit bir şekilde çürütmüştür. Kısacası kartezyen ( yöntemli ) şüphecilik sayesinde vardığı bu bilgiye dayanarak kartezyen şüpheciliğin kendisini çürütmüştür. İşte mutlu – belki de acı – son!
Man kann sagen, dass Descartes dieses Comeback feierte, vielleicht weil er zu Lebzeiten sehr heftiger Kritik ausgesetzt war. Zudem lebte er in einer Zeit, in der ketzerverdächtige Gedanken nicht erwünscht waren. Er schrieb sogar einige seiner Bücher, als Galileo Galilei wegen seiner Ketzerei vor Gericht stand. Könnte es sein, dass René Descartes auch ein gläubiger Christ war und die Konsequenzen fürchtete, wenn er sich für den Skeptizismus statt für Gott entschied? Vielleicht. Das sind nur Vermutungen. Wie sieht die Wahrheit aus, wer weiß? Können wir uns da ganz sicher sein? Nein.
〠
Das Angelman-Syndrom tritt auf, wenn ein Gen namens UBE3A fehlt oder fehlerhaft ist.
x
Philosophie; Es wird definiert als ein Konzept, das aus der Kombination der griechischen Wörter "philia", was lieben, verfolgen, suchen bedeutet, und "sophia", was Weisheit bedeutet, und Zweifel besteht und zweifellos die Grundlagen der Philosophie bildet, aber Descartes Es erzeugt fast einen Verdacht und präsentiert ihn uns in einer völlig anderen Dimension.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hallo 🙋🏼♀️