31 Mayıs 2025 Cumartesi

Babil Yaratılış Destanı & I‘m Your Man.

Mezopotamya, “iki nehir arası” anlamına gelen Yunanca kökenli bir kelime olup günümüzde Irak, İran, Suriye, Kuveyt ve Türkiye’nin belirli bölgelerini kapsayan bir coğrafyadır. Doğu Akdeniz, kuzeydoğu Zagros Dağları ve güneydoğu Arap Platosu ile çevrili olan bu bölge, Bereketli Hilal’in bir parçası olarak bilinir ve insan medeniyetinin kökenlerine ev sahipliği yapmıştır.

Yunanca kökenli Mezopotamya kelimesi, “iki nehir arası” anlamına gelir. Mezopotamya’nın en basit tanımıyla kelime anlamı, “iki nehir arası bölge veya ülke”dir. İki nehir ise Fırat ve Dicle Nehirleri’ni temsil eder.

“İki nehir” terimi, Mezopotamya’nın adı içinde Dicle ve Fırat nehirlerine işaret eder. Bu bölge, su ile çevrili olup Arapça’da “El Cezire” olarak bilinir. 

Basra Körfezi’nin kuzey ucundan başlayarak İncil’de Cennet Bahçesi olarak bahsedilen bu alan, Mısır Bilimci J.H. Breasted tarafından 1916’da “Bereketli Hilal” kavramıyla tanımlanmıştır.

Babil krallarının çoğu yabancı kökenliydi. Şehrin yaklaşık iki bin yıllık tarihi boyunca yerli Babil (Akat), AmoritKassitElamAramiAsurKeldaniPersYunan ve Part kökenli krallar tarafından yönetilmiştir.

Son kralı Nabonidus yönetimindeki Yeni Babil İmparatorluğu'nun en geniş topraklara sahip olduğu dönem haritası


Gılgamış Destanı'nda tufanKitâb-ı Mukaddes ve Kur'an tarafından da benzeşik ifadelerle tekrarlanır.
Nuh'un gemisi, Zübdetü't-Tevarih, Gılgamış DestanıKitâb-ı Mukaddes ve Kur'an'da yeni sunumlar kazanır.

Gilgamesh Destanı ve Ninsun’un Rolü

Gilgamesh Destanı’nın farklı versiyonlarında, Ninsun’un rolü çeşitlilik gösterir. Özellikle “Standart Babil” versiyonunda, Ninsun; oğlunun rüyalarını yorumlaması, Şamash’a yaptığı dualarla onu koruması ve Enkidu’yu aileye dahil etmesiyle öne çıkar. Bu bağlamda, Ninsun sadece biyolojik bir anne değil, aynı zamanda manevi bir rehber, koruyucu ve aracıdır.

Gılgamış, M.Ö. 2300 civarında yaşamış. Yarı efsanevi biri. Annesi Ninsun isimli bir tanrıça, babası ise bir şeytan: Lilla. Bu yüzden üçte biri insandan üçte ikisi tanrıdan yaratılmış. Bağdat ile Basra arasındaki ilk Sümer yerleşimlerinden Uruk’un kralı. Bu şehir göktanrı An ve eşi Inanna adılmış Eanna Tapınağı ile meşhur. 

Asur’un başkenti binlerce yıllık Ninova bulunur. Asur Kralı Asurbanipal’ın Şiir Tanrısı Nobu adına kurduğu bir tapınağın kalıntıları arasında pek çok tablete rastanır. Gılgamış Destanı’nın bu tabletler arasında bulunan ve adına Ninova anlatımı denilen en az eksikli biçimi destanı. 

Eski Nemrud ve Ninova kentlerinin kalıntılarıdır bunlar


Gılgamış Destanı’nın VI. Tableti’nde Tammuz’dan, kırık kanatlı bir allalu kuşuna dönüştürülen İştar’ın gençliğinin aşkı olarak bahseder. 

🌳Akçaağaç,karaağaç,kayın,kavak🌲

GILGAMIŞ DESTANI


Aşkın ve Ölümün Destanı: Gılgamış II
🔻ilk birleşik Sümer devleti olan Akad İmparatorluğu ’nun 4200 yıl önce kentleri su rezervlerinden tümden yoksun bırakan güçlü kuraklık ve kum fırtınalarından dolayı birdenbire dağılarak yok olduğu sonucuna vardı.
milattan önce 2.200 yıllarında Ortadoğu’da fiilen tüm büyük kentleri yok eden güçlü bir kuraklık dalgasının başlamış olduğu yönünde güçlü ipuçları verdi. büyük kuraklık yaklaşık 300’ü aşkın yıl sürdü ve sona erdiği dönem, Mezopotamya ‘nın yeniden doğuşuna ve Babil’in kurulmasına denk geliyor.❗️

Gılgamış Destanı, MÖ 3000’in Sümerinden, Asurlulara, Babillilere ve Anadolu’ya Hititlilere kadar dilden dile dolaşan bir mit yani kutsal bir kahramanlık öyküsüdür.

⚠️Enûma Eliš (Türkçeleştirilmiş: Enuma Eliş) Antik Mezopotamya'da yazılmış Yaratılış mitine verilen isimdir. Destanın başlangıç metninin ilk iki kelimesi olup, manası ''yukardayken'' dir. Destan, yaklaşık 1000 satırlıdır ve 7 farklı çivi yazısı tabletine yazılmıştır.❗️

Gılgamış, ejderhalarla, gölgelerle, kötülüklerle savaşan Antik Yunan’da Herakles, Roma’da Herkül, Orta Çağ mitolojisinde Saint George olarak gördüğümüz kahramanların ilk örneğidir. Ülkemizden de geçen Fırat nehrinin kıyısında bulunan Uruk şehrinin kralıdır Gılgamış. Kendisinin gerçekten yaşamış, Uruk şehrinin etrafını surlarla çevirmiş Kiş sülalesinin beşinci kralı olduğu da düşünülmektedir.

Yunan mitolojisinin Havva’sı

Pandora Yunan mitolojisinin Havva’sıdır. İlk biçimi Sümer mitolojisinde adı geçen Lilit’tir. 

Ana tanrıça Tiamat da tanrılarla savaşta Kingu’yu yaratır. Yapılan savaşta Marduk ve tanrılar galip gelir. Marduk öldürdüğü ana tanrıçanın vücudundan göğü ve yeri oluşturur.

Marduk’un babası Ea (Enki)’nin önüne getirilen Kingu’nun damarları yarılarak kanından insan yaratılır. Tanrılar insanları kendilerine hizmet etmeleri için var ederler. Söylencede Kingu canavar, şeytan olarak geçer.İnsan da bu canavarın kanından yaratılır. 

tanrıçalardan birinin ismi; Enki’nin kaburgasını iyileştirecek olan “kaburganın tanrısı” anlamına gelen “Minti” dir. S.N. Kramer’e göre “Ti” sözcüğü Sümerce “kaburga” kadar “yaşam” anlamına gelen çift anlamlı bir sözcüktür. Aynı zamanda “Minti” yaşam anlamında “yaşamın tanrıçası”dır. Havva’nın anlamının yaşam olması gibi. 

Bu mitolojide kadının yaşam verme gücü yani neolitiğin “ana tanrıça” kültünün izlerini ve toplumsal yaşamda ağırlığını koruduğu görülmektedir. Ådem ve Havva anlatımını çağrıştırmaktadır. Ancak Sümer mitolojisinde tam tersi roller söz konusudur. Kadın erkeğin eklentisi olarak yaratılmamış onu kurtarıp yeni bir yaşam vermiştir.
“…Adem ve Havva’yla yani ilk insanla başlayan anlatımın tüm özellikleri ideolojik kültürün damgasını taşımaktadır. 

İlk olarak deniz vardır, deniz ve yer birleşir, kozmik bir dağ ortaya çıkar, tanrılar insan haline gelir ve Anu (Gök tanrısı) ile Ki (Yer tanrısı)’nın birleşiminden Enlil (Hava tanrısı) doğar. Enlil’in Ki’yi ele geçirmesiyle Nimmah (ana tanrıça) ortaya çıkar ve dünyanın esas şeklini ve düzeni Nimmah tarafından oluşturulur. Bu durum Gılgamış Destanı’nda da ele alınmıştır.


İnsanın yaradılışına bakarsak; insan tanrılara hizmet edilmesi için yaratılmıştır. Bilgelik tanrısı Enki’nin isteği üzerine insan, Ninmah ve Nammu tarafından dünyaya gönderilmiştir. Sümerler bu inanışa uygun olarak tarımla uğraşmayı tanrılara bir hizmet olarak görmüşlerdir.

Anu: Gök tanrısı
Enlil: Hava tanrısı
Ki: Yer tanrısı
Enki: Bilgelik tanrısı
Nimmah: Ana tanrıça
Nanna: Ay tanrısı
Utu: Güneş tanrısı

İnanna: Aşk tanrısı.. 

Tüm mitolojilerde rastlanan tek tanrının üç yönünü temsil eden üçlü tanrı takımına bu bölgede de rastlamaktayız.

Bunlar; gökyüzünü temsil eden Anu, yeryüzünü temsil eden Enlil ve suları, bilgiyi temsil eden Ea’dır. Aynı zamanda Ay Tanrısı Sin, Güneş Tanrısı Şamaş ve güzellik, aşk Tanrıçası İştar başlıca Tanrılardır. Gılgamış destanında da aynı mitolojik öğeler yer almaktadır.

🔻Akadca, Eski Yakın Doğu'nun ortak diliydi ve Babilce, Akadca’nın bir lehçesiydi. Pers İmparatorluğu'nun yükselişiyle yerini Aramiceye bırakıncaya kadar yaklaşık iki bin yıl kullanıldı.Nisan, Sivan, Tammuz, Elul gibi ay isimlerinin birçoğu Babil tanrılarının adıydı.Daha da tuhafı yaz sıcağında adı geçen Dummuz, (Tammuz) çocukları yakarak kurban olarak sundukları Babil'in ateş tanrısıydı.❗️

Akrep adamlar da Gılgamış’taki tanrısal yönü fark ederek geçmesine izin verirler.

Amanoslar’da, Mezopotamya’nın dinsel başkenti Nippur’un tanrısı Enlil’in ormanları vardır. Koruması için bekçi olarak Humbaba (kimi çevirilerde Huvava) görevlendirilmiştir.

Enkidu ve Gılgamış, Humbaba’yı öldürerek Tanrıları kızdırdıklarının farkındadırlar. Çünkü Humbaba, Tanrılar tarafından kutsanmış bir canavardır. Nippur’daki tapınağa gösterişli bir kapı yapmak için keresteler götürürler böylece Tanrıların gönlünü alabileceklerdir. 

🔻 Humbaba veya Huwawa, Akad mitolojisindeki canavarımsı bir devdir. Tanrıların yaşadığı sedir ormanının bekçisi, koruyucusudur. Yüzü aslan yüzüdür. Huwawa veya Humbaba Hititler ve Hurriler'de Kupapa'dır ki Kibele olarak Yunan ve Arap dillerine evrilmiştir.❗️

İran'ın Zagros dağlarına (antik Elam) sedir ormanına gittiğini söyler ancak daha sonraki ayrıntılı Babil örneklerinde sedir ormanlarını Lübnan'ın batısı olarak gösterir.

Sebitti veya Sebittu Neo-Sümer , Akad , Babil ve özellikle Asur geleneğinde yedi küçük savaş tanrısından oluşan bir gruptur . 

Sebitti kelimesi ve onun çok sayıdaki varyasyonu genellikle "yedili", "yedili grubu" veya "onların yedisi" gibi anlamlarla çevrilir.

⚠️Bunlar onun kendi çocuklarıydı: Bašmu ("Zehirli Yılan"), Ušumgallu ("Büyük Ejderha"), Mušḫušu("Öfkeli Yılan"), Laḫmu ("Tüylü Yılan"), Ugallu ("Büyük Hava-Canavarı"), Uridimmu ("Çılgın Aslan"), Girtablullû ("Akrep Adam"), Umū dabrūtu("Şiddetli Fırtınalar"), Kulullû ("Balık Adam") ve Kusarikku ("Boğa Adam")). ‼️

Sebitti , Enlil , Ninurta ve Marduk hakkındaki bazı mitlerden bilinen az bilinen bir düşman figürü olan Enmešarra'nın oğulları olarak görünebilir . 

Elam tanrılarının bir Mezopotamya grubu olan sözde " Elam'ın İlahi Yedilisi ". Sebitti'nin farklı kimlikleri bazen birleştirilebilirdi, örneğin Mezopotamya'da Elam'ın İlahi Yedilisi'nin kız kardeşi olarak tanımlanan Elam tanrıçası Narunde , en az bir ritüelde Sebitti'nin yanında "Enmesharra'nın oğulları" olarak etiketlenir. Bu terim asakku iblislerini de ifade ediyor olabilir, ancak bunlara "Anu'nun oğulları" da deniyordu.  Enmesharra'nın yedi oğlunun yedi apkallu olarak tanımlanabileceğine dair öneriler erken dönem bilimsel çalışmalarda mevcut olsa da, bu teori bugün güvenilir kabul edilmiyor. 

bir tanrıça olan Shuzianna , Enmesharra'nın yedi çocuğunun sayımlarında görünür.  Bu bağlamda Helenistik Uruk'tan bir ritüel metninde görünür 

Wilfred G. Lambert omuzlarından ışık ışınları yayılan silindir mühürler üzerindeki bazı figürlerin güneş tanrısı Şamaş'tan ziyade Enmesharra'nın tasvirleri olabileceğini öne sürdü. Ek olarak, başından ışınlar yayılan bir tepegözü bıçaklayan bir tanrıyı tasvir eden benzersiz bir kabartmanın onun yenilgisini tasvir edebileceğini öne sürdü. 

Andrew R. George'a göre Susa'dan ve Sealandarşivlerinden gelen Akad alamet metinleri, tek gözlü yaratıkların igidalu , igidaru veya igitelûolarak bilindiğini gösteriyor ; bu muhtemelen Sümerce igi dili ("tek göz") kelimesinden alınmış bir alıntıdır.  Mevcut kaynaklarda onlarla ilişkilendirilen tek tanrının, bir alamet metninde bir igitelû'nun katili olarak tanımlanan Nergal olduğunu belirtiyor. Ayrıca tek gözlü hayvanların doğumunun Nergal ile bağlantılı bir alamet olarak kabul edildiğine dair kanıtlar da var. 

Frans Wiggermann, silindir mühürlerden elde edilen sözde "kuş adam" figürünün Enmesharra'yı temsil edebileceğini ileri sürüyor.  Daha iyi bilinen kartal benzeri Anzu'nun aksine, "kuş adam"ın alt gövdesi bir su kuşununki gibi görünüyor.

Marduk'a Tutuadlı değişken bir adla atıfta bulunan sözde Kuş Çağrısı Metni'dir :

Horoz, Enmešarra'nın kuşudur. Onun çığlığı, "Tutu'ya karşı günah işledin."

çok sayıda tanrı nedeniyle (Enmesharra'ya ek olarak: yedi oğlu, Tiamat, Apsu , Nabu, Ninurta, Enutila, Babil'li İştar, Qingu, Marduk ve Ninzaginna) metnin, organik olarak ortaya çıkan bir mit olmaktan ziyade, muhtemelen Enuma Elish'i de içeren, daha önce bağımsız anlatıların öğelerinden oluşan bilimsel bir derleme olması mümkündür. Günümüze ulaşan satırlardan biri, Enmesharra'nın "kılıçla ele geçirilmesinden" doğrudan söz eder. 

Ugallu (aslan başlı adam) başının tasvir edildiği duvar kabartması.

Sebitti'nin Neo-Asur beyaz büyüsünde iyi kanıtlanmış bir kullanımı vardır , genellikle evi ve sakinlerini korumak için karmaşık ritüellerde yer alır. Sebitti heykellerinin hazırlanmasını anlatır. Her heykel tahtadan oyulmuş ve omuzdan sarkan bronz veya bakır bir balta, hançer ve yay ile silahlandırılmıştır.

Tanınmış okült yazar Gareth Knight , 1978 tarihli Beyaz Büyünün Tarihi adlı kitabında, beyaz büyünün kökenleri.

Robert M. Place, 2009 tarihli Büyü ve Simya adlıkitabı.

Tiamat (Thaláttē) antik Babil inanışına göre daha genç tanrılar üretmek için tatlı su tanrısı Apsû ile çiftleşen tuz denizinin ilkel tanrıçasıdır. İlkel yaratılıştaki kaosun sembolüdür. Kadın olarak anılır ve "parıldayan" olarak tanımlanır. Tiamat mitosunun, Tiamat'ın tuzlu ve tatlı su arasında kutsal evlilik yaptığı bir yaratıcı tanrıça olduğu ve birbirini izleyen nesiller boyunca kozmosu barışçıl bir şekilde yarattığı iki bölüm olduğu öne sürülür. İkinci Chaoskampf'ta Tiamat, ilkel kaosun canavarca bir düzenlemesi olarak kabul edilir.Bazı kaynaklar onu bir deniz yılanı veya ejderha resimleriyle tanımlar.

Marduk Heykeli'nde hizmetkar ejderhası Mušḫušu ile birlikte tasvir edilen Marduk, MÖ 9. yüzyıl. Bu, Marduk'un Babil'deki ana tapınma temsiliydi.

Marduk en eski anıtlarda, elinde üçgen bir kürek çapayla betimlenir; bunun bereketi ve birlikteliği simgelediği düşünülür. Yürürken ya da savaş arabasına binmiş durumda da betimlenir. Giysisi yıldızlarla süslüdür. Elinde bir asa vardır; ayrıca yay, mızrak, ağ ya da yıldırım taşır. Bazı Asur ve Pers kralları da yazıtlarda Marduk ve Zarpanit'i saygıyla anmışlar, ikisinin birçok tapınağını yeniden yaptırmışlardır.

 🌎İnançsal tarihi MÖ 4. binyıla kadar iner. Eski Mezopotamya inançlarında o, özdeğe biçim veren ve detayı yaratan tanrı sayılmaktadır. Balçıktan insanı yaratan odur. Tarım tanrısı olduğundan ötürü de marru (bel küreği)'yla simgelenmiştir. Sümerler Amoritlere yenilince Marduk tanrı Enlil'in de yerini almış ve bütün tanrıların en büyüğü sayılmıştır.

Enki'nin oğlu fırtına tanrısı Marduk tarafından öldürülür ama daha önce Mezopotamya panteonunun canavarlarını, ilk ejderhalar da dahil olmak üzere, bedenlerini "kan yerine zehirle" doldurur. Marduk daha sonra Tiamat'ın bölünmüş bedeninden gökleri ve Dünya'yı oluşturur.

Apsû, Tiamat ile birlikte Lahmu ve Lahamu'ya ebeveynlik yapmıştır. Lahmu ve Lahamu, sırasıyla, göklerin (Anşar) ve yerin (Kişar) 'uçlarının' ebeveynleriydi. Anşar ve Kişar'ın ufukta buluştukları ve dolayısıyla Anu (Gök) ve Ki'nin (Dünya) ebeveynleri oldukları kabul edilmiştir.

Tiamat, orijinal yaratılışın kaosunda kükreyen ve boğulan tuzlu suyun "parlayan" kişileşmesiydi. O ve Apsu, kozmik uçurumu ilkel sularla doldurdu. Tiamat, "her şeyi şekillendiren Ummu-Hubur"dur.

Mitos dünyanın yaratılışını tasvir eder. Burada Tanrı Apsû ve Tiamtu yaratılıştan önce var olanlar arasındalar. Yaratılış sonrası Laḫmu ve Laḫamu isimli yeni tanrılar da meydana gelmektedir. Destanın ilerleyen bölümlerinde tanrılar arası çıkan bir savaşta yeni nesil tanrılar Apsu ve Tiamtu'yu devirmeyi başarırlar.

Mezopotamya'daki koruyucu yaratıkların ve iblislerin kökenleri ve gelişimi konusunda uzmanlaşmış Asurbilimci Frans Wiggermann, bu geleneğin Yukarı Mezopotamya'da ortaya çıktığını varsayar .

Laḫmu, kırmızı bir giysi ( tillu ) giyen sakallı bir adam olarak tasvir edilmiştir.

Laḫmu ( laḫ-mu, lit. tüylü olan ' ) Mezopotamya mitolojisinden gelen bir apotropaik yaratık sınıfıdır.Apotropaik ritüellerde Lahmu, mušḫuššu , bašmu(bir tür efsanevi yılan), kusarikku ( Şamaş ile ilişkilendirilen bizon adamlar ) veya Ugallu gibi diğer canavarlarla ilişkilendirilmiştir. İsmin kökeni Sami bir dil olsa da Lahmu, Sargon öncesi dönemlerde Sümer kaynaklarında zaten mevcuttu .

Ugallu , "Büyük Hava Canavarı",Akadca : ūmu rabû , "büyük gün" anlamına gelir; veya bu durumda daha iyi: "büyük fırtına"). Aslan başlı bir fırtına iblisiydi ve MÖ birinci binyılın koruyucu muskalarında ve koruyucu sarı kil veya tamarisk figürinlerinde yer alan bir kuşun ayaklarına sahipti, ancak kökeni ikinci binyılın başlarındaydı. İkonografi zamanla değişti, insan ayakları bir kartalın pençelerine dönüştü ve ona kısa bir etek giydirildi. O, insan yaşamındaki ilahi müdahale anlarını kişileştiren ud-iblisler (gündüz iblisleri) sınıfından biriydi.

İkonografisi zaman içinde önemli ölçüde değişti.

Neo-Asur versiyonlarında kartal pençeleri ve kısa bir etek vardır. Silahları hançer ve topuzdur hançer tehdit edici bir şekilde başının üzerinde kaldırılmıştır. Kurtarılan iki muska bundan farklıdır, aynı aslan başlı Ugallu'dur ancak insan ayakları ve uzun bir cübbe vardır. 

İki ilahi saray muhafızının yer aldığı bir panel, bunlardan biri Ugallu'dur.

Ugallu, Tiāmat'ın genç tanrılarla olan mücadelesinde yarattığı on bir efsanevi canavardan biriydi , Yaratılış Destanı'nın ilk tableti Enûma Eliš'in arka yüzünde . Hikaye, Marduk'un yaratıkları nasıl yakalayıp bağladığını, onları yendiği rakiplerinin cesetlerinden dünyayı yeniden inşa ederek iş yaparak nasıl iyileştirdiğini anlatıyor. Bu onları, sarayların kapılarını süslemek için kullanılan koruyucu tılsımlara dönüştürdü, örneğin Asurbanipal'in Ninova'daki güneybatı sarayı , Agum-Kakrime Yazıtı'nda anlatılan Marduk tapınağı. 

                                            '' Pinch'in Agum Kakrime Yazıtı'nın çizgi sanatı. ''

Ağum-Kakrime Yazıtı:

Neo-Asur çivi yazısıyla yazılmış ancak antikacı bir üslubun taklidi olarak çok kısa satırlar halinde olan bir Akad metni olan Agum-Kakrime Yazıtı'ndan gelmektedir. İki kopyası mevcuttur,  ve bunlar Kral'ın Babil'i yağmalamaları sırasında Hititler tarafından çalınan Marduk'un kült heykelini ( KUR ḫa-ni-i ) Ḫana ülkesinden geri almasını ve yeni yenilenmiş Ésagila tapınağında restore edilmesini anlatır. Ağum, yazıtta kendini hem Kassitlerin hem de Akadların meşru hükümdarı ve şefkatli "çobanı" olarak tasvir eder. Padan ve Alman'ın yanı sıra Zagros dağlarının çeşitli bölgelerinde bulunan "aptal bir halk" grupları olan Guteanlar üzerinde egemenliğini iddia eder .

Yazıt, Kral'ın adını, soyağacını, lakaplarını vb. veren bir girişle başlar. Kral, "vahşi kahraman" Abi[rattash]'ın soyundan gelmektedir. Marduk ve eşi Zarpanītum'un dönüşünün uzun bir anlatımıyla devam eder ve ardından Agum-Kakrime'nin tapınağa yaptığı cömert bağışları sıralar. Ayrıca evin bir yılan oynatıcısı tarafından arındırılması ve kapı girişi için koruyucu iblislerin inşası da anlatılır.

Kaynağı belirsiz olan bu metin, biri 8 sütun ve 350'den fazla satırı kapsayan ve tapınak ve ritüelleri hakkında birçok ezoterik ayrıntı içeren iki tablet üzerinde yer almaktadır. Biri, antik çağda yapılmış bir yazıtın kopyası olduğu iddia edilen Asurbanipal kütüphanesinde bulunmuş , diğeri ise antik Ninova'daki Kouyunjik'te başka bir yerde bulunmuştur. Kassit dönemi kraliyet yazilari genelde Sümerce yazilmistir. 

___ '' Kassit dönemi, MÖ 16. yüzyıldan MÖ 12. yüzyıla kadar Babil'de hüküm süren bir dönemi ifade ederKassitler, kökeni bilinmeyen bir halk olup, Babil'in Hititler tarafından yıkılmasının ardından Babil'i fethederek kendi hanedanlıklarını kurmuşlardır.'' ____

                           Kutsal Şehirden Çürüyen Harabelere

                                        '' Nippur kazıları, 1893. (John Henry Haynes / Kamu malı) '' 

Nippur, hava, rüzgar, toprak ve fırtınalar üzerindeki güçleriyle tanınan eski bir Mezopotamya tanrısı olan Enlil'in evi olarak kutsal bir şehir olarak biliniyordu. Enlil'e tapan Sümerler de onun Dünya'nın gelişiminden sorumlu olduğuna inanıyorlardı. İlk tanrı Nammu, Enlil'i yaratmak için birbirleriyle çiftleşen Cenneti (An) ve Yeryüzünü (Ki) yaratmıştı. Enlil, insanların orada hayatta kalabilmesi için yaratıcıları An ve Ki'yi (Cennet ve Dünya) ayırdı. İnsanlar, Dünya'daki diğer tüm yaşam formları gibi, Enlil ve Ki'nin (Dünya, annesi) çiftleşmesiyle yaratıldı.

Tufanlara Meraklı Sevgi Dolu Bir Tanrı:

Enlil, Sümerler arasında baş tanrıdır ve öncelikle Nippur şehrinde tanrıya tapınırdı. Enlil, hava, rüzgar, toprak ve fırtınalarla olan ilişkisinin yanı sıra Nippur'un ortasındaki ibadet yeri ile tanınır. Enlil'e ibadet etmek isteyenler, "dağ evi" anlamına gelen Ekur tapınağını ziyaret ederdi. Bu tapınak, Nippur'daki tanrıların meclisi olarak biliniyordu ve tüm antik Sümer'deki en kutsal ve saygı duyulan yapıydı. Enlil'in tapınağı Cennet ve Dünya arasında bir bağlantı olarak kendisi için inşa ettiğine inanılıyordu.

Ur-Nammu yönetimindeki Ur hanedanı, özellikle şehir surlarını, türbeleri ve hatta kanalları yeniden inşa ederek Nippur'un yeniden inşa edilmesine yardımcı oldu.

Bilgin Paul Kriwaczek şunları belirtiyor: "mutsuz insanlar, tanrılara nasıl saygı duyacaklarından habersiz, doğru dini uygulamalardan habersiz" 
( Ninurta'nın Asur İmparatorluğu'ndaki ana tapınma merkezi olan Kalhu şehrinin başlangıçta nasıl göründüğünün 1853'teki restorasyonu, İngiliz arkeolog Austen Henry Layard'ın 1840'lı yıllardaki kazılarına dayanmaktadır. )

"Sümer Rönesansı" terimine karşı çıkarlar, ancak Sümer hesapları Guti döneminin "kara yollarında otların yükseldiği" bir zaman olduğunu ve hiçbir ne tahıl yetiştirildi, ne balık tutuldu ve Guti yönetimi altında kötü yönetim nedeniyle şarap ya da şurup yoktu.
Kendini Sargonidlerin gerçek halefi olarak gören Ur-Nammu, halka açık parkları, şehirlerin içinde ve çevresinde sulanan meyve bahçelerini ve bahçeleri ve sanatın himayesini içeren politikalarıyla ülkeyi canlandırdı. Sümer ekonomisini restore etti ya da en azından isteyen ya da ihtiyacı olan herkese iş sunarak onu geliştirdi.Bilgin Marc van de Mieroop'un yorumlari: Tarlalar, balıkçılık alanları, imalat atölyeleri vb. dahil devletin varlıkları çok büyük olduğundan, insan gücüne olan talep çok yüksekti. 
"Sargonidler," tarihte genellikle Yeni Asur İmparatorluğu'nun MÖ 722-612 yılları arasındaki son hanedanlığını ifade ederBu dönem, II. Sargon ile başlayıp Asurbanipal gibi önemli kralları kapsar ve Asur devletinin çöküşüne kadar sürer. Ayrıca, "Sargonid" terimi, Akad İmparatorluğu'nun kurucusu Akad Kralı Sargon'u da kapsayan daha geniş bir bağlama sahiptir. 

Üçüncü Ur Hanedanlığı (Neo-Sümer İmparatorluğu olarak da bilinir), üçüncü milenyumun sonunda ortaya çıkmıştır. Üçüncü Ur Hanedanı, dünyanın şimdiye kadar bildiği en merkezi bürokratik devletidir.

Ur, MÖ 24 ve 22. yüzyıllar arasında Büyük Sargon tarafından kurulan Sami dili konuşan Akad İmparatorluğu'nun kontrolüne girdi. Bu, yaklaşık M.Ö.3000 yılında Mezopotamya'ya giren Sami dili konuşan Akadlıların Sümerlere ve aslında antik Yakın Doğu'nun çoğuna üstünlük kazandıkları bir dönemdir.

MÖ 22. yüzyılın ortalarında Akad İmparatorluğu'nun çöküşünden sonra Güney Mezopotamya, Mezopotamya'nın kuzeydoğusundaki Zagros Dağları'nda yaşayan, izole bir dil konuşan ve barbar bir halk olan Gutiler tarafından birkaç on yıl boyunca yönetildi fakat Akadca konuşan halkların Asur kolu, Mezopotamya'nın kuzeyinde bağımsızlıklarını yeniden ortaya koydu.

Üçüncü hanedan, kral Ur-Nammu iktidara geldiğinde, yaklaşık MÖ 2047 ile MÖ 2030 arasında hüküm sürdüğü yıllarda, kuruldu. Yönetimi sırasında, Ur Zigguratı da dahil olmak üzere tapınaklar inşa edildi ve tarım sulama yoluyla geliştirildi. Hammurabi Kanunları'ndan 300 yıl öncesine giden ve Ur-Nammu Kanunları (1952'de İstanbul'da tespit edilen bir parça), bilinen en eski belgelerden biridir. Sümer edebiyatının günümüze ulaşan eserlerinden biri, Ur-Nammu'nun ölümünü ve yeraltı dünyasına yolculuğunu anlatır.

Ur imparatorluğu, Semitik Akadca isimleri olan Amar-SinŞu-Sin ve İbbi-Sin adlarındaki üç kralın hükümdarlığı boyunca devam etti.

İbbi-Sin'in 24. hükümdarlık döneminde MÖ 1940 civarında Elamlara yenildi ve bu durum, Ur Ağıdı'nda anılmıştır. 

Bir tahmine göre Ur, yaklaşık MÖ 2030'dan 1980'e kadar dünyanın en büyük şehriydi.

______Nûh'un Hâm, Sâm ve Yâfes adlı üç oğlu vardır. ________

'' Nippur Şehir Planı. ''


__ '' Zagros Dağları'nda bulunan bitki türlerinden bazıları meşe, fıstık, badem ve yabani zeytindir.

Dağlar ayrıca İran leoparı, Bezoar dağ keçisi, Asya kara ayısı ve İran sincabı da dahil olmak üzere bir dizi hayvan türüne ev sahipliği yapar. Bölge, bölgede kaydedilen 200'den fazla kuş türü ile göçmen kuşlar için de önemli bir geçiş yolu.'' ___ 

Hz.Davudun inşaatına başladığı Hz.Süleymanın tamamladığı mabedin çatısında Lübnan bölgesinden sedir ağaçları kullanılmıştır. Osmanlı İmparatorluğunda İstanbul-Şam-Mekke arasında bulunan demiryolu güzergahına dikilmişlerdir. Antalya Kumlucada bulunan Koca Katran olarak adlandırılan sedir ağacının yaşının 2300 yıldan fazla olduğu tahmin edilmektedir.

Türkiye'de bulunan bazı anıt ağaçlar


. Üç ayrı türü vardır:

  • tarihî anıt ağaçlar
  • mistik anıt ağaçlar
  • folklorik anıt ağaçlar
Gılgamış Destanı'nın VI. tabletinin bir bölümünde anlatılan, Gılgamış'ın Gök Boğası'nı öldürdüğünü sahnenin canlandırıldığı Antik Mezopotamya terakotakabartması (y. MÖ 2250-1900) 

Boğa, Taurus takımyıldızıyla özdeşleşmiştir ve öldürme efsanesi antik Mezopotamyalılar için astronomik öneme sahip olabilir. Hikâyenin özellikleri; Ugarit efsaneleri, Yaratılış Kitabı'ndaki Yusuf'un öyküsü ve antik Yunan destanları İlyada ve Odysseia'nın parçaları da dahil olmak üzere eski Yakın Doğu hikâyeleriyle benzerlikler taşımaktadır.

Sümer’de yazgı kavramı, üreticilere tarım takvimini kazandıran dincilerce geliştirilmiştir. Mevsimleri yıldızların yıllık devinimleri gölgeolaylarına (epifenomenlere) bağlayıp, onları mevsimlerle birlikte çağrıştıran Sümerli dinciler, mevsimlerin (yazgı gibi) değiştirilemez sıralanışının bilincine erkenden ermiş olmalılar. Öte yandan, mevsimlerin geleceği, kaçınılmaz bir yazgı gibi toplumun, yöneticilerin, uyrukların geleceğini de (kıtlık mevsimleri, bolluk mevsimleri olarak) etkileyecektir.

İnsanların bireysel yaşamlarında ise, doğum olayı yaratma (hatta yoktan yaratılma) düşüncesini esinlendirmiş olabileceği gibi, ölüm gerçeği “değiştirilemez son” olarak yazgı anlayışını pekiştirmiş olsa gerektir. Bunlar, Enkidu’nun yaratılışıyla ve ölümüyle ilgili anlatılardan, Gılgamış’ın kaçınılmaz son olarak duyumsadığı ölüm korkusu ile ilgili yazılanlardan da çıkarsanabilir. 

Zend Avesta ve Vesta

Orijinali 12 bin öküz derisine yazılmış el yazmaları Büyük İskender’in İran’ı işgali sırasında yok edildiği için, MS 3-7. yüzyıllar arasında Sasani krallığı döneminde 5 bölümden halinde bir araya getirilmiştir. Zend Avesta olarak da bilinen kutsal kitabın adı Roma mitolojisi'ndeki ateş tanrıçası Vesta ile ilişkilidir. Zerdüşt için yazılmış ilahiler olan Gathalar, Zerdüst öncesi tanrılar hakkında bilgi veren efsaneler olan Yaşt ve çeşitli konularda bilgi veren nesir yazılar olan Vendidadlardan oluşmaktadır.

MÖ VII. yüzyıldan, Ninova’daki Asurbanipal kütüphanesinden gelen bu destan ile dünyanın tanışması ise 1800’lü yıllarda olmuştur. Her biri üç yüz satır olan on iki şarkı veya bölüm vardır ki bunlar çivi yazısı ile tabletlere yazılmıştır.

Tufanın Tevrat içinde işlenen öyküsüne göre Ham, Sam, Yafet olarak üç oğlu olmuştur  (kızlarının önemi yok ki! sözü edilmemektedir). Yani insanlık soyunun Hami dili konuşan halkları (Mısırlılar) Ham’dan, Sami dilleri konuşan (Yahudiler, Araplar) Sam’dan, Yafetik diller (Hint-Avrupa dilleri) konuşanlar Yafet’ten türemiştir. Bu yoruma dayanarak Avrupa egemenleri kendilerini Yafet’e dayandırılan soyağaçları düzenletmişlerdir. Osmanlı padişahı da soyağacını (Taner Timur’a göre) Sam’a değil Yafet’e dayandırmıştır.

ESKİ MEZOPOTAMYA KAYNAKLARINDA KENT AĞITLARI

City Laments in Ancient Mesopotamian Sources

Kübra KARAKÖZ*

                     Eski Mezopotamya’da Ağıtlar.  

Kral Gılgamış Şiiri 

KRAL GILGAMIŞ ( Dünyanın ilk destan kahramanı )

Ölümü yenmekmiş Gılgamış'ın bütün çabası 
Kavuşmakmış ölümsüzlük iksirine
Girişmiş büyük kavgalara 
Doğa güçleriyle tanrılarla

Gılgamış çölleri ovaları dağları denizleri aşmış
Önüne çıkanlarla savaşmış 
Ormanları kesmiş, yakmış
Ömrünce aramış taramış bulamamış
Sonsuzluğa değin yaşamanın iksirini
Çözememiş yaşamın gizlerini
Silememiş insanların ortak yazgısını
Yılmamış hiç Gılgamış

Dinmiyormuş göğüs kafesindeki sızı
Düşmüş korku çemberinin içine
Sis gibi çöküvermiş üstüne uyku
Yenememiş ölüm denen sonu 
Bu kaderi aşmak dileğiyle doluymuş yüreği
İnsanların ortak kaderi ölümü yenmek 
Sonsuzluğa erişmek adına 
Girişmiş bu büyük serüvene 
Anlamış olmadığını sürekliliğin
Bilmiş olduğunu değişimin
Yangınlar bitmiş ateşler sönmüş
Kül kesilmiş ortalığa yayılan korlar.


Mezopotamya’da ağıt, önemli kült faaliyetlerindendir. Tanrılar ile insanlar arasındaki ilişkinin yer aldığı bir türdür. Tanrıların her an insanların aleyhinde karar verebilecek güç ve konumu, bilinmeyen iradeleri ve insanların bu iradeye bağımlılığı gibi olasılıklar, insanlar tarafından ağıtlar, dualar ve diğer eylemsel-söylemsel yöntemlerle engellenmeye çalışılmıştır (Samet, 2014: 3-5). Dolayısıyla felakete maruz kalmamak ya da felaketi ön görmek amacıyla, tek yönlü bir iletişim şekli olan ağıtlar ve dualar belirli aralıklarla yapılmıştır.

Eski Mezopotamya’da ağıtlar, zengin bir literatüre sahiptir. Ağıtlar, bireysel ve toplumsal olarak ikiye ayrılır. Ölümün bir erginleme olarak kabul edildiği inanç sisteminde sevilen kimselerin ardından yakılan bireysel ağıtlar, insanın duygu dünyasına ışık tutmaktaydı. Bireysel ağıtlar, tıpkı dualar gibi kişinin kendi menfaati doğrultusunda çeşitli konular aracılığıyla tanrılarla iletişim kurma girişimiydi. Bir de toplumsal ağıtlar bulunmaktadır. Toplumsal ağıtlarda, toplumsal bir trajedi, felaket, eskatoloji, ayrıca toplum için önemli sayılan kişi, kahraman, kent ve ülkenin kaybı gibi konular yer almaktadır.

Eski Mezopotamya çivi yazılı belgelerinde, ağıtla ilişkili sayıca kelime vardır. Akadca, ṣarāḫu- ağıt ve ağıt yakmak anlamına gelmektedir (Arbøll, 2020: 343). Ağıtla bağlantılı olarak sapādu- yas tutmak, göğsü dövmek; bakû- ağlamak; damāmu- yas tutmak; tānīḫu- sıkıntılı olmak, iç çekmek ve ṣubāta šarāṭu-, birinin elbisesini yırtmak anlamına gelmektedir (Steinert, 2020: 432). Bu kelimelere ek olarak Akadca tazzimtu- ağıt ve şikâyet anlamına gelmektedir (Bachvarova, 2008: 24). Nazāmu- ise inilti fiilinden türemekle beraber bir ağrılı sancılı bir süreci ifade eden melodik ritim, ağıttır (Bachvarova 2008: 24). Ağıt yakan rahiplerin isimleri çeşitli olmakla beraber metinlerde en sık rastlanılanlardan biri kalû-dur. Kalû ağıtlarda, kült ağıtlarında görevli olan rahiplerdir (Arbøll, 2020: 7).

Sumerce ağıt anlamına gelen kelimeler anir-, du-, ersua-, ilu-, širsaĝ- ve ururu-‘dur (e-PSD).1 Ağlamak, çığlık atmak, gürültü yapmak anlamlarına gelen akkil-, ağlamak; inlemek, feryat etmek anlamına gelen aya- ve kušum- ise metinlerde sıklıkla geçen kelimelerdendir (e-PSD). Sumer metinlerinde, ağıt törenlerini yönetmek, ağıtları okumak ve tüm süreci yönetmekle görevli olan rahiplere gala- denilmekte iken rahibelere ise ušela- denilmektedir (Halloran, 2006: 31). Ağıt rahiplerinin başı ise galamah-‘tır.

Si-dù Ebla metinlerinde geçen ağıt anlamına gelen kelimedir (Frahm, 2010: 175). Ebla metinlerinde, Si-dù’dan sorumlu olan, ağıt yapmakla görevlendirilen rahiplere Kalûm- adı verilmektedir (Ziegler, 2011: 296). Kalûm, Sumerdeki gala rahipleriyle aynı görev ve sorumluluğa sahiptir. Kalûm ve gala’nın Asurca karşılığı kalamāhu-‘dur (CAD, K, 66).2 Ağıt rahiplerinin, ağıt türlerine göre değiştiği bilinmekle beraber her tanrının ayrı birer ağıt rahibi bulunmaktaydı (CAD, K, 93). Kalû- kullanımı Eski ve Orta Asur Dönemine tarihlenmektedir. Yeni Asur Dönemi belgelerinde karşılaşılmakla beraber ağıt rahiplerine daha çok rab kale- adı verilmektedir. Kelime, ağıt rahibinin başı anlamına gelmektedir (CAD, R, 6). Kalûtu- ise kalû rahiplerinin ağıtlarına, ağıtlarının olduğu yere verilen isimdir (CAD, K, 107).

Asurca irsipittu- da ağıt, yas anlamına gelmektedir (CAD, I, 183). Kişisel tanrılara, özel durumlarından dolayı feryat etmek ağıt yakmak anlamına gelen Asurca qubbû- ise, Eski Asur ve Orta Asur çivi yazılı belgelerinde yer akmaktadır (CAD, Q, 291-292). Asurca rigmu- ağlamak anlamına gelmektedir. Ağlamak, feryat etmek nahāšu-, yas, matem anlamına gelen kelime sipittu-‘dur. Sumerce surmahhu- kelimesinden türeyen surrû ise ağıt yakan rahip için kullanılmaktadır. Tanûqâtu- ağlamak, ağıt yakmak anlamına gelmektedir (CAD, T, 176). Asurca şarāhu, şiirsel biçimde, ağıt yakan, yas matem konulu metinleri ritmik bir tonda okuyan rahiplere verilen addır (CAD, Ş, 99).

Ağıtlar, konu ve içerik bakımından genel olarak üç gruba ayrılabilir. Biri, balaĝ’lardır. Balaĝ, materyal bakımından en fazla ve içerik olarak da en uzun türdür, birkaç tabletten oluşmaktadır (Cohen, 1979: 5-6). Balaĝ, yüceltme ve övgü anlamına gelmektedir ve kent ağıtlarının prototipidir (Petter, 2011: 12). Birkaç bölümden oluşan ağıt, en eski ağıt türlerindendir. Seleukos dönemine kadar kopyalanmıştır (Cohen, 1979: 3-4).

Balaĝ, kentlerini terk eden tanrıları geri çağırmaya yönelik bir ağıt türüdür. Tanrıları tarafından terk edilen kentler, yıkılmış ve harabeye dönmüştür (Löhnert, 2011: 404-405). 

 Öfkeleri yıkıma yol açan tanrıları sakinleştirip yıkılan kent ve halk için tanrılardan yardım istemeği amaçlamaktadır (SooHoo, 2019: 335). Tanrı çeşitli vaatlerle geri çağrılarak kentin yeniden restore edilmesi amaçlanır. İlk kısımda ağıt, ikinci kısımda ise tanrıya övgüler yer alır. Metinde asıl vurgulanan tanrıların övüldüğü ikinci kısımdır. Balaĝ’ta asıl önemli olan kutsal yapıların yıkılmasıdır. Ağıtlar, bu kutsal yapılar için yakılır. Balaĝ ağıtları, bir tören eşliğinde icra edilirdi (Akkuş Mutlu, 2018: 24-25). Metinde, ağıtların balaĝ isimli bir çalgıyla icra edildiği aktarılır (Delnero, 2020: 41-43). 

2. Kent Ağıtları

Eski Mezopotamya’da kent ağıtlarının en erken dönem örnekleri, Sumer ve Babil kaynaklarından gelir. İlk kez İsin-Larsa döneminde ortaya çıkmış, zamanla Eski Babil müfredatının bir parçası haline gelmiştir (Green, 1978: 127). Kent ağıtları, MÖ XVI. Yy’dan sonra da kâtipler tarafından kopyalanıp aktarılmıştır (Samet, 2014: 2). Örneğin Güney Mezopotamya’da yer alan Kiş kentinde yapılan arkeolojik çalışmalarda kentte yaklaşık olarak MÖ 3200- 3000 yıllarına tarihlenen sel tabakasına rastlanılmıştır (Kramer, 1967: 17- 18). Aynı şekilde, Ur kentinde de MÖ 2700 civarına tarihlenen benzer bir tabaka keşfedilmiştir (Kılıç ve Eser, 2022: 33-34). Ayrıca, taşkınların yarattığı eskatalojik etki, dinsel anlamda da etkili olmuş, su taşkınlarından doğan bir tufan inancı gelişmiştir. Nitekim kurulan kentler tarihsel başlangıçlarını tufandan sonra ifadesiyle başlatmıştır (Jacobsen, 1939: 71; Lambert, 2013: 366-67).

Nippur kentinin koruyucusu Enlil, Eridu kentinin koruyucusu Enki, Ur’un koruyucusu Nanna ve Larsa’nın koruyucusu Utu gibi her kentin kendi koruyucu tanrısının yer aldığı mitosları yer almaktaydı (Demirci, 2013: 19). Özellikle mitler, genellikle yaratılışla ilgilidir. Zamanın, mekânın, canlıların nasıl ve neden yaratıldığını olduğu biçimde aktarmaktadır (Çayır, 2020: 99). Bu açıdan toplumun gözünde kentler, yüce ve kutsal olarak algılanmıştır (Naiboğlu, 2019: 221). Yıkımın şiddeti için Enlil’in fırtınası tanımı yapılmıştır. Fırtına, kükreme metaforuyla verilmiştir. Kükreme metaforik olarak ağıt metinlerinin tamamlayıcısıdır. Kükreme aynı zamanda akustik bir atmosfer yaratmaktadır. 

Kent ağıtlarındaki bitkiler, çevredeki doğa da ilahi varlıklarla uyum içinde çalışır, onların duygularını taşır ve yansıtır. Duyguları doğal varlıklara atfeden edebi süreç, ilahi duygulanım durumunun sahnelenmesine katılır. 

Örneğin Ur, Uruk ve Eridu ağıtları bu ifadelerin yoğunlukta olarak geçtiği ağıtlardır. Eski Mezopotamya dininin ve benlik algısının ayrılmaz birer parçasıdır. Louisel’e göre, ağıtlar metin değildir. Geleneksel anlamda metinler, bir biçimde ya da yeniden üretilebilir olduklarından dolayı sözlü mesajların bağımsız taşıyıcılarıydı. Günümüze kadar gelen kent ağıtları, Uruk ağıtı, Ur ağıtı, İkinci Ur ağıtı, Eridu ağıtı, Nippur ağıtı’dır. (Gabbay 2021:122). 

2.1. Uruk Ağıtı

Uruk ağıtı, Uruk’un yıkılışını konu alır. Ağıt, günümüze kadar gelen tabletlere göre, 12 kirugu’dan oluşmaktadır. tanrılar Uruk’un kaderini belirlemek için toplanmıştır. Ardından Enki, Ninlil, Ninul, Anu ve Enlil’e, Uruk’un geleceği hakkında sorumluluk verilmiştir (Heskett, 2011: 20). Anu ve Enlil’in durumdan rahatsız olduğu bilgisi verilmiştir. 

Kentlerin ve insanların çoğalması, tanrılar aracılığıyla gerçekleşmiştir. Kara kafalıları zenginleştiren de kentler kurmalarına yardımcı olanlar da yine tanrılardır.

Metne göre, felaket, gecenin karanlığı çöker gibi meydana gelmiştir. Bu olay, bizzat ölümsüz tanrıların kendi aralarındaki sorunlarından çıkmıştır. Kentin koruyucusu tanrısı tepelere sığınmıştır. İnsanlar yok olmuş, tarlalar suya gömülmüş, ağırlar devrilmiş ve arazi çoraklaşmıştır:4

“Kendini gözyaşları ve ağıtlarla teselli etti; kent titredi. Kirli bir el ona çarptı ve kafatasını dümdüz etti; kent çöktü. Korkunç parlaklık ...... gibi boğuldu. Bütün ülkelerin mağrur şehri, ortalığı kasıp kavuran bir kent haline geldi. Sadık çobanlar her bir sığır ahırını devirdiler. Baş çobanlar tüm ağılları yaktı...tahıl yığınları gibi yığdılar, tahıl yığınları gibi yaydılar, sarsıldılar...Tarlaları sulara boğdular, şehri bataklığa çevirdiler. Hepsini yaptılar. Çorak arazideki sazlıklar gibi hayat yeniden canlandırılamadı. Felaket getirdiler...”

 İšme-Dagan’ın şehri yeniden restore ettiği, tanrılara adak sunduğu, şehri yeniden ayağa kaldırdığı bilgisi yer almaktadır:

“Bırakın İšme-Dagan kahyanız olsun. Bırakın sizin için harika boğalar hazırlasın. Size harika adaklar adasın, izin verin. Birayı, katı ve sıvı yağı senin için bol kılsın. Size taş kavanozlardan şerbet ve şarap akıtsın. Enlil’in oğlu İšme- Dagan, kralın kürsüsünde sana saygıyla eğilsin...”6

Ur ağıtı, Ur’a acı bir şarkı söylenmesi için yapılan bir rica ile başlamaktadır. Şarkı, ağıt çağrısından sonra Sumer’in diğer merkezlerine, Nippur, Lagaş, Isin, Uruk ve Eridu’ya ardından yine Ur Kentine dönerek kentin ve halkın yok edilmesinden bahsetmektedir (Kramer, 1940: 2). İlk kısımda felakete dair ayrıntılar vardır. Kentin bir fırtınaya maruz kaldığı, hayvanların çoğalamadığı, verimli tarlalarda yabani otların yer aldığı ve akarsularda acı suyun yer alması gibi çevresel problemlere odaklanmaktadır. Birinci kirugu’da ilahi terk motifi vardır. Tanrılar kentten kaçmıştır (Michalowski, 1989: 37). 

 Ağıt bir dua olarak tasarlanmış ve nakarat olarak kullanılmıştır (Samet, 2014: 17):

“Ey kent, ağıt acıdır, senin ağıtın acıdır. Ağıtın acıdır ey kent, sana yakılan ağıt... Onun yıkılmış kentinde ağıt acıdır. Ur’da senin için yakılan ağıt, acıdır. Ağıtın acıdır ey kent, sana yakılan ağıt. Yıkılan Ur’da ağıt acıdır. Acı ağıtın, ağlayan efendini ne kadar üzecek? Acı ağıtın ağlayan Nanna’yı ne kadar üzecek? Ey kerpiç Ur, ağıt acıdır, senin için yakılan ağıt...Ey E.... senin ağıtın acıdır, senin için yapılan ağıt. Ey tapınak senin için yakılan ağıt acıdır. Ey büyük yer... ağıt acıdır, senin için yakılan ağıt. Ey Nibru tapınağı, senin için yakılan ağıt, acıdır. Ey tuğladan yapılmış E-Kur, sana yakılan ağıt acıdır.... Ağıt acıdır, senin için yakılan ağıt. Ey Ubu-unkena, ağıt acıdır, senin için yapılan ağıt. Ey tuğladan yapılmış, ağıt acıdır, senin için yakılan ağıt.... Ey kent, adın var ama yok oldun. Ey kent, duvarların yükseldi ama toprağın yok oldu. Ey şehrim, masum bir koyun gibi kuzun senden koparıldı. Ey Ur, masum bir keçi gibi telef oldu senin çocuğun. Ey kent, ayinlerin sana yabancılaştı, güçlerin yabancı güçlere dönüştü. Acı ağıtın, ağlayan efendini ne kadar üzecek? Acı ağıtın ağlayan Nanna’yı ne kadar üzecek...”8

Beşinci kısımda Ur’un yıkılışının bir fırtınadan kaynaklandığı metaforik olarak ele alınır9 (Filarski, 2017: 89). Kirugu, yıkımın kendisine yönelmiştir. Yıkım, fırtınaya benzetilmiştir. Bu kısımda fırtınanın gelişi, zararları ve yıkımı anlatılmaktadır (Samet, 2014: 12).

Yıkım ayrıca, dolaylı yoldan daha önce var olan sosyal sistemin de çöktüğünü göstermektedir:

“Kentinde gezdiği tüm sokaklarda cesetler vardı. Artık toprakta dansların edildiği yerlerde insanlar yığılmıştır. Topraktaki kan hendekleri doldurdu bakır ve kalay gibi. Gitti güneşte bırakılan cesetler, koyun yağı gibi kendiliğinden eriyip gitti. Silaha karşı olanları silahlar ezdi. İnsanlar inliyor, fırtınayla sarsıldılar, Ur’un zayıfı da güçlüsü de telef oldu. Evden bile çıkmayan yaşlılar kül oldu yangında....” (Gabbay, 2021: 122-23).

Ningal, Ur yok edildiğinde korkudan hızlıca şehri terk etmiştir (Loisel, 2020: 287). Ağıtta, umutsuzluk ve hüzün üst safhadadır:

“Ey kent, adın var ama yok oldun. Ey kent, duvarların yükseldi ama toprağın yok oldu. Ey şehrim, masum bir koyun gibi kuzun senden koparıldı. Ey Urim, masum bir keçi gibi telef oldu senin çocuğun. Ey kent, ayinlerin sana yabancılaştı, güçlerin yabancı güçlere dönüştü. Acı ağıtın, ağlayan efendini ne kadar üzecek? Acı ağıtın ağlayan Nanna’yı ne kadar üzecek?” (Loisel, 2020: 287-88).

Ningal, Ur yok edildiğinde korkudan hızlıca şehri terk etmiştir (Loisel, 2020: 287). Ağıtta, umutsuzluk ve hüzün üst safhadadır:

“Ey kent, adın var ama yok oldun. Ey kent, duvarların yükseldi ama toprağın yok oldu. Ey şehrim, masum bir koyun gibi kuzun senden koparıldı. Ey Urim, masum bir keçi gibi telef oldu senin çocuğun. Ey kent, ayinlerin sana yabancılaştı, güçlerin yabancı güçlere dönüştü. Acı ağıtın, ağlayan efendini ne kadar üzecek? Acı ağıtın ağlayan Nanna’yı ne kadar üzecek?” (Loisel, 2020: 287-88).

tanrılarla olan ahdin bozulması durumunda kentlerin ve hanedanlıkların yeniden yıkılacağını beyan etmektedir (Brisch, 2011: 719):

“Göğsü kutsal davula vuruyor; “Yazık, benim şehrim!” o ağlıyor. Gözleri yaşlarla dolu, acı bir şekilde ağlıyor: “Yazıklar olsun bana! Şehrimin yerine tuhaf bir kent kuruluyor. Ben, Ningal, evimin yerinde garip bir ev kuruluyor. Yazıklar olsun bana! Köklerinden sökülmüş sığır ağılım! İneklerim! Ben Ningal, değersiz bir çoban gibi silahlar (benim) koyunlarımın üzerine düştü. Yazıklar olsun bana! Ben kentten uzaklaşmış olanım, huzursuzum. Ben Ningal, ben evden çıkmış biriyim, oturacak yer bulamayan biriyim. Ben yabancı bir kentte köle gibi bir yabancı gibi oturan biriyim. O aşağılık değirmende bana kim yardım edecekti? Ben borçlular hapishanesinde mahkûmların arasında otururken hiçbir abartılı iddiada bulunamayan biriyim! Orada, şehri ona yaklaşır, acı acı ağlar. Hanımım evinin iyiliği için ona yaklaştı, acı acı ağladı. Yıkılan evinin hatırı için ona yaklaşır, acı acı ağlar. Yıkılan kentinin hatırı için ona yaklaşır, acı acı ağlar: “Yazıklar olsun bana! Şehrimin kaderi!” Ağlayarak dedi ki: “Şehrimin kaderi acıdır!” Ben hanımefendi, “Yıkılan evim!” ....” (Reid, 2022: 128-29).

On birinci kısımda Ur, restore edilmiştir. Kentin bu korkunç yıkımdan ayağa kalkması vurgulanmaktadır: “(Derin) gemilere uygun kanallarınızda, (artık) teme bitkileri yetişiyor, savaş arabaları için yapılan sokaklarınızda (...) dağ ülkesinin deve dikeni (artık) büyüyor!” (Kruger, 2012: 405). Ağıtta, Ur’un yok edilmesinin ardından ortaya çıkan sonuçlar aktarılmıştır. Metnin son kısmı kırık olduğundan dolayı hangi kral tarafından restore edildiği bilgisi yer almamaktadır (Kutscher, 1975: 2).

Yabani boğa, rüzgâr ve fırtına gibi felaket tanımlamaları vardır. Metinde yıkımın gece geldiğinden bahsedilmiştir. Uruk ağıtındaki gibi bir metafor değildir. Şehir doğrudan gece yıkılmıştır. Gala rahipleri, tanrıçaların duygularını aktarırken gecenin şiddeti, gece uykusu ve uyku gibi betimlemeleri sıklıkla kullanmıştır. 

Kara kafalıların ülkesi, tarımsal ve hayvansal açıdan tüm kaynaklarını kaybetmiştir. Metinde şiddet şöyle ifade edilmiştir:

“zayıfları ve güçlüleri açlıktan telef oldu. Evlerinden çıkmayan anne ve babalar çıkan yangında kül oldu. Annelerinin kucağında yatan minikler balık gibi sulara kapıldı. Güçlü kucaklamalarıyla dadıların arasında açıldı. Ülkenin yargısı ortadan kayboldu; insanlar inliyor. Ülkenin öğütleri bir bataklık tarafından yutuldu; halk inliyor. Anne, çocuğunun gözleri önünde kaçtı; insanlar inledi. Baba çocuğuna sırtını döndü; insanlar inliyor. Kentte kadın terk edildi, çocuk terk edildi, mallar etrafa saçıldı. Kara kafalı insanlar kalelerinden uzaklaştırıldı. Kraliçesi bir kuş gibi korkuyla kentini terk etti.”10

kralı, İsin’in meşru varisi olarak göstermeyi amaçlayan bir kraliyet girişimin parçası olmalıdır.11

Ağıtın giriş kısmında, tanrıların kente ve ülkeye vereceği ceza sıralanmaktadır. Metindeki cezalar, Sumer’in tanrılarının devrilmesi, krallığın yok edilmesi, şehrin yok edilmesi, Fırat ve Dicle’nin yolunu değiştirilmesi gibi cezalar da verilmiştir (Samet, 2014: 4-5). kenti yıkanın Anu ve Enlil olduğu aktarılmıştır

Metinde oldukça canlı bir tasvir yer almaktadır:

“Sumer’deki evler korkmuştu, insanlar korkuyordu. Enlil kötü bir fırtına estirdi ardından şehre sessizlik çöktü. Nintur, ülkedeki depoların kapısını sürgüledi. Enki Dicle ve Fırat nehirlerindeki suyu tıkadı. Utu eşitlik ve adalet sözünü yok etti. İnanna, zaferi asi bir ülkeye devretti. Ningirsu Sumer’i süt döker gibi köpeklere döktü. Ülkeye kargaşa çöktü; kimsenin bilmediği, görülmeyen, adı olmayan, kavranamayan bir şey gibiydi. Topraklar korkudan şaşkına döndü. Kentin tanrısı yüz çevirdi, çobanı ortadan kayboldu. İnsanlar korkudan zor nefes alıyordu. Fırtına onları hareketsiz bıraktı, fırtına geri dönmelerine izin vermedi. Geri dönüşü yoktu, fırtına geri çekilmedi. Kara kafalı halkın çobanı Enlil’in yaptığı buydu: Enlil, sadık aileleri yok etti, sadık erkekleri yok etti, sadık adamların oğullarını yok etti, ilk doğanları yok etti. Gutileri dağlardan indirdi. Onların ilerleyişi, Enlil’in karşı konulmaz seli gibiydi. Kırların büyük rüzgârı kırları doldurdu, önlerinden ilerledi. Geniş kırsal alan yok edildi, kimse oraya kıpırdamadı. Karanlık zamanlardı ve alevlerle kavrulmuştu. Parlak zaman, bir gölge tarafından silindi. Karanlıkta burunlar yığıldı, kafalar ezildi. Fırtına yukarıdan gelen bir tırpandı, şehre çapa çarptı. O gün gök gürledi, yer titredi, fırtına aralıksız çalıştı. Cennet kararmıştı, gölgeler kaplamıştı; dağlar kükredi. Utu ufka uzandı, dağların üzerinden tozlar geçti. Nanna zirvede yatıyordu, insanlar korkuyordu. Kentin tanrısı evinden ayrıldı ve bir kenara çekildi. Kentteki yabancılar ölülerini bile kovaladılar. Büyük ağaçlar söküldü, orman büyümesi yok edildi. Meyve bahçelerinin meyveleri söküldü, sürgünleri temizlendi. Mahsul henüz saptayken boğuldu, tahılın verimi azaldı....yığınlar halinde yığıldılar, demetler gibi...yayıldılar. Fırat’ta cesetler yüzüyordu...silahlar kafaları parçalamıştı. Adam, “bu benim karım değil!” diyerek karısından yüz çevirdi. Anne, “bu benim çocuğum değil!” diyerek çocuğundan uzaklaştı. Verimli bir mülkü olan, “burası benim mülküm değil!” diyerek mülkünü ihmal etti. Zengin adam, mal varlığından uzaklaşmak için alışılmadık bir yol izledi. O günlerde ülkenin krallığı kirlendi. Kralın başındaki taç bozulmuştu. Aynı yolu izleyen topraklar parçalandı. Muhteşem yiyecek sunularının tapınağı olan Uruk’un yiyecek sunuları daha da kötüye gitti.” (Samet, 2014: 55-77).

Metinde, “Kral sarayında hareketsiz oturuyordu. İbbi-Sin kendi sarayında ıstırap içinde oturuyordu. Zevk yeri olan E-namtila’da acı bir şekilde ağladı. Bir çapayı yere fırlatan sel her şeyi yerle bir ediyordu. Büyük bir fırtına gibi kükredi dünyanın üzerinde; ondan kim kaçabilirdi ki?”12 (Michalowski, 1989: 37-69).

Ağıtta, Ur’un kuzey kesiminden başlayarak Kiş ve Kazallu bölgesine odaklanmaktadır. İlahi terk edilme ve yıkım hâkimdir. Tanrılar evlerini terk etmiş, tanrıçalar ise ağıtlar yakmaktadır (Michalowski, 1989: 13). Kentler, dağların yılanı olarak tasvir edilen Gutilerce işgal edilmiştir. Metinde, Kiş kenti perili kent olarak geçmektedir. Muhtemelen Kiş, Ur’dan önce benzer süreç yaşamıştır. Metnin devam eden kısımlarında, tanrıların ağıtlarına yer verilmiştir. Halkın yaşadığı ıstırap metinde ele alınmıştır:

“Ana kapısında sürgüler açıldı, fırtına kapıyı kırdı. Elam, kabaran bir sel dalgası gibi geride yalnızca hayaletler bıraktı. Ur’da silahlar, kil çömlek gibi kafaları parçaladı. Kaçamadılar...duvarların arasında mahsur kaldılar. Göldeki balıklar gibi kaçmaya çalıştılar. Düşman Nanna’nın E-kiš-nu-ĝal’ini ele geçirdi. Ağırlığını söktüler...Heykeller kesildi. Ninigara depodan kaçtı. Tahtı onun önünde yıkıldı, kendini toza attı...Boynuzları parlayan kudretli inekleri ele geçirildi, boynuzları kesildi. Kusursuz öküzleri ve otla beslenen koyunları kesildi. Hurma ağaçları gibi kesilip birbirine bağlandılar. Kudretli bakır gibi sağlam palmiyeler saz gibi söküldü, saz gibi koparıldı, gövdeleri yan çevrildi... Evin büyük kapı süsü devrildi, korkuluğu yıkıldı. Sağında ve solunda birbirine dolanmış vahşi hayvanlar, kahramanların vurduğu kahramanlar gibi uzanıyordu önünde....” (Samet, 2014: 55-77).

Metne göre, İbbi-Sin, tanrılar tarafından seçilmiş ve onaylanmıştır (Michalowski, 1989: 7). Eridu’da, tanrı Enki ve Damgalnunna’nın tapınaklarını, şehri terk etmelerini konu almaktadır (Green, 1978: 127-28).

Yıkım ana kapıdan başlamıştır.14 Yıkım, zigguratın iç ve kutsal alanlarıyla devam etmektedir. Yıkım ve ilahi terk ayrıntılı biçimde ele alınır ve ifadeler sıklıkla yenilenmektedir. Metin, Eridu’da meydana gelen felaketi metaforik biçimde aktarmaya devam eder:15

“bir yağmur gibi yağdı, sertçe. Parlak gün ışığının parladığı kentte gün karardı. Parlak gün ışığının parladığı Eridu’da gün karardı. Güneş ufuktan batmış gibi karanlığa gömüldü. Tanrı Anu şehri lanetlemiş gibi yok oldu. Enlil ona öfkelenmiş gibi Eridu, Abzu eğildi. Yıkıldı kent, yıkıldı tapınak... Kralı sanki yabancı bir kentmiş gibi kentinin dışında kaldı. Acıyla ağladı. Enki sanki yabancı bir kentmiş gibi kentinin dışında kaldı. Acı acı ağladı. Zarar gören şehri uğruna acı gözyaşları döktü. Hanımı uçan bir kuş gibi kentini terk etti...”

Bu esnada yerleşimin tamamı ve halkı yok edilmiştir. İkinci ve üçüncü kirugu oldukça kırıklıdır. Metinde tam anlamıyla bir bütünlük oluşturulamamıştır. Şiirsel anlatı, tekrarlanmalarla devam eder: “Enki, kendisi için bir ağıt yaktı. Abzu’nun kralı Enki, yabancıymış gibi kentin dışında kaldı. Eşi, saf, şefkatli ve sadık ineği Damgalunna, göğsünde elleri, gözlerinde elleri çığlık atıyor, saçlarını tel gibi yolup acı bir ağıt yakıyordu.” (Green, 1978: 128).Enki’nin kentinin dışında kaldığı vurgusu birkaç kez daha yapılmıştır. Metinde, tanrıçaların ağıtına yer verilmektedir. Metnin devamında, kutsal alanların, tanrıların kült objelerinin ve tapınak personellerinin uğradığı saldırıyı aktarmaktadır. Bu esnada, kentin koruyucu tanrılarının yıkımdan duyduğu üzüntü aktarılmaktadır (Green, 1978: 128).

Metne göre, kentin yıkımını Anu ve Enlil istemiştir. Yıkım fırtına biçimindedir. Kapılar teker teker kırılarak yok edilmiştir. Aslan yüzlü kapıların, tapınak arşivlerinin ve tapınak bekçilerinin yok edilişi ele alınmaktadır (Green, 1978: 134):

“Kükreyen bir fırtına onu bir pelerin gibi örttü, yayıldı üzerine çarşaf gibi. Eridu’yu bir pelerin gibi örttü, yayıldı üzerine bir çarşaf gibi. Kentte, öfkeli bir fırtına yankılandı... Eridu’da öfkeli bir fırtına yankılandı... Sesi bir kum fırtınasındaymış gibi sessizliğe boğuldu...İnsanları...Eridu bir kum fırtınasındaymış gibi sessizliğe boğuldu...halkı... Efendisi bir yabancıymış gibi dışında kaldı kentin... acıyla ağladı...Baba, Enki sanki bir yabancıymış gibi dışında kaldı kentin, ağladı acıyla. Kentinin zarar görmesine acıyla ağladı. Eşi, uçan bir kuş gibi terk etti şehri, Yüce Tapınağın annesi saf Damgalnunna, kentini terk etti. Saf ayinlerin kentinde yerle bir oldu ayinler. İlahi ayinleri ayinlerin en yücesi olan kentin ayinleri değiştirildi. Eridu’da harabeye döndü her şey...”

Metne göre, Enlil, Sumer’e kötülük ederek onu tufanla harap etmiştir (Peled, 2015: 42). 

Kentte acı suların çoğalması, hemen peşinde meydana gelen yiyecek ve içecek kıtlığı ile kentin ve kent tapınağının terk edilmesi söz konusudur (Reid, 2022: 128). 


 “Makamlar, tanrıları ve insanları köle yapar” diyen Herakleitos, tanrıları için ağıt yakan Mısırlılara şöyle seslenmiştir “Eğer tanrıysalar neden onlar için ağıt yakıyorsunuz? Eğer onlar için ağıt yakıyorsanız artık onları tanrı saymayınız


Xx

Ich bin dein Mensch, imagix movieis 

🎥 Tam Sana göreyim 👩🏼🤖

I’m Your Man (Ich bin dein Mensch), 2021 yılında 4k format da hazırlanan bir Alman romantik bilim kurgu filmidir. 🍿 


Robotların hiçbir zaman istediği gibi olamayacağını düşünmekte ve “ideal erkek” robotu yaratamayacağına inanmaktadır. 
🎦 Flört Programlamanin ne kadar zor oldugunu bilemezsiniz!Bir yanlis hareket,Bir yaniltici bakis,Dikkatsiz bir söz romantizm ucmasini saglar. 0:05:54 

Roger, üç haftalık proje için ayrılmış olan bir bütçe olduğunu ve bu bütçe ile en kötü Chicago’ya gidip uzun süredir incelemek istediği çivi tableti inceleyebileceğini söyler. 



Henri James Simon (17 Eylül 1851 - 23 Mayıs 1932) Wilhelm döneminde Alman-Yahudi girişimci, sanat koleksiyoncusu, hayırsever ve sanat koruyucusuydu.

James Simon Galerisi, yeniden inşa edilen Neues Müzesi ile Almanya'nın Berlin kentindeki Müze Adası'ndaki Spree nehrinin Kupfergraben kolu arasında yer alan bir sanat galerisidir. Mimar David Chipperfield tarafından tasarlandı ve 2019'da açıldı.

james Simon Gallery Toplantısı : David Chipperfield with Alexander Schwarz



Proje Bilgileri

 

Tarih: 2007-2018
Brüt kat alanı: 10.900 m²
İşveren: Bundesamt für Bauwesen ve Raumordnung tarafından temsil edilen Stiftung Preußischer Kulturbesitz
Mimar: David Chipperfield Architects Berlin
Ortaklar: Alexander Schwarz, Martin Reichert
Proje Mimarı: Urs Vogt
Yapısal mühendis: IGB Ingenieurgruppe Bauen
Hizmet mühendisi: INNIUS DÖ GmbH, Inros Lackner.


🎥 Ben Robot 2004


Bu tablet başka tablet: Babil Yaratılış Destanı

Fotoğraf: Wikimedia Commons 

SultantepeŞanlıurfa ilinin Eyyübiye ilçesine bağlı bir mahalledir.

Höyükte saptanan tabakalanma eskiden yeniye olarak, Kalkolitik ÇağErken Tunç Çağı, MÖ 2. binyıl, MÖ 1. binyıl, Yeni Asur KrallığıHelenistik Dönem, Roma DönemiOrta Çağ İslam Dönemi şeklindedir.

MÖ 2. binyıl kum katkılı yalın mallar, MÖ 1. binyıl kum katkılı ince yapımlar, Roma Dönemi kırmızı parlak astarlı, baskı bezemeli ince yapımlar, İslam Dönemi kaba, kum katkılı, sırtlı yapımlar olarak verilmektedir.

Yerleşmede Yeni Asur Krallığı Dönemi'nde (MÖ 8. – 7. yüzyıllar) büyük bir kütüphaneye sahip olduğu kazılarda ortaya çıkmıştır. Bu kütüphanede ele geçen tabletlerin önemli bir kısmı destanlara aittir. Örnek olarak Enuma ElişGılgamışNergalverilebilir. 

Tarihin ilk edebi metni ve en eski yazılı epik şiiri olan Gılgamêş Destanı, Sümerlerin yazıyı bulmasından sonra muhtemelen M.Ö  2100-2000 tarihlerinde kil tabletlere yazılarak günümüze kadar ulaşması mümkün olmuştur.

Çivi yazısıyla yazılan destan aynı dönemde Mezopotamya'da varlık gösteren "Babil, Akad, Hitit, Hurri ve Kassitler"  tarafından da Sümer metinlerine bağlı kalınarak kendi dillerinde yazılmış, bütün Antik Mezopotamya genelinde bilinmesinin yolu açılmıştır.

İngiliz arkeologların 1849 tarihinde bugünkü Musul yakınlarında Dicle Nehri'nin doğu kıyısında bulunan, bir dönem Asur İmparatorluğu'na başkentlik yapan antik Ninova yerleşkesinde yaptıkları kazılarda Asur Kralı Asurbanipal'ın M.Ö 7'nci yüzyılda kurduğu kütüphanede çok sayıda çivi yazısıyla yazılmış tabletler bulurlar.

Asurbanipal Kütüphanesi Antik Mezopotamya'nın günümüze ulaşan en büyük kütüphanesidir. Yaklaşık 25 bin adet çivi yazısı tableti bulunduran kütüphane, Antik Mezopotamya hakkında sahip olunan bilgilerin temelini oluşturmaktadır. 

Antik Ninova'da bulunan kütüphane, arkeoloji bilimi açısından 19'uncu yüzyılın en önemli keşifleri arasında sayılır.

Bu tablet başka tablet: Babil Yaratılış Destanı

159 taş parçadan oluşan bir destanın Babilce’den çözülerek 66 sayfalık bir kitapta toplandığını düşünün. Enuma Eliş, işte böyle bir yapıt...

Enuma Eliş’ten bahsediyorum; Babil Yaratılış Destanı’ndan*.

Henüz yukarının adı gökyüzü değil iken, 

Aşağıya yeryüzü denmez iken...” diye başlayan destandan.

Bütün tabletlere ilk kelimelerin adı verildiği için bu kitaba da “Enuma Eliş” yani “Henüz yukarının” ismi verilmiş. 

Adı geçen kil tabletler bugün British Museum ve Yale Babil Koleksiyonu’nda sergileniyor. Binlerce yıl önce, dini ayinlerde baş tanrı Marduk heykelinin önünde okunan bu tabletleri okumanın hazzı doğrusu tarifsiz...  

Milattan önce (M.Ö) 3 binli yıllarda Sümerler kil tabletler üzerine çivi yazısı yazmaya başladılar. Yazıların kelimelerden hecelere geçmesi ancak  M.Ö 2900’lere denk geldi. Tabletlerde tutulan arşivler sadece alım-satım verilerini değil aynı zamanda siyasal, dinsel/mitsel ve felsefi anlatıları da içeriyordu. Bütün bu anlatılarla bezeli belgeler; doğaya, toprağa, hayvana ve köle-insana egemen olanların ideolojik çerçevesini de oluşturuyordu.

M.Ö 2400’lere gelindiğinde tarihsel bir kırılma oldu. Mezopotamya’yı fetheden Sargon, kent devletlerinin birliğini sağladı. Bu aşamada, çivi yazıları ve tabletlerle belirlenen ideoloji; içerik bakımından kendini yeniledi ve daha da yaygınlaştı. Rekabet halindeki kentler arasında hakimiyetini sağlayacak şehir, hem dil hem de tanrı üstünlüğünü ele geçirecek ve sıkı bir asimilasyona başlayacaktı.


ENUMA ELİŞ’İN DOĞUŞU;


Enuma Eliş, kent ve kırı içine alan ve dinsel efsanelerle yoğrulmuş  bir medeniyet anlatısıydı artık. Tabletlerin en ücra yerlere kadar yayıldığı bu süreçte, tahakküm altına alınması gereken insan topluluklarına hep şu masal anlatılacaktı:  “Babil’den önce insan yoktu! Senin aklının alamayacağı önceki dünyada tanrıların yaşamı vardı...” 

Bu söylencelerin Dicle ve Fırat nehirleri üzerinde yaşayan halklar üzerinde harukulade bir sihir gücüne sahip olduğunu tahmin etmek zor değil. Zira bu coğrafya, nehir baskınları ve şiddetli tufanların yol açtığı yıkım ve hastalıklarla da nam salmıştı.  Bu doğaüstü, insanüstü felaketler karşısında sığınılacak en güvenilir liman ise; en büyük tanrının yaşadığı Enuma Eliş miti olabilirdi ancak.


TANRILAR KAOSUNA ÇEKİDÜZEN

Enuma Eliş, çok tanrılı dinler ile tek tanrılı dinler arasında kendine has özgünlüğü olan bir geçiş anıtı olarak da değerlendirilebilir. Marduk, çok tanrılı dinler arasında “en üstün tanrı” mertebesine ulaştığı vakit; kentler arasındaki rekabet kadar tanrılar arasındaki rekabet de sükunete varacaktı, en azından bir süreliğine...  Ve böylece, bütün ölümlüler kadar bütün tanrıların da Marduk’un emirlerine itaat edecekleri yeni bir dönem başlayacaktı. Marduk miti etrafında  adeta bir “anayasal düzen” inşa eden Enuma Eliş, dinsel bir atılıma da imza atmıştı. Marduk, yer, gök, su ve bilbümle eski Sümer tanrılarına evreni yeniden bahşederek tanrılar kaosuna da çekidüzen vermişti.  

Marduk’un, gücü öz kadar biçime de yansımalıydı. Bu nedenle o, envai çeşit alt tanrıdan farklı olarak “çifte görünümlü tanrı”ydı. Yüzünde ışıklar saçan dört adet gözü her şeyi görmesini sağlıyor, dört adet geniş kulağı her şeyi duymasına vesile oluyordu.

YEDİNCİ TABLET

Enuma Eliş toplam yedi tabletten yani yedi bölümden oluşur. 

Birinci tablette evrenin yaratılışı anlatılır: tatlı ve tuzlu su tanrıları Apsu ve Taimat birbirine karışarak tanrıların doğmasını sağlar. Tanrıların sayıları artıkça çatışmalar kaçınılmazdır. İkinci tabletten itibaren yoldan çıkan tanrılar ve çatışmalar anlatılır.  İstila karşısında iyilik tanrılarının çaresizliği buna eklenir. Cesaret timsali olarak sahneye Marduk çıkar.

Üçüncü ve dördüncü tabletlerde Marduk’un pazarlıkları vardır; direniş ve kurtuluşa karşılık tüm evrene sahip olma pazarlığı. Ve elbette bu bölümler savaşı da anlatır. 

Beşinci tablette gökyüzü yaratılır. Yaratılan yedi kozmik bölgenin doruk noktasında (merkezinde) Babil vardır. Babil herşeyi kendisiyle başlatır. Mitsel bir uygarlık yaratarak insan topluluklarını dinsel şemşiyesi altına çağrırır.

Altıncı tablette kötülük tanrısı Tiamat’ın parçalarından insanlar yaratılır.

Yedinci tablete gelindiğinde yaratılmış insan, bundan böyle itaat edeceği kararlar manzumesiyle tanışır. Okuyanı, okuduklarından sorumlu tutan bir suç ve ceza mekanizması da ortaya çıkmıştır artık.

TÜM SİLAHLARINA RAĞMEN O BİR KADIN!


Enuma Eliş tabletlerinde, kadının lanetlenmesi ve erkek tanrı Marduk’un tahakkümüne girmesinin de hikayesi kazılıdır. O, eski yaşam çağında en iyi tanrılara hayat verirken şimdi canavar ve şeytanlara hayat vermektedir vs.

Enuma Eliş / İş Bankası Yayınları / 66 sayfa.

Babilce aslında çevirenler: Selim F. Adalı – Ali T. Görgü 

Mısırda yazıya dair ilk buluntular, yüksekliği yaklaşık yarım metreyi bulan, üzerinde tören sahnelerinin oyulu olduğu kayalar olmuş. Kamış fırça kullanarak mürekkeple yazma ve kalem kullanma da ilk olarak Mısır’da bulunmuş. Tapınak duvarları, mezar odaları, çekmece ve tabutların üzerinde çeşitli resim ve işaretlerle oyulmuş bu boyalı harflere de hiyeroglif (“kutsal oymalar”) deniyor.

🔴

Lemma (morfoloji)


Lemmalar, Arapça , Türkçe ve Rusça gibi çok çekimli dillerde özel bir öneme sahiptir. Belirli bir sözcük için lemmayıbelirleme sürecine lemmatizasyon denir . 


Dilbilgisi cinsiyeti olan Avrupa dillerinde , düzenli sıfatların ve isimlerin alıntı biçimi genellikle eril tekildir.Dilde ayrıca durumlar varsa , alıntı biçimi genellikle eril tekil nominativdir.

Lemmalar veya kelime kökleri, kelime sıklığını belirlemek için korpus dilbiliminde sıklıkla kullanılır . Bu kullanımda, "lemma"nın belirli tanımı, kullanıldığı göreve bağlı olarak esnektir.

Kök ve lemma arasındaki fark;


Kök , morfolojik olarak çekimlendiğinde bile asla değişmeyen sözcük parçasıdır; bir lemma, sözcüğün en az belirgin biçimidir. Dilbilimsel analizde, kök daha genel olarak olası çekim morfemlerinden hiçbiri olmayan (ancak türetme morfemlerini içeren ve birden fazla kök içerebilen) bir biçim olarak tanımlanır. 
Fonoloji hesaba katıldığında , sözcüğün değişmeyen kısmının tanımı yararlı değildir, bu durum önceki örnekteki sözcüklerin fonolojik biçimlerinde görülebilir: "üretilmiş" ə ˈ dj uː t / ile "üretim" ə ˈ ʌ ʃ ən / arasındaki farktır .

'Lemm' terimi, Greko-Romen antik çağında , notlardaki kenar açıklamalarının madde başlarını belirtmek için bu sözcüğün kullanılması uygulamasından gelir ; bu nedenle, bazen Antik Yunanca çoğul biçimi, yani lemmata kullanılır (Yunanca λῆμμα, çoğ. λήμματα).

                                            Yasak bölgedeki bağlantısız kaynaklar 😅 












⚠️Yafes veya Yafet (İbranice: יֶפֶת Yép̄eṯ; Yunanca: Ἰάφεθ Iápheth; Latince: Iafeth, Iapheth, Iaphethus veya Iapetus), Yaratılış Kitabı'nda Nuh'un üç oğlundan biridir.‼️

🔻Tufanın Tevrat içinde işlenen öyküsüne göre Ham, Sam, Yafet olarak üç oğlu olmuştur  (kızlarının önemi yok ki! sözü edilmemektedir).Yani insanlık soyunun Hami dili konuşan halkları (Mısırlılar) Ham’dan, Sami dilleri konuşan (Yahudiler, Araplar) Sam’dan, Yafetik diller (Hint-Avrupa dilleri) konuşanlar Yafet’ten türemiştir. Bu yoruma dayanarak Avrupa egemenleri kendilerini Yafet’e dayandırılan soyağaçları düzenletmişlerdir. Osmanlı padişahı da soyağacını (Taner Timur’a göre) Sam’a değil Yafet’e dayandırmıştır.❗️

♻️

Türklerin, İslam dinini benimsemelerinin ardından, binlerce yıldan beri anlatılagelen eski Türk efsanelerinin bir kısmı zaman ile unutulmuş, bir kısmı da İslam’a uygun hale getirilmiştir. Bu durumun bir sonucu olarak, “Türklerin kurttan türemesi”efsanesi yerini, “Türklerin, Hz Nuh’un oğlu Yafes’ten türemesi” anlatısına bırakacaktı. Çünkü kurttan türemek fikri İslam’a uymuyordu. 

 🔷Çin kaynaklarından TogDian’ı ve buna dayanan A. Taşağıl yayınını birlikte kullanmıştım.



Göktürklerin Kurttan Türeyiş Efsanesi


HAYRETTİN İHSAN ERKOÇ
ÇANAKKALE 18 MART ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİDİR.

Göktürklere ait efsaneler kendi yazıtlarında, Çin kaynaklarında ve bir Tibetçe belgede kayıtlıdır. Bunların arasında sayıca en çok ve en ayrıntılı anlatıları barındıran grup ise Çin kaynaklarıdır. Göktürklerin Doğu Türkistan ve Güney Altaylar sahasında neredeyse bütünüyle imha edildikten sonra mucizevî bir şekilde kurttan türediklerini anlatan Göktürk köken efsanesi, Göktürkler hakkında bilgi veren Çin kaynaklarından Zhoushu(derlenişi 629), Suishu (636), Beishi (659), Tongdian(801) ve Wenxian Tongkao’daki (1317) Türk Bölümleriile Cefu Yuangui’de (1013) bulunmaktadır.

Ataları Batı Gölü’nün (Xihai) üstünde (kuzeyinde) veya sağında (batısında) oturan, Hunların (Xiongnu) farklı bir soyu olup farklı/bağımsız bir boy hâline gelen Türklerin (Tujue/Göktürkler) soyadları Aşına’dır (Ashina). Türklerin ataları orada yaşarlarken komşu bir ülkenin saldırısına uğrayıp yenilirler; düşmanlar bütün aileleri, erkek kadın demeden küçük büyük herkesi öldürürler. Geriye bir tek yalnızca on yaşında olan bir oğlan çocuğu kalır, askerler onun küçük olduğunu görüp öldürmeye kıyamazlar, böylece ayaklarını ve kollarını kırıp (veya kesip) onu otlarla kaplı bir bataklığın ortasında terk ederler.  Bataklıkta bir dişi kurt vardır ve çocuğa her seferinde et getirip besler; çocuk müteakiben et yiyerek hayatta kalır ve büyür, kurtla birlikte olur, sonra kurt gebe kalır. Komşu ülkenin hükümdarı bu çocuğun hâlâ yaşadığını duyunca, öldürülmesi için yeniden adamlarını gönderir ve onlara çocuğu öldürmelerini buyurur. Gelen kişiler kurdun çocuğun yanında olduğunu görürler, kurdu da öldürmek isterler, ancak kurt sanki tanrısal bir yardım almış gibi görünür, gölün doğusunda Koçu Ülkesi’nin (Gaochangguo, Turfan) kuzeyindeki veya kuzeybatısındaki bir dağa kaçar. Dağda bir mağara vardır, mağaranın içinde otlarla kaplı bir ova bulunmaktadır, çapı yüzlerce li (1 liyaklaşık 0,5 kilometre) olup dört tarafı hep dağdır. Kurt burada saklanıp sonra on oğul doğurur.‼️


Bununla birlikte, Nuh’un oğlu Yafes’ten türemek fikri, hem o dönemin İslam anlayışına uygundu hem de, Hz Nuh, bir defasında Yafes’in soyundan krallar çıkacağını söylemişti. Yani, “Yafes’in oğlu Türk” anlatısı, Türklere önemli bir meşruiyet sağlıyordu. Bu durum, Türkler arasında “Yafes’in oğlu Türk” anlatısının yayılmasını hızlandırmıştır.

Mücmelü’t Tevarih isimli esere göre; Yafes’in yedi oğlu olmuştu ve bunlardan birisi de “Türk” ismini taşıyordu. Ebülgazi Bahadır Han’ın, Şecere-i Türk’üne göre ise Yafes’in sekiz oğlu vardı ve adları da şunlardı: Türk, Hazar, Saklab, Rus, Ming, Çin, Kameri ve Tarıh. Ebülgazi Bahadır Han, bu bilgiyi verdikten sonra, Yafes’in, diğer oğullarına, “ Türk’ü kendinize padişah bilin, onun sözünden çıkmayın.” dediği bilgisini verir. Ebülgazi Bahadır Han, Türk’e, “Yafes Oğlu” diye lakap takıldığından da bahsetmektedir. Kaşgarlı Mahmud da, “Divanu Lugati’t-Türk isimli eserinde, “Türkler aslında yirmi kabiledir. Hepsi Türk b. Yafes. b. Nuh’un neslinden gelir” demektedir.Taberi, meşhur Milletler ve Hükümdarlar tarihi kitabında, peygamberimize atıf yaparak şunları yazmıştır; “Tanrı elçisi biz ancak onun(yani Nuh’un) neslini baki kıldık ayetini açıklarken zürriyet tabirini, Sam, Ham ve Yafes nesli diye tefsir etmiştir. Bana Muhammed bin Sehl bin Asker ona ve arkadaşlarına İsmail bin Abdülkerim, onlara da Abdüssamed bin Ma’kil söylemiş, o, Vehb bin Münebbih’den şu sözleri işitmiştir: Sam bin Nuh Araplarla Fars ve Rumların atasıdır, Ham Sudanlıların, Yafes, Türk ve Ya’cuc-Me’cuc’lerin atasıdır. Ya’cuc ve Me’cuc’ler, Türklerin amcalarının oğullarıdır.” Reşiddedin Oğuznamesinde Yafes, Türklerin ve Moğolların atası kabul edilmekle birlikte, Reşiddedin, Oğuznamesinde, “ Lakin Türkler, Yafes’i Abubca(Abulca) Han diye anarlar ve bu Abulca Han’ın Nuh, aleyhiselamın oğlu mu yoksa torunu mu olduğu konusunda kesin bir şey söylemezler” demektedir. 

“Sam, Ham ve Yafes.”

Mücmelü’t Tevarih’te, şöyle bir rivayetten bahsedilir; “Yafes babasının yanından ayrılmak isteyince ona, “ Ey Allah’ın peygamberi! Bana verdiğin memleketin suyu az kendisi harap. Bana bir dua öğret ki yağmura muhtaç olunca, Allah’a o dua ile yalvarayım. Allah bize cevap versin.” dedi. Nuh peygamber dua etti ve ulu Allah ona bir ad (dua) ilham etti. O da bu adı oğluna öğretti. Yafes bu adı bir taşa kazıdı nazarlık gibi boynuna asıp gitti.”(11)

TDV İslam ansiklopedisinde Abdülhamit Birışık tarafından kaleme alınan makalede, İslam’da yer alan İsrailiyat hakkında şu bilgi verilmektedir: “Adem’in ve Havva’nın yaratılışı, cennetteki hayatları, Kabe’nin yapımı, Nuh’un gemisi ve tufan hadisesi, İbrahim’in babasıyla ilişkisi, onun kurban etmek niyetinde bulunduğu oğlunun İsmail mi yoksa İshak mı olduğu, Davud ve iki hasımın muhakemesi, Harut ve Marut kıssası, İsrailoğulları, Yusuf’un ailesiyle olan ilişkisi, Eyyüb’un imtihan edilmesi, İlyas’ın hayatı, Musa’nın Mısır ve Medyen günleri, Firavun ile olan mücadelesi, İsa’nın ve annesi Meryem’in hayatı gibi pek çok konuda İsrailiyat bulunmaktadır.”(14) Bu bilgiler ışığında ifade etmek gerekiyor ki; Türklerin atası olarak gösterilen Yafes, gerçek bir kişi olmaktan çok, İslam kaynaklarına sonradan girmiş, İsrailiyat temelli mitolojik bir anlatının kahramanı olmalıdır.


Hz. Nuh’un oğulları minyatür (Silsilename)

Yafes ile ilgili anlatıların temelinde İsrailiyat etkisi olduğundan söz ettik. Aslında, İslam kaynaklarında geçen Nuh’un oğlu Yafes anlatısı, İsrail Oğullarının bütün kavimleri kendi soylarıyla ilişkilendirmeleri ile ilgilidir. Büyük tarihçi Zeki Velidi Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş isimli kitabında; bu gerçeği şu şekilde ifade etmektedir: “İranlılar gibi Yahudiler de bütün milletleri kendi nesillerinden türemiş göstermek için muhtelif kavimlerin isimlerini kendi ananelerince malum isimlerle birleştirmişlerdir. Bu efsanelerde Türklerin ceddi olarak gösterilen, Yafes ve diğer şahıs ve kabile isimleri böyledir.”(15). ~ Batuhan AĞAŞ

🗣️~ Yafes Yunan da iapethos ( yafetos ) Mısır da ipitah / Ptah / yaptah yaftah ile alakalı görülen bir isim . Yunan da bir Olimpos öncesi Titan tanrı Mısır’da da Mısır’ı işgal eden ve birleştiren ilk sülale mısırını kuran hep var olan evreni ol diyerek yaratan ilk yaratıcı devlet tanrısı duvarcı tanrı . Yine Yunan da hephaistos/ hafestos da ateş ve Demirci tanrı olarak bilinir ki bu Demir eritmek için yüksek ateş fırını gerekir . Yunan mitolojisi yafetos/ iapethos u Yunan ve Türk ırklarının atası kabul eder . Bu durum Türk ve Yunanlıların akraba ırk olduklarını işaret etmektedir. Denildiği üzere Fergana vadisinde bulunan tochar kabileler Türklerin atası ise Karadeniz’in hemen üzerindeki steplerinden Kırım Kafkasya arasından iki yöne göç etmiş akraba bir topluluğun atası olsak görülebilir ki bir kısmı Mısır a kadar giderek istila etmiş olarak dğşünülür . Elbette bunların kesin kanıtı yoktur teoridir fakat işaretler buna yakın bir durum olabileceğini düşündürmektedir . Bu sebeple Türkler Moğol değildlr Moğollar ile sonradan akraba olup Ural Altay dilini benimsemiş olduğu iddia edilmektedir. ~ 

https://youtu.be/2uspUli7KR8?si=73c2KyKv7YpIoKP9  


Yüz binlerce çivi yazılı tablet müze ve üniversite koleksiyonlarında yer almaktadır, ancak bunların çoğu, sürecin ne kadar zaman alıcı olduğu ve çok az kişinin bunu yapacak uzmanlığa sahip olması nedeniyle çevrilmemiştir.
Yüz binlerce çivi yazılı tablet müze ve üniversite koleksiyonlarında yer almaktadır, ancak bunların çoğu, sürecin ne kadar zaman alıcı olduğu ve çok az kişinin bunu yapacak uzmanlığa sahip olması nedeniyle çevrilmemiştir.



Stephen J. Tinney

Stephen J. Tinney, Clark Araştırma Asuroloji Doçenti, Penn Müzesi Babil Bölümü Yardımcı Küratörü ve Pennsylvania Sümerce Sözlük Projesi direktörüdür. İngiltere'deki Cambridge Üniversitesi'nden Asuroloji alanında lisans derecesi ve Ann Arbor'daki Michigan Üniversitesi'nden Asuroloji alanında doktora derecesi almıştır.

Araştırma ilgi alanları arasında Sümer dili, edebiyatı ve kültürünün tüm yönleri yer almaktadır. Mevcut çalışmalarının çoğu Sümer metinlerini geliştirmeye ve yayınlamaya ve Sümerce dilini analiz etmeye ve sunmaya ayrılmıştır.

Bu çalışma öncelikle iki büyük projenin yaratılmasına odaklanmıştır: 1991'de doktora sonrası araştırma asistanı olarak Penn'e katıldığında üzerinde çalışmaya başladığı ve şu anda yönettiği bir proje olan çevrimiçi Pennsylvania Sümerce Sözlüğü (ePSD) ve UCLA'da bulunan Çivi Yazısı Dijital Kütüphane Girişimi.

Ekip, yapay zeka modelini Open Richly Annotated Cuneiform Corpus'tan bir çivi yazısı metin örneği üzerinde eğitti ve ona iki farklı şekilde çeviri yapmayı öğretti. İlk olarak, yapay zeka modeli orijinal metinlerin transliterasyonlarından Akadcayı çevirmeyi öğrendi. Daha spesifik olarak, orijinal bir tabletin görüntüsünden otomatik olarak Unicode üreten başka bir zaman kazandıran araç tarafından oluşturulan çivi yazısı metinlerinin Unicode gliflerini çevirdi.

Yapay zeka modelinin daha sonra, örneğin edebi eserler ve idari mektuplar arasındaki fark gibi çeşitli türlerin nüanslarını nasıl ele alacağını ve çivi yazısının kullanıldığı binlerce yıl boyunca görülen değişiklikleri nasıl ele alacağını bulması gerekiyordu. Yapay zeka modeli daha sonra makine çevirisi metinleri değerlendirmek için kullanılan bir algoritma olan "iki dilli değerlendirme yedeği"nin 4. versiyonunu (BLEU4) kullanılarak test edildi. 

Ekibin yapay zeka modeli, harf çevirisinden İngilizceye yapılan testte 37,47 puan aldı. Çivi yazısından İngilizceye testinde ise 36,52 puan aldı. Her iki puan da hedef taban çizgisinin üzerinde ve yüksek kaliteli bir çeviri aralığındaydı. Ve şaşırtıcı bir sonuç vardı: Model, her bir test cümlesinin türünün nüanslarını yeniden üretebildi. Araştırmacıların hedeflerinden biri bu olmasa da, çalışmada bunun çevirinin ötesinde kullanım olanakları yaratabileceğini belirtiyorlar:

[Çeviri] uygun olsun ya da olmasın, neredeyse her durumda tür tanınabilir. Gelecek için umut verici bir senaryo, [modelin] kullanıcıya çevirilerini dayandırdıkları kaynakların bir listesini göstermesidir ki bu da özellikle bilimsel amaçlar için faydalı olacaktır.

Ekip sonuçlarını hakemli PNAS Nexus dergisinde yayınladı. Ayrıca araştırmalarını ve kaynak kodlarını GitHub'da AKKADEMiA adi altinda yayinladilar.

Kil ve taş tabletler zamanın tahribatına papirüsten daha iyi dayanabilseler de, genellikle parçalanmış halde bulunurlar ve önemli bağlamları eksik olabilir.

Kil ve taş tabletler zamanın tahribatına papirüsten daha iyi dayanabilseler de, genellikle parçalanmış halde bulunurlar ve önemli bağlamları eksik olabilir.



Xxx


Mardin’in 30 km güneybatısında, Mardin-Nusaybin yolu üzerindeki Oğuz Köyü’nde yer alan ve Dara Harabeleri ya da Doğu’nun Efesi olarak da bilinen Dara Antik Kenti, Yukarı Mezopotamya bölgesinin en önemli yerleşimi olarak biliniyor. 

Mezopotamya antik kentleri deyince akla ilk gelen adres olan Halfeti, Şanlıurfa’da mutlaka gezilmesi görülmesi gereken yerlerden. Tarihi M.Ö. 855 yılına uzanan kentin yarısı, 2000 yılında Birecik Barajı’nın yapılmasıyla sular altında kalıyor. Taş evler, mağaralar, su sarnıçları, kilise, manastır ve ağaçlarla dolu batık kent, ziyaretçilere oldukça masalsı bir görünüm sunuyor. Asur Kralı III. Salmanassar tarafından kurulan kent, sonraki dönemlerde pek çok medeniyete de ev sahipliği yapmış. 

Mezopotamya’nın en güzel şehirlerden olan Diyarbakır’ın Ergani ilçesinde de neolitik devrin izlerini taşıyan Çayönü Antik Kenti bulunuyor. 

Abgar Krallığı döneminde Harranlıların Tektek Dağları bölgesinde ay, güneş ve gezegen tanrılarına tapınmak için kullanılan Soğmatar’da birçok su kuyuları, ibadet yerleri, anıt mezarlar ve dinsel motifler de yer alıyor.

Mezopotamya antik kentleri içinde Kommagene Krallığı’nın beş büyük kentinden biri olmasıyla önemli bir yer edinen Perre Antik Kenti, Antik Roma kaynaklarında da oldukça güzel bir yer olarak anlatılıyor. 


XXXXXXXX